Düşüme yıkıcı bir ihtilal gibi girdin Jordanka Andonova
çoktan unutmuştum seni usulca tükenen bu yaşamda
demek böyle oluyormuş yaşlar biraz ileri gidince
bir suskun yağmur gibi hüküm sürerken yalnızlık
durup durup eskimiş günler anımsanıyormuş
Bakırköy de görmüştüm seni bir kafede
beklenmeyen güzel bir rastlantı içinde
nasıl olduysa yan yana gelip konuşmuştuk
yakınlaşmıştık yarım yamalak kelimelerde
sen Türkçe bilmiyordun ben Bulgarca
çat pat İngilizce biraz da Tarzanca
senin ise bilmediğin dil yoktu nerdeyse
Rusça İngilizce ve Fransızca
sonra Mayna’da yemek yemiştik
birazda kırmızı şarap içmiştik
hatırlıyorum soğuktu kar yağıyordu İstanbul’da
Fahriye’ye de tutulmamıştım daha o sıralarda
Birkaç şey vardı sanki hatırladığım senden kalan
kalktım hiç üşenmeden karıştırdım çekmeceleri
sonunda buldum orada duruyordu aradıklarım
iki solmuş fotoğraf bir yağlıboya resim
yıllardır adresini ve telefon numaranı saklayan defterim
Levski Garaj Sofya Bulgaristan yaşadığın yer
caddeyi ve kapı numarasını söylemesem kim ne der
hala orada mı yaşıyorsun bilmem
beni anımsıyor musun geçen yılların içinden
Sadece ikimiz varız fotoğraflarda iç içe girmişiz
birbirimize sabırsız iki toy gibiyiz
yaşım otuz yedi aklar yer etmemiş daha saçlarımda
senin omuzlarında ise uzun uzun dökülen lepiska
resimlerin arkalarında tarihler ve notlar var
aşk arayan iki umarsızın anlatabildiği kadar
Birinci Fotoğraf
On altı ocak bin dokuz yüz doksan bir
Bakırköy Marina Küpeşte Bar
kalabalıktan belli ki gece vakti
başını omuzuma yaslamışsın
saçlarını salmışsın yüzünde bir sevinç
sonra için için gülen gözlerim
elini avucumda tutmuşum
yarısı boşalmış iki kadeh
içini aşkla doldurduğum
İkinci Fotoğraf
On dört şubat bin dokuz yüz doksan bir
bir şehir hatları vapurunun üst güvertesi
hava kararmış soğuk bir akşam üstü
az ilerimizde Galata Köprüsü
sokulmuşuz iyice birbirimize
uçuşan saçların elinde yarım bir simit
hani martılarla paylaştığın
sonra benim elim avucunda ısıttığın
Yağlı Boya Tablo
Hazan hükmünde renkler
hayal meyal bir orman
güneş sarısına koşan yapraklar
yan yana duran iki ağaç
dalları birbirine karışmış
kavuşmalar mahşere kalmış
ikimize benzetirdin
biri sen derdin biri ben
Sofya’dan trenler gelirdi İstanbul’a
seninle bir sevinç inerdi Sirkeci Gar’ına
sessiz bir sonbahar gibi
yüreğinde yanan ateş
sarı saçlarında hazan rüzgarları
gözlerinde sararmış yapraklar
teninde başımı döndüren kokun
ben sana kör kütük sarhoş olurdum
kulağımı yalarken ılık nefesin
Sofya kokuyorum derdin
Kayıt Tarihi : 12.1.2022 11:48:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!