Sokak Çocukları Şiiri - Yorumlar

Gülseren Akdaş
81

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Bunlar bizim çocuklarımız.
Elleri kirli,üstleri pis, karınları aç.
Alışmışlar ızdıraba hayallerinden uzak.
İnsafsızca salmışlar sokaklara.
Bunlar bizim çocuklarımız.
Bunlar bizim sahip çıkamadıklarımız

Tamamını Oku
  • Reyhan Altaş Şairler Dünyası Grubu
    Reyhan Altaş Şairler Dünyası Grubu 23.02.2010 - 15:48

    BU ÇOK ANLAMLI ŞİİRİNİZ İÇİN SİZİ CANDAN KUTLARIM YÜREĞİNİZE SAĞLIK İLHAMINIZ DAİM OLSUN SAYGILARIMLA +10 PUAN

    Cevap Yaz
  • Mehmet Uslanmaz
    Mehmet Uslanmaz 21.02.2010 - 17:44

    Burası “bizim memleketimiz” Usta!

    Biri yer, biri bakar

    Ne kıyam olur

    Ne kıyamet kopar.

    Müminimiz “hikmet ilahi”

    “Tecelli kader” der teselli eder kendini.

    Sıkı dindarızdır alimallah

    Biraz da müzmin “süphâneke

    Sümbül eke

    Anamız şeke, babamız teke…”

    Kimimiz yekten güneşe tapar

    Kimimiz Orta Asyalı ateşe…

    Kimimiz tanımaz tanrı manrı

    “Aforizma”dan mahpus yatar…

    İçimiz bizi yakar.

    Dışımız yunmamış asbap kokar.

    Sözgelimi “muz cumhuriyetleri”

    “Biatta kusur” etmez işgalci çizmeye…

    “Uysal koyun” gibi tutulmuştur cellâdına aşkta

    Kendi katili olacak kurdun gözüne bakar…

    Burası “bizim memleketimiz” Usta!

    Kanlı çizme derisini

    İştahla yalayanımız da çok…

    Yücelmeye yeminli bu toprağı

    “Al kelle, ver külah”

    Yavuz it gibi daylak silah

    Lodoslama zapt-a gelen

    Bodoslama çakılır…

    Yalınkılıç isyana büyüyen

    Kınalı kuzuyu zira

    Kağnı dibinde kundağa

    Beleyenimiz de çok…

    Ununu eleyip

    Eleğini merteğe

    Asanımız da çok…

    “Heeeyyt lân” narasıyla

    Galata’nın dibinde

    Yumurta topuk pabucun

    İçe katlanmış ökçesine basanımız da…

    “Höt” denince ürkek tavuk olup

    Karısının etek altına saklananımız da…

    “Alnımızda ne yazılı kim bilir

    Bir şey gelirse başımıza kavgada

    Temiz gömsünler bari toprağımıza

    Hele bir su ısıt avrat…” deyip

    “Er meydanı” davulundan önce

    Yunnağa girip çimerek kışın ortasında

    Aklanıp paklananımız da…

    Burası “bizim memleketimiz” Usta!

    Yavuz it gibi

    Lodoslama zapt-a gelen

    Bodoslama çakılırsa…

    Müthiş misafirperverlik vardır burada;

    Ağırlamada ikramda kusur edilmez haşaaa!

    Silinir evvelaaa salyası

    Tasmasından zora-bedir tutulur;

    Huylunun huyundan vazgeçmeyeceği

    Fırsat buldukça paça kapacağı bilinir

    Öfke kin “öç defteri”nden silinir…

    İflah sökme, diş çekme unutulur…

    Yağla yallanır, arı sütüyle ballanır…

    Atlığa atlasın diye ağzına gem takılır

    Dişleri açılıp yaşına başına bakılır…

    Ensesi okşanır, boynu sıvazlanır, kaşağılanır

    Sırtı tımarlanır, yeleleri taranır, kıçı kaşınır

    Dört ayak üstüne ıkındırılıp

    Dört ayağına dört nal vurulur,

    Temizlenir tüfeklerinin namlusu…

    Kuyruğu bacak-arasına kıstırılıp bağlanır…

    Hani terfisiz dönmesin diye

    “Evli evine, köylü köyüne”

    Sağrısına Anadoluca kızgın damga basılır…

    Tavlanmış gerdanına; tura tarafının hemen yanına

    “… yoluna gitti niyazi” yazılı

    Ufacık bir de Çanakkale yapımı künye asılır…

    Burası “bizim memleketimiz” Usta!

