1960- 1970 yılları arasında yaşanıp geçmiş, bir özel dönemden söz edeceğim size sevgili okuyucularım. Söke’mizde yaşayıp bugün merhum olan, Allah’ın rahme-tine kavuşmuş, bir kısmı ise ileri yaşlara gelmiş olarak hala aramızda yaşayan, Söke’mizin birkaç güzel insanından söz edeceğim bu yazımda.
Belki 38- 40 yıl, belki de yaklaşık yarım asır gibi bir zaman geçti aradan. Şimdi ben sizleri o elli yıl önceki Söke’ye, küçük ama şirin Söke’ye, az nüfuslu ama sıcak insanların Söke’si daha başka bir Söke idi o zamanlar. Amma o günleri yaşamamış olanlar nereden bilecekler ki? Mümkün değil, bilemezler. Bilmeyi bırakın, o şurda dursun, hayal bile edemezler. Evet, o kadar kesin konuşuyorum. Ve, adım gibi de eminim. Güzel yıllardı o yıllar. Yaşandı ve anılarda yer alıp tarih oldu. Daha fazla tartışmaya ve iddiaya gerek yok efendim. O yönünü geçelim de anlatmaya devam edelim.
Kent olarak bu denli uygar bir seviyede olmasak da kültür, edebiyat, sanat alanlarında bugünkü kadar yine iddialıyız Sökeliler olarak. Edebiyat, kültür ve sanat dallarında yine güçlü insanlarımız vardı. Daha da genç idiler, daha da ateşli, bece-rikli, özverililerdi… Ve daha da iddialı olarak çalışmalarına hızlı bir şekilde sunma-ya devam edeceklerdir.
Evet, asıl meselemiz iddia değil. Bunu önceden biliyorsunuz zaten… Mesele o yıllarda Edebiyat, kültür, Sanat ve Söke için neler yapmaya çalışmışız, neler yapmışız, kimlerle birlikte yapmışız, bunları size anlatmak, yazarak da tarihi belge haline getirmek… Buradaki gerçek amaç bu. Öncelikle ve de özellikle bunu belirtmiş olalım.
Efendim, sözünü ettiğimiz yarım asır kadar önce o sanatsal çalışmalarımızı yaptığımız tarihte, Kemalpaşa Mahallesi Dere caddesi’ nde Dişçi SADİ, (Titrek dişçi) lakabıyla tanınan, Dişçi Dr. SADİ TARLAN otururdu. Caddenin kenarında bol yeşilli, alçak duvarlı, büyükçe bahçesinin ortasında tek katlı, sahil evine benzer yapıda, güzel ve dikkati çeken bir evi vardı. Merhum Dr. Sadi Tarlan uzunca boylu, kemikli iri vücut yapısında, geniş alınlı, uzunca ama geniş yüz yapısıyla, esmer tenli bir adamdı. Ciddi bir adamdı. Yüzü pek gülmezdi ama gülünce de gülücükler yüzüne çok yakışan bir adamdı. Benim dediğim o yıllarda altmışın üzerinde bir yaşı vardı. Belki yetmişti. Bilemiyorum. Fakat şu bir gerçekti ki, gençliğinde çok yakışıklı bir insan olduğu, o günkü karizmatik yapısından anlaşılıyordu. Ben çocukluğumda çok diş sorunu yaşadığım için, Sadi Bey bizim aile dostumuz haline gelmişti artık. Önceleri oradan tanıştık. Sonra da musiki çalışmalarından dostluğumuz katmerleşti. Sevdiğim ve gizlice hayran olduğum bir dostumdu merhum.
O yıllarda küçük bir kentti Söke… Kentten çok kasaba havası vardı burada. Her meslek sahibinden çok az olduğu gibi doktor sayısı da çok azdı. Elle sayılacak derecede az sayıda doktor vardı. Dişçi olarak da kentte şöhret olmuş, tanınmış bir kişiydi Dr. Sadi TARLAN… Musiki bilgisi ve kültürü de çok genişti Sadi Bey’in. Kasaba da herkesin aile diş doktoru sayılabilirdi Sadi Bey. Bizim aile için de öyle.
Yıllar o şekilde geçerken, daha sonraki yıllarda Dr. Sadi TARLAN, Eczacı Halil ÖZŞARLAK, (o yıllarda Söke Tariş Müdürüydü yanılmıyorsam) Kenan URAS, Nihat ÖĞÜNÇOĞLU, ben Suat TUTAK ve şuan gerisini hatırlayamadığım 8-10 kişilik bir grup oluşturarak, yine o yıllardaki Halk Eğitim Merkezi’nin sağladığı bir salonda, haftanın belirli günlerinde, nota-solfej dersleri alır ve Türk Sanat Müziği çalışmaları yapardık. Bu çalışmalarda merhum Dr. Sadi TARLAN öğretmenlik yapar, ekibin nota ve müzik bilgilerini tazeler, grup çalışmalarında da NEY ÜFLERDİ…
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta