Kaan yine sıkıntılı bir iş gününden sonra evine dönmüştü. Evinde her zaman ki gibi yemeği hazırdı. Yemeğini yedi, televizyonun karşısına geçip seyretmeye başladı. Eşi gününün nasıl geçtiğini sordu. Baştan savıcı kısa cevaplarla geçiştirdi. Her an işi sona erebilirdi. Sıkıntısını eşine ve evine yansıtmak istemiyordu. Bu yüzdende konuşmak yerine televizyon seyretmeyi yeğledi. Fakat sıkıntısı yüzünden okunuyordu. Televizyon seyretmiyor habire kanaldan kanala atlayıp duruyordu. Eşi de bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Eşini daha fazla sorularla bunaltmak yerine çok yakınında oturan babasının evine gitmeyi yeğledi. Döndüğünde Kaan’ı hala bir kanaldan bir kanala zapping yaparken buldu. Bir kez daha eşine destek olabilme ümidi içerisinde bir sorunu olup olmadığını sordu. Kaan, “yok bir şey sadece iş yorucu geçti” diyebildi.
Ertesi gün işe yine işsiz kalma korkusuyla gitti. Gün boyunca stres içerisinde olabildiğince bütün dikkatini işine vermeye çalışarak koşturdu durdu. Mesai bitiminde kendisini bitkin hissediyordu. Adeta uçarcasına evine gitti. Yine yemeğini yedi, televizyonun karşısına geçip yine kanaldan kanala atlamaya başladı. Eşi Selcan, “Bugünde pek tadın yok. Bir hal var sende, anlatmayacak mısın? ” dedi.
Kaan durumu daha fazla saklayamayacağını biliyordu. “Fabrikada işler durgun çıkış verebilirler. O yüzden biraz tedirginim” dedi. Selcan, “Canın sağolsun herşey olacağına varır. Fazla kafana takıp da üzülme” dedi. Kaan içinden, “Kolaydı gelde kafana takma” diye geçirdi. Eşinin yalnız kalmak istediğini anlayan Selcan, “ben annemlere gidiyorum” deyip gitti.
Kaan eşinin nasıl bu kadar duyarsız kaldığını anlayamıyordu. Eşi döndüğünde vakit bir hayli geç olmuştu. Kaan’ın üzüntülü ve kaygılı hali devam etmekteydi. Kaan’ın bu halini gören Selcan, “Üzülme gerekirse bende çalışırım” dedi.
Günler bu halde devam edip gitti. Kaan hergün işten kaygılı geliyor iş hayatındaki stresi derin bir sessizliğe bürünerek evine taşıyordu. Onun bu hali Selcan için normal bir durum halini almıştı. O durumda eşinin yanında fazla kalmıyor hemen babasının evine gidiyor gece geç saatlerde de dönüyordu. Kaan nerdeyse kendisini koca bir yalnızlık okyanusunun içerisinde bulmuştu. Eşi nerdeyse başbaşa kalamaz olmuşlardı.
Yine işten geldiği bir akşam karısı Selcan, “Biliyor musun bugün Münevver ablagil arka tarafımızda boşalan bir eve taşındılar. Ne iyi oldu, bize de komşu olmuş oldular” dedi. Kaan sadece “hayırlısı olsun” dedi.
Aradan iki hafta geçmişti ki Kaan’ın korktuğu başına geldi. Fabrikadaki işlerin durgunluğu nedeniyle işsiz kalmıştı. Can sıkıntısıyla evine girdiğinde yeni taşınan komşuları Münevver hanımın misafirleri olduğunu gördü. Hoşgeldiniz, hal hatır sohbetinden sonra kadınların arasında sıkılan Kaan dinleneceğim deyip müsade isteyerek yatak odasına çekildi. Fakat sıkıntıdan gözüne dirhem uyku girmiyordu. Komşuları gittiğinde saat 24’ü geçiyordu. Selcan kocasının uyumamış olduğunu görünce, “Bütün gece burada niye yalnız başına kaldın, aşağıya gelseydin ya akıllım” dedi. Kaan, “Elin kadını rahat oturamaz diye inmedim” cevabını verdi. Selcan, “Vay benim kocacığım, misafirinin rahatını da düşünürmüş” diyerek kur yaptı. Fakat Kaan’ın bu kura tepkisiz kalışı bir şeylerin ters gittiğine işaretti.
Ne oldu, yaramaz bir durum mu var?
- Maalesef var, işten çıkarıldım.
- Amaaaan canın sağolsun. Düşündüğün şeye bak. Bir kapıyı kapatan Allah diğer kapıyı açar nasılsa.
- Ya bu devirde iş bulmayı kolay mı sanıyorsun. Bu bölgece iş imkanı zaten sınırlı. Bunun üstüne birde yabancıyız.
- Şimdi fazla düşünme bunları yarın ola hayrola
diye cevap verdi Selcan.
Evet yarın ola hayrolaydı ama gel gör ki Kaan’ın gözüne uyku girmiyordu. Bütün gece yatakta bir sağa bir sola dönüp durdu. Ancak gün ağarırken uyuyabilmişti.
Ertesi günü belediyenin sosyal hizmetler bölümüne giderek sosyal ödenek için müracaatta bulundular. Gerekli formülleri eşi Selcan’la birlikte doldurup yine birlikte imzalayarak teslim ettiler.
Akşam olduğunda Selcan, “babamlara gidiyorum” dediğinde Kaan ilk kez itiraz etti.
- Hergün hergün babanlardasın. Benim tek başıma evde canım sıkılıyor.
- O zaman beraber gidelim, hem seni sorup duruyorlardı.
- Ya Selcan ben babanın yanında istediğim gibi oturamıyorum, sigara içemiyorum. Ben orada rahat edemiyorum. Ne olur bu akşamda evimizde otursan.
Selcan, “peki öyle olsun deyip evinde kaldı.”
- Ne içersin, çay kahve ne yapayım?
- Valla canım bir şey istemiyor. Sen ne istersen yap bende bir bardak bir şey içerim.
Selcan çay demledi. Kaan her zaman ki gibi 1-2 bardak çay içti. Selcan Kaan’a sitem etti.
- Koca çaydanlık çayı demliyorum içtiğin 1-2 bardak çay. Gerisi arıya gidiyor, yazık değil mi bunca çaya?
- Yahu hatun sende az demle. Biliyorsun ki ben en fazla 2 bardak çay içerim.
- İyi de ben seviyorum çayı.
- O zaman şikayet etme iç, sana afiyet olsun.
- İyi de tek başına da içilmiyor ki. Yanında birisi daha içecek ki tadı çıksın. Hem maşallah senin sohbetine de doyum olmuyor yani.
- Tamam hanım konuşalım ama ne konuşalım. Bana konu komşunun dedikodusunu yapma, biliyorsun sevmem. Siyaset konuşalım desem anlamıyorum diyorsun. Kitaptan konuşalım beraber kitap okuyalım desem sevmiyorsun. Televizyondaki televole programlarını konuşacaksak onu da ben sevmiyorum. Haydi gel o zaman seninle film seyredelim.
- Seninle ne zaman konuşuldu ki zaten. Sen bana gelince konuşacak konu bulamazsın ama arkadaşların geldi mi bülbül kesilir susmazsın.
- İyi de onlarla siyaset konuşuyoruz, spor konuşuyoruz onların ilgi alanlarını filan konuşuyoruz. Benim ilgi alanım dışına çıkıldığı zaman dikkat et ben yine susuyorum, konuşmuyorum.
Tartışma devam edecekken kapı zili çaldı. Gelen yine Münevver hanımdı. Kısa bir süre hoşgeldin faslından sonra Kaan kadınları başbaşa bırakmak amacıyla yine odasına çekilip kitap okumaya başladı. Ne kadar kitap okudu bilmiyordu ama bildiği bir şey varsa gecenin ilerleyen vakitlerinde eşinin yanına geldiği idi.
Münevver hanımın Kaan’lara geliş gidişleri sıklaşmış nerdeyse hergün Selcan Münevver hanımla birlikte ya annesigilde ya da Münevver hanım Selcan’ın annesiyle birlikte Kaanlardaydılar.
