yine yol göründü gurbete
Türkiye`nin en kuzey ucuna dokunmak düşüncesi, aklıma düşeli birkaç yıl kadar oluyor. Karadeniz’in büyülü dehlizini bilip de ondan uzak kalmaya dayanmak zor. Kelimenin tam mânâsıyla apar topar diyebileceğim, İstanbul’dan ayrılma koşullarını yerine getirir getirmez, bir gece yarısı düştük yola. Ekip sağlam; yıllar önce çocukların daha üç beş yaşlarında olduğu dönemlerde Saklıkent`te, Kelebekler Vadisi’nde keçi gibi tırmandığı test edilmiş kişilerden oluşan bir kadro. Ekipman da sağlam...Hedeflerden birisi Erfelek Takım Şelâleleri olunca yanımıza biri kapalı, biri açık olmak üzere ayakkabılar almak önemli; hem de Karadeniz’e giderken çantadan eksik edilmemesi gereken Kâzım Koyuncu ve Fuat Saka albümleri kadar.
Karadeniz’e yaklaştıkça deme gelip onların türkülerini dinleyeceğiz mutlaka, ama şimdi Barış Manço’dan “Yine yol göründü gurbete” şarkısını mırıldanmanın tam sırası.Yanımıza alınacak malzemeler unutulsa da, oradan yenileri bulunabilir elbette. O nedenle yola çıkmadan önce mutlaka çantama özenle yerleştirmem gereken sözler var asıl. “Gittiğin yerlerde gönül gözün hep açık olsun. Gönlüne takılan koyaklara, koruluklara, yol kenarındaki kulübelere, gökyüzünün en güzel göründüğü yerlere, bulutlara gönüldaşlarımın da selâmı var deyiver ”* demişti bir can dostum. Öyle güzel bir selâmdı ki bu, içinde kapsadığı isimleri benim doldurmam gerekiyordu. Tatile altı kişi çıkıyorduk ama belli ki; göründüğünden çok daha fazla kişi olacaktık. Ve öylesi değerliydi ki; bu güzel selâmı en çok hak eden yerleri tespit etme oyununu doğal bir şekilde başlatıyordu benim için.
Gözümün selâm bırakılacak noktaları görür görmez tanıyacağını biliyordum. Bejan Matur’un bir şiirinde “Her kadın kendi ağacını bilir” dediği gibi, Gerede’den Ilgaz’a doğru döner dönmez sanki birisi tepesine basmış da, inatla toprağa akmaya direnirken gövdesi yayvanlaşmış edasıyla yol kenarından bakan bir ağaç “merhaba” dedi. Ve az ötesinde duran arkadaşına doğru yönelmiş ellerini gösterdi bize. Bu durumda ilk selâmı ikisine kardeş payı edip bölüştürüverdim oracıkta. Bir de kulübe bulmalıydım, selâmını kucağına bırakıvermek için. Onu da tanımakta gecikmedi, içimdeki ses. Tam söyledim diyerek yanından ayrılıyordum ki; üzerine yazılı cümleyi okudu gözlerim. “Bu sevda bitmez”. Bu sevda, hangi sevdaydı acaba? Değişip dönüşürken, binbir kılığa girerken içimizde, hangisiydi bizi hiç terk etmeyecek olan sevda? O sırada Kâzım Koyuncu sesleniverdi türküsünün içinden: “Böyle sevda mu olur? ”
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, sedire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
$en Yuva Apartmanı, bodrum kati.
Kutu gibi bir dairede otururlar.