Sisler Bulvarında Kısa Bir Gezinti

Süleyman Altunbaş
420

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Sisler Bulvarında Kısa Bir Gezinti

Gecenin geçilmiş derin bir saati…Masamda radyom,bir elimde yarısı çoktan tükenmiş nescafem… Ayaklarımı sandalyeye uzatmış, dudağımdaki sigaramdan derin bir nefes çekiyorum …Bir anda taaa gerilere, çocukluğuma doğru yolculuğa çıkıyorum.Başım duman duman anılar yumağı…
Anılarımdaki sisler bulvarı yavaş yavaş aralanarak bu günkü hayatımın alt yapısını oluşturan boyası yer yer dökülmüş beyaz çitlerle çevrili,düzenli büyük bir bahçe içerisinde,çardaklı,iki katlı,kâgir büyük bir ev ….
Evin girişinde,eve tırmanıyormuş hissi veren misler gibi kokan,yediveren güller…Her açmak istediğimde çok zorlandığım,devâsa çift kanatlı oymalı,ahşap bir cümle kapısı…Alt pencereleri dışa doğru,bir çocuğun rahatlıkla oturabileceği kadar kavis yaparak aşağıda birleşen süslü pencere demirleri,kapıyı açabildiğinizde koccaman bir sofa ve sofaya bakan bir sürü odalar…
Altta,depo gibi bir yere inen merdiven ve dip tarafta sizi üst kata taşıyacak olan; çok hoşlandığım her basışımda her basamağı farklı “gıcırt gıcırt”ses çıkaran ahşap, yıpranmış,sevimli bir merdiven…
Ve çocuklarını büyütmüş,evde tek başlarına yaşayan karı-koca;
halam ve eniştem …Ve sebebini bilmediğim,6 yaşındayken burada yaşamam gerektiğini söyleyerek bırakılan; çelimsiz, zayıflıktan kemikleri sayılan Almancı bir ailenin kızı …
Ben…Ayşin…İçinizden biri…
Yaşadığım bu evdeki sofa bende çok uzun,korkunç,yürüdükçe bitmeyecekmiş gibi bir his uyandırırdı.bu koridordan uçarak ve kalbim deli gibi çarparak odama girerdim.Odada büyük bir çeyiz sandığı vardı; bilirsiniz ahşap,cevizden yapılma,anahtar deliği bende daima ürküntü uyandırmış bir sandık…Bu sandığın üzeri satenlerle kaplı bir yığın kocaman yün yataklar,yorganlarla doluydu.
Ve bende bu devasa yataklardan birinde yatardım ama sebebini açıklayamadığım bir korkuyla,zaten minicik olan bedenimi iyice küçültür,akşamın karanlığında sokak lâmbasının pencereden süzülerek yatağımın bir kenarına vuran bölümüne; ondan medet umarak.kıvrılarak yatardım.O koskoca odada hiçliğimle baş başa kalır sessizliği yudumlardım gözyaşları içinde.Beni en mutlu eden geceler ise,yağmurlu,şimşekli havalardı,çünkü; şimşek çaktığı zaman odama yayılan bembeyaz aydınlık bir an bile olsa beni mutluluğun kollarında sallardı.O ânın bitmesini asla istemezdim.
Ve halam…halamı ne zaman ansam aklıma yerde sofra bezi açılmış,tahta sofra ve üzerine iki büklüm eğilip hep hamur açan,başörtülü,hamarat biri gelir.O küçücük hamur topaklarının
İncecik,kocaman hale gelişini zevkle,hayretle izler bende büyük bir gayretle yapmaya çalışırdım.
Hatırlıyorum da yemek yemeyi de pek sevmezdim.Mutfakta benim, üzerinde siyah,kadife bir minderi olan sekmenim vardı.Halam beni bunun üzerine oturtur zorla lokmaları ağzıma tıkıştırmaya çalışırdı,benimse lokmalar ağzımda büyür,büyürdü.Halam zorladıkça bir yandan gözlerimden bulgur bulgur yaşlar dökülür,bir yandan da karşı duvardaki saatin sarkacını gözüm takip eder,başımı saatin sarkacı gibi sağa sola sallar,sıkılınca duvardaki boya izlerine bakardım.Halam lânetler okuyarak söylene söylene beni bir başıma bırakıp çekip giderdi.
Herkesin bir şeylerle meşgûl olduğu saatlerde,çoğunlukla pencerenin
çıkıntılı demirine altımda minder, oturarak ayaklarımı aşağıya sarkıtır,sallarken sokağı,bulutları,insanları seyrederdim saatler boyu..