Kaan bu durumdan son derece rahatsız olmaya başlamıştı. Onların her gelişlerinde yanlarında rahat edemediği için artık kahvehaneye gitmeye başlamıştı. Her akşam her akşam kahvenin yolunu tutmaya başlamıştı.
Yine kayınvalidesinin ve Münevver hanımın Kaanlarda olduğu bir akşam Kaan yine kahveye çıktı. Hafta sonu olduğu için kahve çok kalabalıktı. O zamana kadar kahve hayatı bilmeyen Kaan kısa sürede bir sürü arkadaş edinmişti. Birlikte kağıt oyunları, okey oynayarak vakit öldürüyorlardı. Fakat bu haftasonu gecesi arkadaşları oyunu kısa tutmuşlardı.
- Bu son oyun arkadaşlar. Bu elden sonra uçuyoruz.
-
Kaan şaşkın şaşkın bakarak,
- Hayrola nereye uçuyoruz?
- Gelirsen sende gel ZG şehirindeki diskoteğe gideceğiz.
- Yok sağolun ben almayım. Size iyi eğlenceler.
- İyi ya sen bilirsin
Bu durum aylarca böyle devam edip durdu. Bir hafta sonu bir arkadaşı diğer arkadaşları tarafından ekilmişti. Bu onun çok zoruna gitmişti. Arabası olsa belli ki tek başına gidecekti. Kaanın yanına gelerek birlikte gitmeyi teklif etti. Kaan gitmek istemiyordu fakat arkadaşı üsteledi. Arkadaşının diğer arkadaşları tarafından ekildiği için kalbinin kırıldığını gören Kaan arkadaşının moralini düzeltebilmek için razı oldu ama fazla geç kalmamak şartını da ileri sürdü. Arkadaşının şartı kabul etmekten başka çaresi zaten yoktu. Kaan eşini arayarak geç geleceğini arkadaşlarıyla diskoya gideceğini söyledi. Onun bu davranışını arkadaşı bıyık altından gülerek izledi.
O gece beraber diskoteğe gittiler. İlk defa gittiği yerde yabancılık çekti. Kimi insanlar müzik eşliğinde dans ederlerken kimileri de barda hep içkilerini içip hem sohbet ediyorlardı. Beraber gittiği arkadaşı kısa sürede bir bayanla sohbete başlamıştı bile. Kaan için sıkıcı bir gece olacağa benziyordu. Nitekim öyle de olmuştu. Belli bir vakitte döneceklerine dair anlaşmalarına rağmen aldığı alkolünde etkisiyle arkadaşı dönmek istemiyordu. Kaan’da çaresiz arkadaşını beklemek zorunda kalmıştı. Sabah 4 gibi diskotek kapanırken Kaan’ın arkadaşı Kaanla dönmeyeceğini barda tanıştığı bayanın evine gideceğini söyledi. Kaan fena halde kızmıştı. “Ne halin varsa gör deyip” onu orada bıraktığı gibi evinin yolunu tuttu.
Eve geldiğinde eşinin uyumuş olduğunu gördü. Kalktığında kendisini bekleyen kavgadan habersiz sesizce pijamalarını giyip yattı. Geç yatmasına rağmen evde bir gürültüyle uyandı. Selcan süpürge makinesini çalıştırmış yatak odalarını süpürüyordu.
- Ya şunu biraz ertelesen, ben kalktıktan sonra yapsan olmaz mı?
- Ooooo beyimizin keyfinin olmasını mı bekleyeceğiz yani temizlik yapmak için? Erken gelip erken yataydın. Benim işim var, öğleden sonra misafirim gelecek. Kadınlar bizde toplanacağız. Daha yapacak bir sürü işim var. Senin keyfinin olmasını bekleyemem.
Kaan, “La havle” çekerek doğruldu. Uyuyamayacağını anlamıştı.
- Kadınlar gelecekte ben ne yapacağım, nereye gideceğim.
- Her zaman ki gibi git kahvehanene. Sana birşey diyen mi var?
- Ya hatun yapma, ben hergün hergün kahvede ne yapıcam? Orada söğüt gölgesinde oturmuyorsun. Her kahveye gidişim masraf.
