KEREM YÜCE SİYAH ŞİİRLERİ

KEREM YÜCE SİYAH ŞİİRLERİ

Kerem Yüce

Her dem hüzün çiçekleri açar senden kalan bahçede ve bir kelebek gelir konar,kanadından belli yeni yetme; alır taşır tüylerinde kokunu ayrılıkların uğramadığı,gam tutmamış pencere önlerine.Renkler sığınır zamanla çaresizliğin siyah beyazlığına ve boyanır şehir...Siyah bulutların harmanından damlar beyaz yağmurlar,bir tabut kalkar beyaz gelinliği üstünde,siyahlara bürünmüş kalabalığın ellerinden ve bana o köpeğin siyah-beyaz gözlerinden bakmak kalır dünyaya...Beyaz bir kağıdın üstüne siyah kalemle,sonu elvedayla biten kısa mektuplarla o kadar çok istedim ki gelmeyi yanına.Gözümü her kapattığımda siyah bir melek beni kucaklamaya,bense seni bir kez de olsa görmeye geliyordum; gözümü her açtığımdaysa beyaz önlüklü bir doktor dikiliyordu başucumda.Bilirim burda gece olunca gökyüzünde olmaz karanlıklar,yıldızlar yakar lambalarını,ay ışıtır o beyaz ışığıyla bulunduğun yeri,banaysa kalır beyaza küsen siyahlar...Siyah piyanonun beyaz tuşlarından çıkıyordu ezginin kırık dökük bestesi ve kulaklarımdaydı hala gittiğin günün senfonisi...
Ne çok korkardın yalnızlıktan,etrafındaki tanımadığın insan kalabalığından; suluyordum gözyaşlarımla toprağında açan hüzün çiçeklerini,korkma bak geldim yine,bir tanıdığın var tanımadığın insan kalabalığının içinde seni yalnız bırakmayan,beyaz mermerden üzerine siyah rakamlar konmuş mezar taşına sarılan.Kimse göremezken seni ben görüyordum; ,her dem etrafında yeni yetme bir kelebek dolaşırken mezar taşında yoktu adın...
..

Devamını Oku
Kerem Yüce

Pembe bir beren vardı ilk buluşmamızda ve onu tamamlayan siyah atkınla pembe eldivenlerin,soğuktan solmuş pembe yanakların,yüreklerimizde beraber çevirdiğimiz temiz bir sayfa...Omuz omuza yürürken tutamazdık oysa ellerimizi utancımızdan.Hayallerimiz vardı aynı sıralarda çözülmeye hazır problemlerle başlayan,aynı şehirlere taşınan.Mutlu olmamız için yetiyordu bu sokakları birlikte arşınlamak,izlerken dalgaların bizi karşılayışını simidimizin buğusunda dans eden martıların şarkılarını dinlemek,otobüste yanyana oturmak.Soğuktan kızaran kulaklarında salıncakta sallanan bir çocuk gibi keyifli duran küpelerinin aynı ritimle salınımları,dönüş yolunda gözlerinde izlediğim sırtında çantası okula giden küçük kız,örgülü saçlarında uçuşan kelebekli tokalar ve kırmızı çoraplarını saran üstü fiyonklu siyah ayakkabıları...Ayaklarının altında ufak bir iskemle mutfakta bulaşık yıkama,tuzunu atmayı unuttuğu ilk yemek yapma girişimi.Ve kurduğun ilk hayal; imrenerek baktığın yüreğinde ilk defa somut olarak beliren sevginin öğretmeninle kesişmesi,öğretmen olma hevesin.Eve dönüşlerde anlatmadan gözlerimizde izlediğimiz,alt yazısız hikayeler.Ürkek ceylanların keşfe hazır bölgelerde her türlü riski göze aldığı umut yolculuğuydu düşlerimiz.Parmaklarına dolanan pamuk şekeri,ikiye böldüğümüz kağıt helva ve sana ilk aldığım o kırmızı gül,biliyorum duruyordu hala kurumuş bir şekilde defterinin arasında.O son mektubundaki yalnızlığının sesi çınlıyordu hala kulaklarımda ve uzak diyarlardan gelmese de kokun insan hissedince huzurla karışık bir sıcaklık esiyor damarlarında.
Bir alo sesi duyabilmek için beklenirken kontörlü telefon kapılarında sadakatin saati vuruyordu on ikiyi,karışıyordu ayrılık uzaklığın getirdiği rüzgara.Yıllar sonra yine aynı sahile doğru yol alıyorum.Kulağında küpe bulunan delikanlı elinde birasıyla sarılmış bir kıza,martıların yerini almış karabataklar.Saçları uzun bir başka çocuk pembe gömleğiyle elinde cep telefonu yürüyor uzun adımlarla,bir araba yanaşıyor sahilde oturan iki kızın yanına,onlarda binip gidiyor kısa süreli bir sohbetten sonra.Anıları doldurup cebime ilerliyorum telefon kulübesine,cebimden çıkarıyorum jetonu belki sesini duyarım umuduyla.Kulübelerde değişmiş,jetonların yerini almış kartlar; bir jetona bakıyorum bir de sana o ilk çiçek aldığım yere.
Miadı dolmuş ve tedavülden kalkmış artık eski duygular.Siyah beyaz yalınsız ve yalansız hayaller yenik düşmüş gönüllerdeki renkli halisülasyonlara.Bense hala aynı siyah beyazlıkta,anılar hep ceplerimde,çünkü analogtu benim sevdam hazır değil dijitale...
..

Devamını Oku
Kerem Yüce

Boyalı suratlar sıkışmış fotoğraf albümüme,boyası yüzüyle birlikte akmış suratlar...İlk sayfada ben varım; bir kolum havada bir elim boşluğu sarıyor gibi duruyorum,sanki kendi omzuma elimi atıp kendimi sarmışım yıllar boyunca.Ufak bir çocuk oturmuş boşluğa,saçları kıvır kıvır,emziğe kaynamış dudakları,mavi yünden böcekli bir elbise,annesinin babasının kaybolmuşluğuna aldırmadan gülümsüyor objektife.Bir diğer resimde bükük dudağı,siyah önlük üstüne beyaz yakası,ellinde eskiden kaldığı belli rengi solmuş tırtık bir çanta,adım atıyor yalnızlığının sokağında.Çeviriyorum; bir sayfa bir sayfa daha en son sayfaya geliyorum.Yaklaşık bir ay önce çekilmiş bir resim ve henuz boya değmemiş tek resim bu koca albümde.Hayatın gerçek siyah beyazlığında,karanlıkta çekilse de parlıyor beyazlamış saçları,belli ki acıya gülümsediği ilk ve son resim bu.Hepsinden farklı; kayıp eşyaların havasında,hasret akan gözlerin küçülmüş gözbebekleri çıkıyor ön plana.Tekrar başa dönüyorum çevirip sona geliyorum daha da hızlanıyorum ama yok,neredeydi senin resimlerin? Oysa son resmi koyana kadar her gece bakardım doya doya...Anlıyordum ki gerçek olan tek bir resim varmış,son koyduğum resim ve o resmi görünce gerçekliğimle birlikte akmış bütün boyalı suratlar.Bense bugüne kadar bir ressamın paletinden çıkan resimlere can vermişim halbuki verdiğim bu canla tüm sevdiklerimi o ressamın tualine gizlemişim...
..

Devamını Oku
Kerem Yüce

Yaralanmıştı; beklemediği bir anda gelen telefon ve karşısındaki ses ona şuana kadar tatmadığı bir yarayı tattırmıştı.Artık sevmediğini söylüyordu karşısındaki ses ve böyle bitmesi gerektiğini,son sözse ''herşey için teşekkür ederim'' olmuştu.Bu onun ayrılıktan aldığı ilk darbeydi,kabullenemedi ama tek bir kelime de düşmedi dudaklarından.Çünkü böyle bir anda ne diyeceğini hiç bilmiyordu.Telefonu kapattı ve kapatmasıyla duvara fırlatması bir olmuştu.Çöküp kaldığı koltuğunda öfkeyle karışık gözyaşları süzülüyordu gözlerinden.''Değmezmiş,etrafımdakiler çok haklıymış'' diye kendini avutup unutmaya çalıştıkça daha da çok hatırlanırdı unutulmak istenen insan,ona da aynısı oldu.İki gün geçmişti ama hala aynı yerdeydi; aynı öfkeyle sarsılıp gözyaşları döküyordu.Farklı,bugüne kadar yapmadığı birşey yaparsa herşeyi unutacağına inandırmıştı kendini.O esnada televizyonda gördüğü belgesel beyninde yeni bir düşünce oluşturmuştu.Hem tanıdıklarıyla karşılaşmayacak,bu karşılaşmada kimse onu hatırlatacak soruyu sormayacak hem de beyninde patlayan o acı kahkahadan kurtulacaktı.Hemen odasına çıkıp valizini topladı,dedesinden kalan av tüfeğini duvardan indirip temizleyip omuzuna taktı.Yola çıkma zamanı gelmişti.Bu yolculukta bahçelerindeki Pen adlı köpeği ona eşlik edecek ve kıştan kışa uğradıkları dağ evine yerleşeceklerdi.Yola çıktılar,dağ eteklerine vardıklarında ilk işi Pen'le birlikte ormanın içine girmek olmuştu.Avlanacaktı,avlanırken artan adrenalininde boğulup herşeyi unutacak ve yeni bir sayfa açacaktı hayatın içinde.Gökyüzünde iki kuşun dans eder gibi yanyana uçtuğunu gördü ve doğrulttu tüfeğini gökyüzüne.O ağaçlardan sekip ormanın yamaçlarında patlayan sesin ardından Pen hızlıca koşmaya başladı ve bir süre sonra Pen ağzının arasında bir kuşla geldi ama henüz canlıydı,üstelik siyah çizgili gövdesinde ne bir kan lekesi ne de bir saçma deliği yoktu.Şaşırmıştı; Pen'in yerde gördüğü ilk kuşun üstüne saldırdığını ve alıp geldiğini düşündü ve ormanın içine doğru ilerledi çünkü o kuşlardan birini vurduğunu görmüştü.Dikkatli dikkatli sağına soluna bakıyordu ufak adımlarla ilerlerken.Gerçekten de başka bir kuş görünmüyordu etrafta,arkasını döndü henüz bir iki adım atmıştı ki sağ elinin üzerinden sıcak birşeyin parmaklarına doğru süzüldüğünü hissetti.Bu kandı,çalıların arasından geçerken dikenli bir bitkinin elini yırtmış olabileceğini düşündü.Önce sağ elini inceledi ve sonra diğer elindeki kuşu yere bırakıp sol elini...İki elinde de hiçbir çizik,yaralanma izi yoktu.Başını havaya doğru kaldırdığında gerçekle karşılaştı.Biraz önce vurduğu kuş yaralanmış bir şekilde dalların arasındaydı ve o kan lekesinin sebebini ararken yere bıraktığı diğer kuş ta uçup yaralı kuşun hemen yanına konmuştu.Kendi ayrılığında öfkeyle taşan gözyaşları bu sefer sebep olduğu bir ayrılık için acıyla taşıyordu gözlerinden.Htasını anlamış ve o kuşun ölmemesi için dua ediyordu.Ağaca tırmanıp yaralı kuşa ulaştı,biraz önce bıraktığı kuşsa acı haykırışlarla tepelerinde uçuyordu.Eve geldiler; neyseki kanadından vurulmuştu şanslı olduğunu hissetti ve yaralı kuşun kanadına pansuman yapmaya başladı.
Bir hafta olmuştu; her gün pansuman yapıyor sabahları uyanır uyanmaz yaraladığı kuşun yanına gidip kanadının durumuna bakıyordu.Onuncu günün sabahı kanat sesleriyle uyandı.İyileşmişti ve kanat çırpıyordu,hiç bir sabah bu kadar keyifli kalktığını hatırlamıyordu.O kadar sevinçliydi ki hatasını telafi edebilmenin verdiği o keyifle mutluluk şarkıları söylüyordu.İyileşen kuşu avuçlarının arasına alıp bir öpücük kondurdu gagasının üstüne.Bu öpücük yaptığı büyük hatayı affettirebilmek içindi.Kapıya doğru yaklaştı ve aralayıp balkona çıktı.Artık uçma vaktiydi,son kez gözlerine baktı,özgürlüğün parıltısı yaraları iyileşen kuşun gözlerine çoktan yansımıştı.Tam bırakmak üzere avuçlarını gevşetmişti ki ilerideki çatının üstünden gelen kanat sesleriyle irkildi.Bu oydu; vurduğu kuşu kamufle etmek için kendini feda eden,siyah çizgili kuştu.Demek ki günlerdir o ilerideki çatının üstünde nöbet tutup beklemekteydi.Her şeyi unutmak için çıktığı bu yolculukta herşeyi yeniden hatırlamıştı ama bu defa gülümseyerek.Sevgisinin gerçek karşılığı olan adresi doğru tutturamadığını anlamıştı.Elindeki kuşu bırakmasıyla o iki kuş yine yanyana geldi.Öyle güzel uçup gidiyorlardı ki ilk gördüğü günde olduğu gibi dans edercesine,yanyana.İçeri girdi valizini topladı eve dönme vakti gelmişti.Kaçmasına gerek olmadığını düşündü.Ne kadar yara aldığının ve çevresinin onu hatırlatmasıyla çekeceği acının çok küçük olduğunu bir kuşun sayesinde farketmişti.Dönemliydi; sevgisinin gerçek karşılığı olan adresi arayıp bulmalıydı çünkü hem yaralayan hem de yaralanan acı çekiyordu ve bir o kadar da yaraları sarmak için ümitsizce bekleyenler..İnsanın aldığı yaralardan çok karşısındakinde açtığı yaralar canını acıtırdı ve bu yüzden insan korkularından,hayal kırıklarından kaçtığını düşünürken aslında hep kendisinden kaçar hep kendisini yaralardı...
..

Devamını Oku