Günahımız Neydi? Anlayamadık
Ana, Baba Neydi? Tanıyamadık
Çok Düşündük,Yol Bulamadık
Bu Nasıl Hayat, Nasıl İnsanlık
Biz İstemedik, Cenin Olmayı
Canında Yeşerip, Hayat Bulmayı
Bir Anlık Zevkinde, Meze Kalmayı
Köprü Altında Yatıp, Para Çalmayı
İnsanlık Deme, Hayvanlar Yapmaz
Küçücük Sabiyi, Sokağa Atmaz
Yaptığın İhanet, Kalemler Yazmaz
İşlediğin Günahın, Affı Hiç Olmaz
Bir Kap Yemek miydi? Bizi Attıran
Neydi Söyle Bize, Zehir Yutturan
Bakar mı? Sandın, Sokakta Bulan
Hayallerimizdi Solan, Yıkılan
Sevgini Verseydin, Yeterdi İnan
Bir Şekilde Büyür, Yetişirdi Can
Sıcacık Yuvamda, Doğardı Tan
Küçücük Hayaller, Olmazdı Yalan
Çocukluk Nedir? Bilemiyoruz
Taş Oldu Kalbimiz, Gülemiyoruz
Kendimizde Gelecek, Göremiyoruz
Bütün İnsanlığa, Ah Ediyoruz
Kayıt Tarihi : 23.5.2013 20:03:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu Şiirimi Leyla Gülsüren Hanımefendinin Şehrin Işıkları isimli öyküden ilham alarak yazdım. Yakında kitap çıkacak, Sizler İçin Kısa Bir Bölümünü Yayınlamama Müsaade etti.Kendilerine Çok Teşekkür Ediyorum. ŞEHRİN IŞIKLARI Güneş dağların arkasına gizlenirken, Küçük çoban eve dönme vaktinin geldiğini anlıyor. Koyunlarını önüne katıp evin yolunu tutunca içi cız ediyor Küçük Çobanın. Henüz yedi yaşlarında bir çocuk. Küçük yüreği isteksiz atıyor. Yürüdüğü yollardaki tozlara karışmak, yok olmak mümkün olsa keşke. Dağlarda koyunlarını otlattığı her gün, o gün akşam olmasın diye dua ediyor. Ne mümkün. Güneş her sabah müjde, her akşam hüzün getiriyor. Yine akşam, yine eve dönme vakti. Ayakları yolları ezberlemiş. Küçük yüreğinin karşı koymasına hiç aldırmadan yürüyor. Yol kenarında, boy verip tohuma durmuş otlara, üzerlerinde gezinen böceklere, sıra sıra dizilmiş karıncalara bile imreniyor. Keşke, o da onlardan biri olsaydı, eve dönmek zorunda kalmasaydı. Yalnız kendi için üzülmüyor Küçük Çoban, koyunları da aynı durumdalar. Onlarda eve dönmek istemiyorlar. Bunu, koyunlarının tok oldukları halde, yol kenarındaki otları yemek için sık sık durmalarından anlıyor. Belli ki, onlarda eve dönmek istemedikleri için oyalanıyorlar. Ön tarafı yırtık, eski kundurasından bir taş ayakkabısının içine giriyor. Durup ayakkabısını çıkarırken kısık gözlerle yürüyeceği yola bakıyor. Doğrulup ayakkabısını silkelerken derin bir iç geçiriyor. Ayakkabısını giyip istemez adımlarla yürürken, yollar da ona inat kısalıyor. Küçük tepenin son kıvrımından döndü bile. Şimdi eve giden dümdüz bir yol var. Her adımda yükü ağırlaşıyor. Korkusu isteksiz yavaş atan kalbini hızla çarptırmaya, çökmüş omuzlarını dikleştirmeye başlıyor. Dalgın gözleri çakmak çakmak açılırken beli bol geldiği için, bir iple bağladığı pantolonunu çekiştiriyor. Küçük yüzüne büyük gelen kasketini arkaya itiyor. Elindeki sopayı, elini acıtacak kadar sıkı tuttuğunun farkında bile değil. Koyunlarının sağa sola sapmadan aynı hizada yürüdüğünden emin olmalı. Bakışları, pürdikkat! Koyunlarının üzerinde. Yine akşam, Güneş yeniden hüzün ve korku bırakıp dağların arkasına saklandı. Karanlık her yeri yavaş yavaş örterken Küçük Çobanın, ağasının evi sanki en zifiri karanlığa gömülmüş gibi. Akan burnunu koluna silerken adımlarını hızlandırıyor. Yine aklında aynı ürkütücü soru. Acaba Ağa, her akşam olduğu gibi bahçede onun gelmesini mi bekliyor?
tebrik ediyorum.
TÜM YORUMLAR (13)