- Bugünlük masrafından birşey olmaz. Hergün gidiyorsun masraf olmuyor da bugün gidince mi masraf oluyor?
- Ya zaten bende bu konuyu seninle konuşmam lazım. Siz kadınlar hergün evde oturuyorsunuz iyi hoş da ben evimde niye oturamıyorum. Biz neden birlikte vakit geçiremiyoruz?
- Sen demiyor muydun biz seninle konuşacak konu bulamıyoruz diye. Git kahveye arkadaşlarınla dilediğin konuyu konuş.
Kaan işin sonunun kavga olduğunu görünce üstünü giyindiği gibi soluğu kahvede aldı. Oyuna dördüncü arayan bir masadan çağırdılar. Masaya oturup akşama kadar kağıt oynadı. Kimseyle fazla konuşmadı. Eve döndüğünde şiddetli bir kavga ettiler. Kavgaları misafir yüzünden kısa kesildi ya da o öyle sanmıştı. Misafir gelince bu kez hiç bir yere gitmedi. Onlarla salonda kaldı. Hatta televizyon kumandasını eline alıp habire zapping yaptı.
Münevver hanım, “X kanalda filanca dizi var onu açar mısın? Benim herif bana seyrettirmiyor. Ne olur ona bakalım.”
- İyi de başka kanalda da benim dizim var. Kusura bakmayın ben kendi dizimi izleyeceğim.
-
Selcan hemen atıldı.
- O diziye bende bakacağım. Biz onu izlemek istiyoruz. Hem birazdan annemde gelecek. İstersen sen babamın yanına git orada bak.
- Ya iyi de babanda başka diziye bakıyor. Onun yanında da bakamam ben dizime.
Tam o sırada Selcanın annesi de geliverdi. Doğal olarak Kaan ya kahveye gidecekti ya da sessizce onların dizisini seyredecekti. Kaan sabırla onlarla aynı dizi seyretmeyi seçti. Bütün gece Selcan gözlerinin içine imalı imalı bakıp durdu. Ama Kaan oralı bile olmadı.
Ertesi günü Kaan serbest istihdam bürolarını gezerek iş aradı. Akşam eve geldiğinde eşini yine telaş içerisinde buldu.
- Ne oldu yine ne var?
- Korkma korkma bu akşam evinde, televizyonunda senin. Bu akşam annem, ben ve Münevver abla yengemlere oturmaya gideceğiz.
- Ya sen benim yerime Münevver ablanla evlenseydin ya? Ya da hiç evlenmeyip evinde kalsaydın her akşam yine Münevver ablanla birlikte olurdunuz. İstersen yatağa da benim yerime Münevver ablanı al!
- Tövbe estağfurulah tövbe tövbe, o nasıl söz Kaan. Ayıp ayıp duymamış olayım.
- Yav duy, bir kerede duy ne olur. hergün hergün bıktım artık. Birgün de evimde ailemle bir akşam geçirmek istiyorum. Çok mu şey istiyorum Allah aşkına ya?
- Söz yarın baş başa kalıcaz. Bugünde evi de televizyonu da sana bırakıyoruz. Hem bak gitmezsek onlar yine buraya gelirler.
-
Tehdidi duyan Kaan, “Ne haliniz varsa görün” diyerek isteksizce kabullenmek zorunda kaldı. Tesellisi dilediğince televizyon seyretmek olmuştu.
O günden sonra birkaç gün gelen giden olmadı. Kaan akşamlarını evinde ailesiyle geçirdi. Hatta bir akşam eşiyle karşılıklı oturup bunun böyle devam edemeyeceğini bu durumdan huzursuz olduğunu eşine söyledi.
Selcan,
- Şuradan çıkıp geliyor. Tanrı misafirine gelme mi diyeyim? Siz böyle mi öğrendiniz? Kusura bakma ben bir şey diyemem. Utanmaz sıkılmazsan sen kendin söylersin.
La havle çeken Kaan susmak zorunda kaldı. Bir kaç gün gelen giden olmadı. Cumartesi akşamı kapı çaldı. Gelen tabii ki Münevver hanımdı. Kaan kendisine kahve yolunun gözüktüğünü anlamıştı. Sessizce çeketini alıp evden çıkıp kahvenin yolunu tuttu.
Kahve haftasonu olduğu için yine kalabılıktı. Gece 23’e kadar oyunlar oynandı, biraz şamata yapıldı. Saat 23 gibi haydi gidelim dediler. Kaan bön bön onlara bakıp “nereye” diye sordu. “Geçenlerde senin de geldiğin diskoya. Sen nasıl olsa alkol almıyorsun bizim şöförümüz ol” dediler. Kaan gitmek istemedi ama ısrar üzerine kabul etmek zorunda kaldı. Evini arayarak, “Arkadaşlar zorla diskoya götürmek istiyorlar. Gecikirsem merak etme, sen yat uyu”
Gecenin uzun olduğunu düşünen Selcan “Peki canım git” dedi.
Arkadaşlarının şöförlüğünü yapan Kaan diskoda bütün gece insanları inceleyip durdu. İnsanlar nasıl bu kadar eğlenebiliyorlardı? Birbirini tanımayan insanlar birbirleriyle ne konuşurlardı? Nasıl bu kadar çılgınca eğlenebiliyorlardı? Bunların hiç mi sorunları yoktu? Her hafta diskotekte harcayacak parayı nereden buluyorlardı? Bütün gece düşündü durdu.
Artık Kaan her hafta sonu arkadaşlarının şöförlüğünü yapıyordu. Diskotekde bir köşeye çekilip arkadaşlarının ısmarladığı kolasını içerken insanları gözlemliyordu. Bir gece yine Kaan içeceğini içerken bir kadın yanına kadar gelerek dans edelim teklifinde bulundu. O güne kadar dans nedir bilmeyen Kaan teşekkür ederek teklifi geri çevirdi. Teklifi geri çevrilen kadın şaşırmıştı. 48’li yaşlarda olmasına rağmen gayet alımlı,şuh, hoş güzel bir bayandı. Reddedilmeye belli ki alışkın değildi. Daha sonraki haftalarda şansını bir kaç kez daha denedi ama her seferinde geri çevrilince nedenini sordu. Aldığı cevap karşısında önce şaşırıp daha sonra kahkahalarla güldü. Kaan kadına dans etmesini bilmediğini söylemişti. Bu kez kadın oturup beraber bir şeyler içelim deyince Kaan yeterli Hollandacasının olmadığını söyledi. Kadın Kaanın kendisini baştan savmak istediğini sandı. Kaanın yanından uzaklaştı ama Kaanı göz hapsinde tutmaya da devam etti. Kaanın Türklerden başka kimseyle konuşmadığını görünce de inandı.
Aylar böyle geçip giderken Kaan diskonun müdavimleri arasındaki yerini almıştı. Artık hiç kimse onu rahatsız etmiyordu. Herkes onu içine kapanık biri olarak görmüştü ve onu kendi haline bırakıyorlardı.
Diskotekte haftlar böyle geçip giderken birgün diskoteğe bir Türk bayan geldi. Kısa sürede bütün Türk erkeklerinin gözü onun üzerine çevrilmişti. O ise bütün Türk erkekleriyle adeta oynuyordu. Her hafta biriyle çıkıyor, biriyle dans ederken de bir başkasını kesmeye başlıyordu. Nerdeyse diskotekde bulunan bütün Türk erkekleriyle çıkmıştı. Gözü Kaanın üzerindeydi. Kaanla tanışmak için fırsatlar kollamış, dans ederken guya kazara Kaana çarpmış filan ama hiç biri işe yaramamıştı.
Kaçan kovalanır sözü misali adeta Kaanı göz hapsine almıştı. Kaanda kendisine olan ilginin farkındaydı. Farkına dahi varmadan bir başka bayan tarafından beğenilmiş olmanın nefsine verdiği bir gurur ve kibir içerisine düşmüştü. Bir gece arkadaşı Kaanın yanına gelip kendisini takip etmesini istedi. Kaan şaşkınca arkadaşını takip etti. Arkadaşı Türk bayanın yanında durunca kendisini bayanla tanıştırdı.