Beni unuturlardı,çocuksu hayâllerim ve ben dalar giderdik…uyur uyanır tekrar dalardım başım demir parmaklıkta…uyandığım zaman demirin başıma gelen yerinde derin,geçici izler canımı acıtırdı.Zaten evde varlığımla yokluğum arasında pek bir fark yok diye düşünürdüm.Sebebini bilmezdim ama Güneşi,parlak ışığını da hiç sevmezdim…gözlerim kamaşırdı..Hatırlıyorum da burnum sık sık sebepsiz,durmamacasına kanardı.Halamın küçük yeşil bir leğeni vardı.Burnum kanamaya başlayınca onu getirirdi,dizlerimin üzerine eğilir kanımın içine damlamasını seyrederdim:1,2,3,…20..O zaman sadece yirmiye kadar sayabildiğim için 20’ye kadar sayar tekrar sayar,tekrar sayar,sonunda sıkılır yerdeki Türkmen kiliminin desenlerini seyre koyulurdum ta ki yeşil leğenin alt zemini kandan görünmez oluncaya, akan kanım duruncaya dek… sonra başım dönerdi,sanki bir bulut sarmalardı beni kucağında,ayaklarım yerden kesilir,sırt üstü düşerdim yere..yıldızlar,yada yanıp yanıp sönen beneksi şeyler uçuşurdu gözlerimde…yarı baygın ve mutlu olurdum.
Bir ablam vardı,oda diğer halamda kalırdı..Çok hareketli,ele avuca sığmayan cinsten,cin gibi biriydi.Bazen benim kaldığım halamlara gelirdi.O yaptığı yaramazlıkları benim üzerime atardı nedense hep ona inanırlardı,doğru söylediğim halde...Hep beni ceza olarak alt kattaki depo gibi odaya kapatırlardı.Oda dedimse,pis berbat bir yer değil,normal,sıradan kullanılmayan,aydınlık depo gibi bir yerdi,Burada fareler vardı deliklerinden yıldırım gibi girip çıkar bana aldırış etmezlerdi ama ben onlardan korkmaz,aksine onları yakalamaya çalışırdım.
Hiç unutmuyorum ailem bir sürü oyuncak ve süslü süslü bebekler gönderirlerdi ama her nedense onları kırarım bahanesiyle bana hiç vermezlerdi.Bende; ”acaba ben kötü birimiyim? ”diye düşünürdüm. Beni sevsinler,ben kötü biri değilim diye evdeki çiçekleri sular,her şeye
koşmaya çalışırdım ama her şey boşuna olurdu,bir türlü göze giremezdim.
Hatırlıyorum da,bir tek bebeğim vardı; sarışın,masmavi bakan gözleriyle beni seven,beni dinleyen,benden ayrılmayan,benimle dertleşen,yattığı zaman daima tek gözü açık kalan sarışın bebeğim…Koccaman yatağımda geceleri,o uzun bitip tükenmek bilmeyen,bir türlü lâcivert yüzünü aydınlığa dönemeyen geceleri,sokak lâmbasının ışığının vurduğu tarafa oturur O’nu uzun uzun seyreder,öper öper yatırır,sabahları da kalkarken günaydınlarla öper uyandırırdım.
Birde küçükken kırmızı fırfırlı çok sevdiğim bir elbisem vardı,onu giydiğimde sanki dünyalar benim olur,ayaklarım yerden kesilirdi,ayna karşısından kendimi bir türlü alamazdım..Halamın azarlamasıyla ancak ayrılırdım oradan.Evin bahçesinde çiçeklerin, sarmaşıkların sarıldığı çardağımız vardı.Bahçeye her çıkışımda nedenini açıklayamadığım,bir korkumda çardağa gitmekti.Uzaktan çok sevmeme rağmen oraya vardığımda yüreğimi tarifsiz korkular kaplardı.Hiç sevmezdim orasını.
Bahçedeyken,saçımı aralayıp kulağıma gül takar,çimenlere eteğimi yayarak oturur,küçük yeşil kurbağalarla uzun uzun bakışırdık.Bazen de elime kalın bir çöp alarak toprağı eşeleyerek solucanlara özgürlüklerini verir,bazen de saatlerce domates fideleriyle konuşurdum.Sağlığımdan dolayı kırlarda istediğim gibi koşup oynayamazdım,koştuğum zaman tırnaklarıma kadar morarır,tıkanırdım ama oturduğum yerde veya yakınımdaki kelebekleri inanılmaz bir şekilde yakalar,canlı canlı kanatlarına şekerli hamur sürer onları bir koli kâğıdına yapıştırır,odama götürürdüm.Odam kelebeklerle dolardı ama şekerli hamur kuruyunca onlar yere düşerdi buna çok üzülür ağlar ağlar ağlar onları gözyaşı seli arasında bahçedeki ayva ağacının altına gömerdim,ama ben onların ölmelerini hiç istemezdim,ben onları inanılmaz severdim ama halam beni gördüğünde:”câni..! ”derdi.Ben câni değilim,ben câni değildim ama halam beni bir türlü anlamazdı…