    Toroslar’ın batı eteğinde,

    Açlıktan ağzı kokan bebek de bizim…

    Menderes efesinin

    Güneş mayışıklığında,

    Rakıyla büyütülen göbek de bizim…

    Ağrı Dağı’nın andacında,

    Marazadan kan kusarken

    “Askerliğe maruz” yedek de bizim…

    Zigana’nın kar külçesinde

    Doğuma taşınırken kızakla

    Çığ topu altında donup ölen

    Kadersiz kadın da bizim…

    Munzur’un kürtçe ağıt telinden

    Yakılmış köyünde gülbengi çığlık atan

    “Yeni attan inmiş” gelin de bizim…

    Bolu’dan aşıp, Beydağı’nın üstünden geçip

    Akdeniz’de kanat molası vermiş

    Göçebe sülün de bizim…

    Divriği demir-çelikte

    Körük başında kızgın korlara

    Çamşık havasıyla türkü çığıran

    Gamsız “işçi selim” de bizim…

    İda-Ayazma’nın Türkmen evinde

    Göğüsleri zeytin zeytin uç veren

    Kızan dadak da bizim…

    Istranca’nın muhacir eğninde

    Avrupa zulmünden kaçıp

    Toprak öpen dudak da bizim…

    Burası “bizim memleketimiz” Usta!

    Anamızdan çığlık çığlık doğduğumuz

    Bebemizi ciyak ciyak doğurduğumuz

    Daha ilk günden sütü çekilmiş memeyi

    Bir dirhem hayat için

    Pestil pestil soğurduğumuz…

    Bu müstesnâ; bu muhteşem yer!

    Köklerimizi ak karla dövdüğümüz

    Kışfodulu dalımızı baharla övdüğümüz

    Tepemiz atınca birilerine yada bir şeylere

    Çıkıp çığırımızdan

    Sığana sığana sövdüğümüz…

    Bu muhteşem toprak!

    Böcek olup, dut yaprakları arasına koza ördüğümüz

    Çiçek olup, lalezarda hidayete erdiğimiz

    Kutsayıp kutlayıp, taşlığına yüz sürdüğümüz

    İlk göz açıp, havada leylek gördüğümüz

    Bu yer, bu toprak

    Göçümüzdür katar katar ve göçüğümüz

    Umudumuzdur efkârımız harımız…

    Evladımız karımız, namusumuz arımız

    Sevgisi diğer yarımız

    Gardaşı yüreğe gömdüğümüz yer!

    Kederden boğulsak da

    Mememizden soğulsak da

    Acımızdan uğunsak da

    Aşkımız sevdamız, duygumuz mihmânımız

    Bakraçta yoğurdumuz, tasımızda ayranımız

    Ot yatağımız, bacağımızdan kısa yorganımız

    Mahremimiz, namahremimiz

    İçimizden daha içimiz; en derinimiz…

    Burası “bizim memleketimiz” Usta!

    Buğday olup ekiliriz

    Başak olup dikiliriz

    Kucak kucak deriliriz

    Harman harman seriliriz

    Değirmene veriliriz…

    Üğüne üğüne un…

    Uğrune uğrune maya ve uğra

    Çekile çekile bir yumak gözyaşı

    Bir de pişti mi yaşamın fırınında

    Serile serile mis gibi somun…

    Aklımız yetimdir onsuz!

    Nasılsa rahmi sonsuz;

    Açınca esmer karnını, çiftbıçaklı kotanla

    Çıktığımız kovuğu söktüğümüz yer…

    Abdestli abdestsiz, namazlı namazsız

    Dualı duasız, âminli âminsiz

    İçine naaş naaş girdiğimiz kabrimiz; baykuş taşımız

    Yazılı yazısız, isimli isimsiz; odun dikili başımız…

    Amma velâkin, her halûkârda

    Yürekleri ölümüne aşk limanlarına

    Lafsız sözsüz döktüğümüz yer…

    Burası “bizim memleketimiz” Usta!

    Ikına sıkına

    Rahmine tohum saçtığımız…

    Ikıntısız sıkıntısız

    Gerine gerine içine sıçtığımız…

    Çekip kafayı barda meyhanede

    Öğüre öğüre çimine kustuğumuz…

    Bir kucak sakalla

    Kıstırıp sâbiyi bodruma mahzene

    Çığırta çığırta ırzına geçtiğimiz

    La havle çekip, sabırla

    İki elham, bir kûlhü ile sustuğumuz…

    Has ekip yoz biçtiğimiz

    Berrak suyunu katran içtiğimiz

    Bu yer, bu toprak!