- Kaancığım bu Mehtap hanım. Mehtap hanım arkadaşım Kaan. Haydi siz biraz sohbet ederken benim bir işim var. Yalnız kalmamış olursunuz. Kaanla Mehtap kısa bir süre sessizce durdular. Sessizliği Mehtap bozdu.
- Nerede oturyorsunuz?
- XY şehrinde, ya siz?
- Bende E şehrinde kalıyorum. Tanıştığımıza memnun oldum.
- Sağolun, bende memnun oldum.
-
Kısa süren bir sessizlikten sonra Mehtap Kaana dönerek,
- Genelde erkekler sorar ama dans edelim mi?
Kaan kızarmıştı. Onun bu mahcup hali sanki Mehtabı daha çok kamçılıyordu. Elinde olmadan içinde Kaanı elde etme isteği beliriyordu. Kaan özür dileyerek dans etmesini bilmediğini söyledi.
- Aaaa dans etmesinde ne var canııııım. Olduğun yerde sağa sola sallan işte sana dans.
Kaan çaresiz kabul etmek zorunda kalmıştı. Tam onlar dansa kalkarken hızlı çalan müzik birden slova dönüşmüştü. Mehtap hiç çekinmeden kollarını Kaanın boynuna dolamış Kaanda çaresizce iki eliyle Mehtabın belinden tutmuştu. Onları bu halde dans ederken gören arkadaşları birbirlerini dürterek göz işaretiyle Kaanı bir birlerine gösteriyorlardı.
Kaanın bu çekingen tavırları 3-5 hafta devam etti. Arkadaşları Kaana daha atik davranması konusunda taktikler verdiler. Ama bu taktikler Kaana pek yardım etmedi. Sonunda bir gün Mehtap,
- Senin kaldığın şehir benim oturduğum şehre yakınmış. Birgün buyur gel bir kahvemi iç.
- Kısmetse neden olmasın.
- O halde birbirimize telefon numaralarımızı verelim. Uygun olduğum bir gün seni ararım. Sen ne zaman istersen beni arayabilirsin.
Birbirlerine telefon numaralarını verdiler. O güne kadar telefonunda eşi ve akrabalarından başka hiçbir yabancı kadının ismi olmamıştı. İsmi nasıl kayıt edeceğini düşünürken aklına Deniz ismi geldi. Hem erkek hem bayan ismi idi. Selcan imkanı yok anlayamazdı. Gecenin sonunda tekrar görüşmek dilekleriyle ayrıldılar.
Ertesi günü Pazardı ve Kaan biraz geç kalkmıştı. Eşi çoğu zaman olduğu gibi yine evde yoktu. Bu sırada telefonu çaldı. Arayan Mehtaptı. Kısa bir hal hatırdan sonra Mehtap onu kahve içmeye evine davet etti. Öğleden sonra akşam üzeri 5 gibi sözleştiler. Telefonu kapattığında dış kapının sesini duydu. Selcan eve dönmüştü. Selcan eşinin kalkıp kalkmadığını kontrol için yukarı çıkmıştı. Eşini gören Kaan,
- Ne var ne yok
- İyilik, sana bir müjdem var.
- Hayırdır ne mujdesi?
- Beni işe çağırdılar. Pazartesi işbaşı yapacağım ne diyorsun? Hem sosyaldan da kurtulmuş oluruz. İnşallah kısa zamanda sende iş bulursan eve çift maaş girmiş olur. Fena mı olur?
Karısının belki Münevver hanımla olan gel gitlerinde azalma olur ihtimaliyle rıza gösterdi. Hem eşi yanlış bir şey de söylemiyordu. Kendisi de bir an önce iş bulmalıydı. Bu böyle devam edemezdi. Eşi kahvaltı hazırlarken Kaan duşunu yaptı. Kahvaltısını yapıp randevusuna gitmek için kahveye gider gibi evden çıktı. Yolda telefon ederek adresi aldı. Adresi bulmakta zorluk çekmedi. Gittiğinde kahvesi hazırdı. İlk anlar biraz mesafeli olsa da daha sonra yakınlaşmalar başladı. Mehtap ona cesaret verici şekilde davranıyordu. Ama Kaanda yine bir çekingenlik vardı. Mehtap daha cesur davranarak Kaanı dudaklarından öptü. Kısa süren bir öpüşmeden sonra Kaan kızarmış bir şekilde sessizce öylece kalakaldı. Bir süre daha havadan sudan bahsettikten sonra Kaan müsade isteyip tekrar görüşmek dilekleriyle ayrıldı.