Ayrıca bahçemizde uzun uzun zambaklar vardı,kırılırlar diye kıyamaz,elime almaz ayaklarımın ucunda yükselerek burnumla sarı tozlarını koklardım,o kadar ki bazen burnum sapsarı olurdu.
Haa birde tırtılları severdim; güllerin üzerindeki sarı tırtıllar olurya..işte onları toplar, mutfağa getirir üzerlerini cam bardakla kapatır uzun uzun onları seyreder sonrada bardağı kaldırır oraya bırakırdım.Halam,”yine mutfağı tırtıllar bastııııı..” diye kıyametleri koparırdı.
Birde bahçemize bitişik iki katlı bir ev ve her zaman ödümü koparan kocaman bir köpekleri vardı.Onu her gördüğümde,her havlayışında kendimi eve zor atar,kapıyı çok zorlar,neredeyse nefesim,kalbim duracak gibi olurdu.
Evde vardı ama nedense televizyon olmasına rağmen benim seyretmem yasaktı.Beni odama gönderirlerdi bense ayaklarımın ucuna basa basa sessizce gelir, kapı aralığından seyretmeye çalışır,bazen de yakalandığımda azar işitirdim.Hatırlıyorum da “küçük ev” dizisini çok severdim.Bir sahnesi halâ gözlerimin önünden gitmez:evde pişirecek bir şeyleri olmadığı için Lora,çok acıktığını söylemiş,annesi de komşudan biraz pirinç alıp gelerek,yağsız,tuzsuz,(olmadığı için) lapa pişirmiş ve tahta bir kaşıkla lappp diye tabağa boşaltmış onu da iştahla yemiş ve bu iğrenç şeye verdiği için Allah’a şükretmişlerdi ve bakışlarındaki sıcaklık,paylaştıkları sevgi hiç gözlerimin önünden gitmemişti..Kurşunî gecelerde kendimi hep o evde hayal etmiştim, o acıların tortulaştığı mâsum çocuk yüreğimde…
Derken okula başlamıştım,daha doğrusu nefret ve utanç yıllarım başlamıştı.Lânet şirret bir kadın öğretmenim vardı.Beni her fırsatta aşağılar,utandırırdı.Bir keresinde hayat bilgisi dersindeyiz, konumuz damarlar,iskeletlerdi galiba…Beni çağırdı kollarımı omzuma kadar sıvadı ve sıraların arasında dolaştırarak arkadaşlarıma damarlarımı ve kemik yapımı gösterdi, benimse utançtan boğazıma bir yumruk oturdu ne ağlayabiliyor,ne konuşabiliyordum.Yine üçüncü sınıftayken sınıfımıza ayakları sakat bir arkadaş geldi.Teneffüste çıkamadığı için öğretmenimiz beni onu beklemem için görevlendirirdi.Herkes koşup oynarken biz hiç konuşmadan sınıfta otururduk.İlahi adalet varsa,ki var buna yürekten inanıyorum o lânet kadına hakkımı asla helâl etmiyorum.
Yine okuldayken Janet isimli sarı saçlı,başına daima kırmızı kurdela bağlayan hem sevdiğim,hem kıskandığım bir arkadaşım vardı.Benim hiç kırmızı kurdelam olmadı ama halam kenarı makinede çekilmiş güzel bezlerden saçıma bağlardı.
Bilirsiniz eski resimler karakalemle çizilmiş gibidir.İşte öyle bir resimde oturma odamızın duvarında asılıydı.Dedem olduğunu öğrendiğim bu kişinin zamanında bir sebeple Mısır’a gittiği sonra öldüğü haberiyle gıyabında cenaze namazı kılındığı ve unutulmaya başlandığı bir anda çıkıp geldiği ama bir müddet sonra akciğer kanserinden öldüğünü biliyorum.Enteresan olan bu kişinin her gün benimle yolda,okula giderken bana eşlik etmesi, benimle uzun uzun konuşması ve benim onun için hep ağladığımdır.

