Baharın gelişiyle birlikte canlanan tabiat biz canlılara binbir çeşit nimetiyle ikramda bulunmak ister. Önce çiçekler açar kırlarda rengarenk, otlar çimenler yeşil tonlarının en canlısıyla halılar serer ayaklarımıza. Rüzgar şefkat dolu busesiyle yanağımıza dokunup, saçlarımızı okşar hafiften… dereler şarkılar söyleyerek gözünü açmaya çalışan bitkilere su yetiştirir durmadan. Bahçelerde, tarlalarda toprak ananın koynunda besleyip büyüttüğü küçücük tohumdan nasıl da harikalar meydana geldiğini görürüz bizler de. Çoğu nebatat gözümüze hoş göründüğü gibi tatlı, baharlı, limoni ve daha çeşitli kokularıyla içimize dolarak beynimizde belli bölgelere ulaşıp, bizi bambaşka dünyalara götürürler. Güller başlıbaşına bir yazı konusudur zaten. Çeşitleri, mor, kırmızı, sarı, beyaz, pembenin her tonundan oluşan renkleri ile çiçekler dünyasında en önemli mevkiye yerleşmiş gibidirler. Hanımelleri adı üstünde kibar bir bayanın satın alınmakla elde edilemeyecek parfümle kokulanmış, öpülmesi için uzatılmış narin elidir sanki. Rüzgar topraktan yetişenlere şöyle bir dokununca çiçekler hep birden nazlı nazlı sallanır, kokuları etrafa dalga dalga yayılıverir.
Sebzeler de ayrı bir dünyadır tabii. Kıpkırmızı domatesler, kocaman kabak çiçekleri, acı biberler..
Kokusu güzel olanları severiz doğal olarak. Tadı güzel olanları da. Fakat acı biberleri neden yeriz? Dilimiz yana yana, canımız acıyarak, sanki kendimize eziyet etmek istermiş gibi kilo kilo tüketiriz?
Ya soğanla sarımsak? Sağlık açısından faydalı oldukları biliniyor elbet ama canımızın çekmesine ne demeli? Baharda toplanmış tazecik yeşil soğanlar, çiçek demeti gibi bağlanmış iri dişli sarımsaklar, yahut kuru fasulyenin yanına bir baş kuru soğan… bu ikisini yemiş olan birisi yanımıza gelse kaçacak yer aramaz mıyız? Annem sarımsağın kokusuna dayanamazdı, aşırı hassastı buna karşı. Komşulardan bir hanım da onun bu özelliğini bildiğinden şaka yapmak istemiş,sokak kapısının aralıklarına sarımsak sürmüştü. Annem dışarıdan gelip kapıyı açmaya çalışırken kokudan neredeyse bayılacak hale gelmiş te temizlemek için günlerce çamaşır sularıyla silmişti. Komşu kadınlar da katıla katıla gülmüşlerdi onun bu haline.
Sarımsak ve soğan, bazı insanlar katlanamasa da birçoğumuz için canımızın çektiği yiyeceklerdendir.
Soğan bitkisinin kokusu ile görüntüsü arasındaki zıtlık ilginiz çekti mi hiç?
Onu elimize alıp bir çiçek gibi koklamak istemeyiz elbet. Fakat seyretmesi hoştur. Yeşil yaprakları kendine özgü beyaz gövdesi ile ne güzel görünür. Ya bir de tohumlanıp çiçeğe dönmüşse? Uzun gövdesinin üzerinde minik çiçeklerden oluşmuş kocaman renkli bir top. Beyazdan lilaya, pembe ve mora değişen renkleri ile bir sağa bir sola yalpalayıp durur. Kötü kokan bir bitkinin üzerinde bu kadar gözalıcı çiçek nasıl olur diyebiliriz belki. Çiçek ve soğan.. Tersinden alalım: Soğan ve çiçek. Çiçek tohumları soğanı oluştururken, soğanlar da bazen çok güzel çiçekleri oluşturabilirler. Bir devre adını ve yaşama tılsımını veren rengarenk laleleri düşünelim. ……
Osmanlı tarihinde 1718-1730 yılları arasında geçen süre Lale Devri adıyla anılır.III. Ahmet ve özellikle onun Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Lale Devrinin başlamasına sebep olan iki devlet yöneticisidir. Bu devirde, Batı'dan gelen bazı yeniliklerin memlekete girmesi saray halkının ve çevresindeki zenginlerin yaşam tarzını değiştirmiş Lale merakı da bu yeniliklerle birlikte belirmiştir. Asıl vatanı Kazakistan olmakla birlikte batıya kaymış olan bu güzel çiçeğe sahip olmak isteyen Osmanlı, yabancı memleketlerden soğanlar getirmeye başladı.Öyle ki; 'Mahbup' adı verilen bir lalenin soğanı 500 altına satılırdı. Soğan deyip geçtiğimiz bir bitki, öylesine değer kazanmıştı ki, 'Lale Devri' olarak anılacak bir sürece adını vermiş, soğan ve çiçek ikilemine şiirler yazılmış, şarkılar söylenmiş, edebiyatımızda mümtaz yerini aldığı gibi sanat dallarında da çok önemli bir konuma kavuşmuştur.
İnsanoğlu ve soğan beraberliği kainat yaratılalı ve insanoğlu onun üzerinde hayat sürmeye başlayalı beri bir sevda şeklinde devam ede gelmiştir. Kimi zaman çiçeğe dönüşen bir güzellik, kimi zaman da tuhaf bir lezzeti olan yiyecek olarak.
Bu güzel ve nadide çiçekler kupkuru bir soğan iken nasıl da dillere destan, şarkılara şiirlere konu olup, tarihin derinliklerine damgasını vuracak güzelliğe bürünüveriyorlar?
Meryem ŞahinKayıt Tarihi : 26.6.2006 21:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!