    Dağları demimizse, yılkıları bizimdir.

    Dayanamayız yad ayağın ot incitmesine;

    Elimiz ayağımız, dişimiz tırnağımız silah

    Silahımız, hamal nasırı yağırnımızda yaprak

    Dalı, ağacı, ormanı tenimizdir.

    Keli sağırı, körü topalı

    Caka satarı, tek atarı, çift basarı

    Çok bohçalı, roman torbalı hür aysarı

    Hepsi kulak “en”imizdir…

    Geçtik Bor’u, eşeği sürdük Niğde’ye

    Gem bizim, gemi bizim

    Yaktık gerimizi nişadırla

    Ayağımız çığırlarda, korlarda…

    Demi bizim demimizdir…

    “Şuradan bir çay söyle bakeeemm çömez çırak

    Yandan çarklı; demi Rize’den…”

    Geni bizim genimizdir!

    Burası “bizim memleketimiz” Usta!

    Beyazıt Meydanı’nda, Kanlı Pazar’da

    Maltepe’de, soğuk aralık Ankara’sında

    Nurhak’ta, Kızıldere’de…

    Sokakta, meydanda, kırda köyde, dağda bayırda

    İşkencelerde, idamlarda, mahpuslarda

    İftihara layık can güllerimizi

    Yerleşip kökleşsin diye puşt Amerikan işgali

    Kahpece budayan zevat-i şayan güruh

    Bizden değildir…

    Oldum olası çokdinliyiz biz

    Dinimizden birini men eden

    Bizden değildir…

    Biz çokdilliyiz

    Dilimizden birine yassakkk koyan

    Bizden değildir…

    Biz çokekinliyiz

    Ekin damarımızdan birini

    Metazorî darp eden

    Bizden değildir…

    Biz çoksözlüyüz

    Ağzımıza kilit vuran

    Bizden değildir…

    Bu toprak ki,

    Kıtadan kıtaya

    Geçiş yoludur…

    Bu toprak ki,

    Yerden fezaya

    Uçuş doludur…

    Bu toprak ki,

    Yaradanımız, varlığımız

    Yokluğumuz, hiçliğimiz

    Yârenliğimiz, piçliğimiz

    Havamız suyumuz, aşımız, ekmeğimiz

    Yerimiz göğümüz, deremiz denizimiz

    Toprakaltımız, topraküstümüz

    Sualtımız, suüstümüz

    Ve pir yaşımız, ikibuçuk milyon yıllık

    Esin koludur…

    Mar Şarbil Kilisesi, Deyr’ül Zafaran Manastırı

    Der Marog-Nisibis, Mardinevleri, Amed Surları

    Efes, Milet, Uydai, İasos

    Mazule Anıtı, Knidos, Amos

    Antandros, Asos, Troia, Dardanos

    Perge, Aspendos, Zeugma-Hierapolis

    Hattuşaş, Darüşşifa, Bergama-Akrepolis

    Basmane, Angora, Kestane Pazarı,Kadifekale

    Tripolis, Karahayıt, Pamukkale

    Nemrut, Hasankeyf, Kapadokya, Çifte Minare

    Çatalhöyük, Tokonion, Tiyana, Bedesten

    Safranbolu, Herakleia Pontike, Sürmene

    Haydarpaşa, Ayasofya, Hisarlar, Topkapı Surları

    Hepsi toprağımızın derinköklü sırları…

    Burası “bizim memleketimiz” Usta!

    Toplaşıp göller gibi, akar akışırız

    Bu toprağa yapışır yakışırız…

    Dicle, Fırat, Zapsuyu

    Seyhan, Ceyhan, Eşen, Göksu

    Aksu, Karasu, Akçay

    Gediz, Menderes, Bakırçay

    Bir uçta Çoruh, Aras

    Bir uçta Sakarya, Meriç

    Hala bir muammadır Haliç…

    Çığ ırmak, çığır ırmak; Yeşilırmak, Kızılırmak…

    Kol kol yanık yürek sulamak

    Dal dal göğnük ciğer soğutmak…

    “İçiçe geçmiş et ile tırnak”

    Ne mümkün birbirinden ayırmak…

    “Yedi delikli tokmak

    Bunu bilmeyen ahmak…”

    Bir kanadımıza silah çeviren

    Has kaz-tüyümüze dokunan uşşşak

    Bizden değildir…

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta