SITIK DAYI
Adı köyde deliye çıkmıştı, kimseye zararı olmayan kendi başında bir adam dı.
Dedesi İngiltere Osmanlı savaşında Irak'ta kütül amar savaşında şehit düşmüştü. Anne babası ile 18 hanelik mahallede Rençber lik ve guruplu olarak taşkömürü işçiliği madencilik ile ile uğraşıyorlardi. Dedesi Koca İsmail Maden ocaklarında çavuş olmuş çalıştığı maden ocaklarında hatırı sayılır bir kariyer edinmişti. Oğlunun ve tüm köylülerinin cavusluğunu yapıyordu . SITIK dayımın Maden hastalığına yakalanan babası da genç yaşta hayatını kaybetmiş dört kız bir erkek çocukla dul kalan bir anne ve çocukları için zorlu bir süreç başlamıştı
Annesinin babası ise Irak'ta İngilizler ile yaptığımız savaşta şehit düşmüştü. Maddiyat olarak şehit ailelerine verilen tütün parası ve dul yetim maaşları ile pek sıkıntı yoktu ama, köyün ağır yaşam koşulları başlarında bir erkek olmayınca zor oluyordu.
Kızlarının büyük olanları akıl bağlık olur olmaz evlenmiş küçük kızı ve sıtık dayım ile birlikte yaşıyorlardı. Kış odunu kesmek için benzinli testere belkide köyün ilk kesim motoruydu. O kesim motoru ile ağaç kesmek yerine defalarca söküp takıyor tekrar takıyor beğenmiyor ustaya getiriyor.evinin önünde toprağın üzerinde dakikalarca çalışan motor kendi kendine bırakılınca sanki çift sürer gibi toprağı eşeliyordu. Belki aklı başına gelir diye evde kalan bekâr kız kardeşi ile karşı mahalleden bir kız ile değiş tokuş olarak düğünleri yapılmıştı. Gelin giden de gelin gelende çocuk yaşta olduğu için evde iş gücü bakımından değişen bir şey yoktu. Eş dostdun imece usulü, çiftini çubuğunu sürüyor odunu falan imece usulü çekiliyordu ama köy işlerinin hepsinin başlama tarihi aynıydı. Çift sürme vakti harman sürme değirmende un öğütme mısır toplama Ekin biçmenin, zamanı aynıydı. Herkes kendi işini kendisi yapmak zorundaydı. Kendi işini bırakıp başka birine yardım etmek gibi bir lüksün yoktu. Ocakta ısınmak için öküz koşumu ile çekilen odunları Eş dost çekiyordu ama yufka yapmaya yemek yapmaya yal kaynatmaya dal odun lazımdı. onu da ormandan sırt yükü ile çekmek zorunluluğu vardı bazan de kağnı ile bu isler yapılıyordu. Bakım mamuru (Orman muhafaza)korkusundan bu her zaman mümkün değildi bu yüzden yedi yirmi dört tayakkuz durumunda bulunan köy insanı dal odun çekmeyi boş vakitlerine ayırmıştı. Beş Altı sırt yükü odunu bir yerde toplayıp uygun bir zamanda sırtlayıp evine getirirdi. Zekiye hâlâ el alem gibi kalın kalın dal odunu bulamaz eline ne geçerse çalı çırpı onu getirir odunluguna yığardı. Bu günlerde ki gibi evlerimizde bir düğme ile evlerimizi aydınlatan elektrik, musluklarımızdan akan su vardı. Aydınlatma Kandil duvar lambası en çokta çıra ile sağlanır, su ise evlerimizin yakınındaki oluklara ark ve cörte ile oluklara akar oradan evlere sovalcı dediğimiz su Bakırları ile taşınırdı. SITIK'ın ne enişteleeini ne dayıları ne köy büyüklerini dinlediği yoktu, cebinde sigarası eksik olmasın ona yeterdi. Zekiye hâlâ her işi yapmak zorundaydı yapıyor du da ama öyle ama böyle..Yine kesim motoru ile evinin önünde uğraşır ken gören dayılarından küçük olandan okkalı fırça yemiş, sayatta ki hayvanların dışarı bırakmadığını öğrenince de yeminler etmiş Devrek pazarı günü seni jandarma karakoluna söyleyip bu zır deli deyip İstanbul bakırköy deli Hastanesi'ne göndereceğim diye.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum köyeden orman işletmesinin ıhmar kesimine giderken önümüze kasabadan bizim köye doğru gelen bir jandarma aracına yolun kenarına çekilip bir asker selamı verdim. Orman işletmesindeki messimizi bitirdikten sonra köye döndüğümüzde jandarmanın sıtık dayı için geldiğini öğrendik. Jandarma sıtık dayıyı alıp gitmiş ama iki gün geçmedi ki hemen geri geldi. Sebebine gelince Hastayı muayene eden doktorların bu adamı buraya kim getirdi diye jandarmalara söylenmişler. ve bende bu kadar akıl Yok diyerek köye göndermişler. Nereden akıllarına estiyse evdeki öküzler ve ineklerini satıp bunlar kasabaya taşındılar. Bu arada bir çocukları olmuş yaşına girmeden vefat etmiş ikinci çocukları olmuştu. Kasabada da bu sefer annesinin maaşını aldığı bankadaki memurlar ile sıkıntı yaşamışlar. Çevredeki komşulardan tepki almışlar derken bunların kasaba macerası sona erer . Vatani görevini de yapıp köye geldiğinde biraz akıllanmiş gibi görünse de. Yine köyde sorumsuzca yaşıyor büyüklerin deyimi ile herkes gider Mersin'e o tersine gidiyordu..
Annesi hem yaşlanmış hem hastalanmış şeker hastalığı sebebiyle bir ayağı kesilmişti. Dert derdi kovalar gibi evleri yanmış Almanya ya giden ablası da rahatsızlığı birazda kocasının istememesi sonucunda Almanya'dan geri gelmişti. Yanan evin hemen yanıbaşındaki eniştesinin evine taşınırken hanımı çocuğunu da yanına alarak terkedip gitmişti, Annesini kızının birisi yanına almış bakımını üstlendi.
Bir süre sonra annesi vefat edince kardeşi ile birlikte eniştelerinin evinde yaşamaya başlamışlardı. Eniştelerinin kasabada bir evi vardı çoktandır da köye Bayramda seyranda bile gelmiyorlar dı. Evlerini baldızı ve kayınço suna açmıştı köyümüzün en iyilik sever hatırlı kişilerinden maden emeklisi Hasan abca onlara evini açmış az da olsa üzerinden yükümlülüklerini atmıştı. Ama onların aklı başında birisinin gözetiminde olması gerektiğine herkes ortak kararı oluşmuştu. Malesef öyle bir babayiğitleri hiç olmadı.
Yanan evin hemen yanındaki taşındıkları yeni evlerinde çok geçmeden yine çer çöp olmuştu. Abi kardeşe konu komşu alakadar oluyordu ama canı gönülden bir koruyucuları olmadığı gibi artık iki yarım akıllı kardeşin acınacak hâlleri göz önünde aşikar dı. Arasıra doktora getirenler doktorun verdiği ilaçları kendilerine veriyorlar, fakat üç beş gün sonra ilaçların akıbeti sorulduğunda ilaçların ortada olmadığına tanık oluyorlardı. Kız kardeşi Alman'yaya gelin gitmiş bir oğlu bir kızı olmuş acı vatan Almanya'nın malesef açılarının içine düşmüştü. Ağabeyine benzer rahatsızlığı olan kız kardeşin kocası üzerine getirdiği ikinci Alman kadını eve getirince yardımcı diye tanıtmış. İki ay sonra gidecek beş ay sonra bir yıl sonra derken yardımcının evdeki durumu iyicene ayyuka çıkınca isyan başlamış. Bir Alman'ya umudu daha dramatik bir şekilde son bulmuştu. Ana vatanı Ana ocağı beterin beteriydi, fazla dayanamadı hayatının baharında bu dünyadan ayrıldı.
Koskocaman evde sıtık dayı yalnız kalmıştı. Artık ne tencere kaynıyor ne kuzine ne soba yanıyordu. Kasabadan haftadan haftaya eniştesinin gönderdiği kumanya köydeki enişteleri konu komşu eş dostun verdikleri yemek ve giysiler ile hayatını sürdürmeye çalışıyordu. Tabiki illa ki de sigara. Cebinde sigara olduğu müddetçe elinden sigara düşmesine imkân yoktu sigarayı tutan parmak araları yanmış sararmış, yarısı dökülmüş dişleri diş olmaktan çıkmıştı. Cebinde sigara olduğu müddetçe karnı da tok ise kimse ile işi olmaz kendi halinde mahalle aralarında dolanıp dururdu. O sanki bu köyün bu dünyanın bir ferdi değilmiş gibi kimsenin de onunla cani gönülden ilgilendiği yoktu. Yeterince yemeğini ve giyeceğini temin eden konu komşu Benden uzak Allah'a yakın ol dercesine. Köyler jandarma sorumluluğunda olduğu için defalarca jandarma tarafından alınıp Dr getiriliyor her seferinde de bu adamda bir sıkıntı yok diye geri gönderiliyordu. Üst baş kirli elbiseler yeni olsa da üzerine ne zaman giyerse giysin çıkarmak bilmiyor yine zar zor akrabalar tarafından üzeri değiştiriyordu.
Bir çift şefkatli bakış uzaktı cemaline,
Birazcık merhametti, muhtaçlığın senin.
En son kim üzülmüştü canın yandığında
Sevgisizlikti sebebi, köşelere itilmişliğin.
Kış aylarında çoğu zaman ocağa bir kaç odun parçasını eş dost atıp ocağında yakiverirdi ama bu evinde yanacağından herkesin korkusu vardı. Nihayet günün birinde o da oldu eniştesinin bu evi de yandı. Ev yandıktan sonra Jandarma gelip alıp getirmiş. Tabi ben köyde yaşamadığım için bunları uzaktan duyuyordum. İstanbul Bakırköy ruh ve sinir hastalıklarına yattığını duyunca yanına ziyarete gitmeye karar verdim. Kırsal kesimde yaşayanlar olarak il dışına ya hasta olunca ya hasta ziyareti yahut askerlik için çıkardık. Çalıştığım iş yerinden izin alıp İstanbul'a gittim. Daha önce tımarhane diye bildiğimiz sinir ve ruh hastalıkları servisini baş hekiminin ünlü bir Dr olduğunu sonradan öğrenecektim. 25 3o.yillk hayatımda toplam dört beş defa il dışına çıkmıştım.
Daha önce hiç görmedigim Tımarhane deyince aklıma gelenler film sahnelerinden gördüğüm aklımda yer edenlerdi. Virane bir koğuşta sağa sola saldıran üstü başı yırttık deliler. Etrafları Demir parmaklıklar ile çevrili kapalı alanlar kavga gürültü eksik olmayan devamlı birbirlerine saldıran hasta profilleri aklımda yer edinmişti. Ben sora sora Bağdat bulunur felsefesi ile kalkıp bizim deyimimiz ile tımarhane tıp diliyle bakırköy ruh ve sinir hastalıkları Hastanesi'nin idare binasından gerekli izinleri alıp kapıdan içeri gitmiştim. Geniş bir arazi içerisinde sağda solda tek katlı ve iki üç katlı binalar, okul önü gibi önlerinde dolaşan insanlar. Görevliler beni yarı açık cezaevi gibi bir bölüme getirdi. başka bir görevlinin işaret ettiği yere doğru gidip hastaların olduğu yere geldim. Etrafı kapalı meydan diyebileceğimiz bir alanda 7 ,8 hasta birbirleri ile muhabbet ederken yanlarına selam verip gösterdikleri bir yere oturdum. Görevli burada yatanlar suç işleyip gelenler olduğunu söyledi. Yani yangın Yaralama vs. Bunu oradaki bir hastanın cebinden çıkardığı bir gazete küpürünü göstererek canlı şahidi de olmuştum. Burada sanki köyümüzün kış hazırlıkları için evlerimizin yakınındaki odunluklar üzerine oturan büyüklerimizle sohbet ediyoruz havası vardı. Konuşmaları dinledikçe karşılıklı sohbetimizde acaba burada deli nerede diye düşündüm. Üstleri temiz pijama ayaklarında terlik, olduğum yerden görebildiğim kadarıyla yatakhaneleri düzgün görünüyor du. SITIK dayının köydeki hayatı aklıma düşünce ah dedim hep burada kalabilsen, Soğuksuz açlıksız ve üst baş bakımında sıkıntı çekmeyeceğin bu yerde. Dayı dedim bir şey istiyor musun dışarıdan yiyecek içecek bir ihtiyacın var mı? " Bir şey yemiyeceğim hiç bir şey istemem beni köye getir." Ne diyebilirim ne cevap verecektim o ise karşımda sanki aç sanki üşüyor titrer gibi oturduğu yerde iyice kaybolmuş benim cevabımı bekliyordu .. ne diyebilirdim ki..ben senin hep burada kalmanı istiyorum mu diyecektim yoksa hayır getiremem mi. Tabiki hayır getiremem dedim. Gözlerinin feri birden soldu önüne baktı sonra o soruyu sormamis gibi konuşmasına devam etti. Ne beni köye gertir diye ısrar etti ne yalvardı. Orada kaldığım iki üç saat içinde konuşma sırasında aynı istek devamı beni köye getir tekrar etti. Beni köye getir. Dönüş zamanı geldiğinde ben buradaki hâlinden haber almak için bir görevliye sordum beni bir odaya getirdi doktor olduğunu tahmin ettiğim bir bey bana hastanenin santral numarasını ve bu bölümün numarasını verdi. Numaranın yazıldığı kağıdı kendi sümen altıma gizledim oradan çıkınca ne arayıp ne sordum. Aklıma geldikçe pişmanlığım yüreğime oturur neden arayıp sormadım diye. Döndükten bir hayli sonra sıtık dayının köye geldiğini öğrendim. Bu sefer köy odasının lojmanına yerleştirmişler. Sefil hayat yeniden kaldığı yerden devam etmişti.
Odun vardı, yatak vardı, aş vardı da
Bir çift el yoktu uzatacak dünyana
Aklın noksan olalı senin başında,
Çileleri tatbik ettin yanı başımızda.
Yine yarı aç yarı tok sigarasız ateşsiz yine onun bunun kapısından kovulma derken diğer eniştesi kayınçıma ben bakacağım diye hastanın bakımını üstlendiğini oradan buradan duymuştum. Haberleri çalıştığımız yerde guruplu maden işçileri haftalık izinlerinden dönüşlerinde ve gurup değişimi zamanlarında alıyorduk. hastaya bakım evrakları yaptıran enişte evinin bir köşesinde yatırırken bağırmasından rahatsız oluyorum diye dam dediğimiz yere yatak yorgan indirip evin altındaki hayvan bağladığımix yerde bakmaya başlamış. Bu durum ulusal gazetelere konu bile olmuştu.
SITIK dayının durumuna herkes üzülüyor fakat bir şeyde yapmıyordu. Köy muhtarı ile jandarma karakoluna gidip hastaya kalabileceği bir huzur evi hastanesi gibi bir yer sorduk malesef olumlu cevap yoktu.
Olamadın katip ağlanan olamadın
Taş olan duygularımıza dokunamadın
Ölen sendin elli, ayaklı bir insan
Bizse bir garip mahluk, insanlığı unutan
Enişte haber göndermişti benim hastamdan kime ne..
Bir kış günü ben rahatsızlik yüzünden hastaneye gitmiştim bir haber geldi SITIK DAYI damda vefat etmiştir diye aynı şekilde ulusal bir gazetede haberlerde yer almıştır Falanca köyde aklı başında olmayan falanca ahırda öldü diye küçük punta ile haber yapacaktı
Kayıt Tarihi : 22.10.2023 06:44:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!