Pazartesi günü Selcan işe başlamıştı.Kaan da o gün erkenden uyanıvermişti. Sabah 10 gibi Mehtapdan telefon geldi. Sabah kahvesini birlikte içmeyi öneriyordu. Kabul etti, hemen üstünü giyerek yola koyuldu. Mehtaba vardığında mehtabı şefaf pembe bir gecelik içerisinde vucut hatları belirgin halde buldu. Göğüs boşluğundan aşağıya doğru ılık ılık bir şeylerin aktığını hissetti. Mehtap daha kapıyı kapar kapamaz Kaanı duadaklarından öpmeye başladı. İkisi de arzulu ve şehvetli bir şekilde öpüşmeye başlamışlamışlardı. Mehtabın üzerindeki gecelik bir tüy hafifliğinde üzerinden aşağıya doğru kayıvermişti. Sanki ikisi de şehvetin peçesine tutulmuş gibi hareket ediyorlardı. Birden Kaan kendisini geri çekip Mehtaba baktı. Mehtap karşısında çırılçıplak duruyordu. Bir an ne yapacağını bilememezlik içerisinde donup kaldı. Mehtap,
- Ne var, ne oldu? Neden durdun?
- Kusura bakma yapamayacağım.
- Ne? ? ?
Soru dolu bakışlarla Kaanı izlemeye koyuldu. Kaan usulca koltuğa oturdu. Mehtabın gözlerine bakmaya cesaret edemeden ve gözlerini yere dikerek usulca konuşmaya başladı.
-Kusura bakma yapamayacağım. Ben bugüne kadar eşimi hiç aldatmadım ve eşimi çok seviyorum. Ben bugün buraya gelene kadar hep şu soruyu sordum. Ben ne yapıyorum ve ne yapmaya gidiyorum?
- Canım sende fazla kurcalama. Beni beğenmiş beni sevmiş olamaz mısın? Yada ben seni beğenmiş seni sevmiş olamaz mıyım?
Sevmek mi? Seni mi? Bırak Allah aşkına ya. Sen sevgiden ne anlarsın ki. Ben sana değil ben kendime soruyorum senin yanında ne aradığımı?
- Eeee buldun mu bari cevabını?
- Sanırım buldum. Bir başkası tarafından beğenilmiş olmanın nefsime verdiği sarhoşluk, gurur ve kibirden başka bir şey değil. Biliyor musun şu an yüreğim yanıyor. Göğüs kafesim kalbime dar geliyor!
- Dar mı geliyor? O da ne demek ya?
- Şu an şu saatte eşim işte. Eşim evimizin nafakasını kazanabilmek için şu an alınteri dökerken ben burada seninle sevişmeye geliyorum. İşte bunun için yüreğimde sonsuz bir ateş, nefsimle vicdanım arasında sonu gelemeyecek bir hesaplaşma ve bu hesaplaşmanın altında kalan ben varım. Kusura bakma ben seninle beklediğin şeyi yapamam.
- Bu devirde böyle erkekler var mıymış ya?
- Var mı, yok mu bilemem. Ama bildiğim bir şey varsa duyduğum vicdan azabından dolayı her an öleblirim. Biz bugünü hiç yaşamadık farzedelim. Ne sen beni tanıdın ne ben seni tanıdım. Aman Allahım hala inanamıyorum. Eşim orada rızkımızın peşinde koşarken ben burada nasıl senin koynuna girerek onu aldatma gafletıne düşebildim. Ne olur kusuruma bakma, verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür diliyorum. Aman Allahım bu nasıl bir ateş böyle! Göğsüm yanıyor, göğsüm yanıyor...
21 - 08 - 2014
Seyit Burhaneddin KekeçKayıt Tarihi : 21.8.2014 13:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!