Ah..,fincanımda kahvem,radyoda müzik,parmaklarımda sigaram son bulmuş.

Evet bu gündeyim.Yıllar geçti ama ne o yediveren güller,ne o zambakların kokusu,ne o basamaklarından çıkarken tırmandığım gıcırtılı merdivenler,ne saatlerce konuştuğum domates fideleri,ne yeşil gözlü kurbağalarım,ne ölümleriyle üzüntüye boğulduğum kelebeklerim,ne lânet öğretmenim ne de küçük şirin fırfırlı eteğim var artık.
Geride bir avuç acı,tatlı anı; buruşturup atamadığım,sevip başucuma koyamadığım,benimle beraber mezara kadar gidecek olan anı..,anılar acısıyla,tatlısıyla benim anılarım…

Süleyman Altunbaş
Kayıt Tarihi : 22.4.2009 22:35:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Muzeyyen Baskir
    Muzeyyen Baskir

    kaleme alınmış geçmişten bir hikaye ...
    hepimizin buna benzer hikayelerimiz var....mesela bende buna benzer bir evde ...tesadüf halam ve eniştemle yaşadım....annem babam olmasına rağmen halamın bana aşırı düşkünlüğünden olsa gerek ....
    çok fazlada geriye gitmek istemiyorum......gözlerimden dolu dolu bir çocukluğumun geçmesine neden oldu bu kaleme bütün inceliklerle alınmış yazı

    düz yazı yazmakta çok başarılısınız süleyman bey ..bence devamını getirin derim ....bizde zevkle okuruz.....saygıyla
    müzeyyen başkır

    Cevap Yaz
  • İnci Ece
    İnci Ece



    bu güzel eseri tekrar okumanın mutluluğu ile
    usta kaleminizi kutluyorum hocam

    Cevap Yaz
  • Nafi Çelik
    Nafi Çelik

    Bu güzel eserden dolayı sizi tüm samimiyetimle kutlarım...
    Paylaşımınız ve emeğiniz eserin görkemine değdi...
    Severek ve keyifle ama hüzünlenerek okudum.
    Duyaraık yaşayarak gezindim satırlarınızda.
    Tebrikler sevgili dostum...
    Tam Puan + Ant.
    Sevgilerimle....
    Nafi Çelik

    Cevap Yaz
  • Olağan Şüpheli Ölünün Gördüğü Rüya
    Olağan Şüpheli Ölünün Gördüğü Rüya


    TAM DA ÇOCUK BAYRAMINDA, İÇİMDEKİ KÜÇÜK KIZI AĞLATTINIZ...

    Cevap Yaz
  • Sıdıka Songül Coşgun
    Sıdıka Songül Coşgun

    hüzünüyle sevinciyle çok güzel bir anı.paylaşımınız güzel bir duygu tebrikler saygılar.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (6)

Süleyman Altunbaş