Sınıf Tiyatrosu: 19 Bir Minicik Serçecik ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Sınıf Tiyatrosu: 19 Bir Minicik Serçecik Varmış

Sınıf Tiyatrosu 19
Bir Minicik Serçecik Varmış
Yazan: Fevzi Günenç

KİŞİLER:

KORKULUK:
BULUT:
İZLEYENLER:
SERÇECİK:
SERÇECİK'İN ANNESİ
SERÇECİK’İN BABASI
MİNİK SERÇE HANIM:
MİNİK SERÇE HANIMIN ANNESİ:
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI:
MISIR SAPLARI 1, 2, 3, 4, 5
SERÇE SÜRÜSÜ: 10 kadar
ÇİFTÇİ:
İŞÇİLER 1, 2, 3, 4, 5
FIRTINA:
KÜÇÜK KIZ:
SERÇE YAVRULARI 1, 2, 3, 4, 5

PERDE AÇILDIĞINDA, ORTADA SADECE KORKULUK VARDIR. BAL KABAĞINDAN YAPMA BAŞI, BAŞINDAKİ FÖTR ŞAPKASIYLA, ELLERİ İKİ YANA AÇILMIŞ, İZLEYENLERE DOĞRU BAKMAKTADIR.

KORKULUK: Minik Serçeyi tanır mısınız? Tanımazsınız ha… Ben de tanımam. Ama onu iyi kötü tanırım. Onunla ilgili haberleri bulutlar getiri bana. Aldığım son habere göre Minik serçe büyümüş, evlenecek yaşa gelmiş. Annesiyle babası, onu komşu kızı Serçecikle nişanlamış.
BULUT: (Gökyüzünde yüzer gibi girer.) Evlenecekler ama yuvaları yok.
KORKULUK: Yakında düğün yapacaklarmış. Yuva olmayınca düğün olur mu?
BULUT: Olmaz.
KORKULUK: Sana sormadım. İzleyenlere soruyorum. Yuva olmayınca düğüm olur mu?
BULUT: Düğüm mü?
KORKULUK: Ne düğümü? Düğüm mü dedim? Güğüm güğüm…
BULUT: Güğüm mü? ..
KORKULUK: Amaaan ne şaşırtıp duruyorsun beni? Düğün diyecektim işte! (İzleyenlere) Yuva olmayınca düğün olur mu çocuklar?
İZLEYENLER: Olmaz!
KORKULUK: Demek ki bunlara bir yuva gerek. Ne gerekmiş?
İZLEYENLER: Yuva! ..
KORKULUK: Yuva yapmak için önce bir yer bulmalı. Sonrası kolay iş. Minik Serçenin nişanlısı Serçecik hanım pek hamaratmış doğrusu. Oradan buradan çer-çöp toplamanın ustasıymış. Geçenlerde annesiyle babası yuvalarını onarırken çalışkanlığını göstermiş. Çöplerin çoğunu o toplamış. Doğru mu bu Bulut?
BULUT: Doğru doğru, dosdoğru.
KORKULUK: O zaman demek ki iş, yuvanın yapılacağı yeri bulmaya kaldı. Bu da artık Serçecik beyin işi.
BULUT: Serçecik günlerdir yuva yapmak için yer arayıp duruyor. Ne yazık ki uygun bir yer bulamıyor.
KORKULUK: Yuva yapılacak yer mi yok? Çoook… Ancak, yuvanın güvenli bir yere kurulması gerekir. Yuvaya kediler erişememeli. Yuva, yumurta peşinde gezen yaramaz çocuklardan uzak olmalı. Değil mi?
BULUT: Evet…
KORKULUK: Sana sormadım. İzleyenlere sordum. Değil mi çocuklar?
İZLEYENLER: Eveeet! ..
KORKULUK: Bugün de uygun yuva yeri arayıp durmuş Serçecik.
BULUT: Ne yazık ki aradığını yine bulamadı.

EL ELE TUTUŞMUŞ TAZE YEŞİL MISIR SAPLARI BİR SAĞA BİR SOLA SALINARAK SAHNEYE GİRER. SAHANENİN GERİSİNDEKİ YERLERİNİ ALIRLAR.
SERÇECİK KANAT ÇIRPARAK SAHNEYE GİRER. ORTADA DURUR.

SERÇECİK: (Kendi kendine) Çok dolaştım. Kanat çırpa çırpa yoruldum. Çok da acıktım. (Mısırlara bakar.) Şu mısırların güzelliğine bakın! Burada biraz durup karnımı doyursam…
MISIRLAR (Hepsi) Gel Serçecik, gel…
MISIRLARIN BİR BÖLÜMÜ: Başaklarımız olgunlaştı. Tanelerimiz dolgunlaştı.
MISIRLARIN İKİNCİ BÖLÜMÜ: Tam sana göreyiz, gel ye bizi! ..
MISIRLARIN HEPSİ: Gel, ye bizi! ..
SERÇECİK: (İzleyenlere) Onları kırmak olmaz. Reddedersem ayıp olur şimdi. (Mısırlara seslenir) Tamam çocuklar, geliyorum!
KORKULUK: Serçecik tam mısır tarlasına dalarken ne görse iyi?
BULUT: Ne gördü, ne ne? ..
KORKULUK: Sen de her lafa karışırsın Bulut. Bunu da izleyenler soracaktı? (İzleyenlere) Serçecik tam mısır tarlasına dalarken ne görse iyi?
İZLEYENLER: Ne gördü? Ne ne? ..
KORKULUK: (Eğilir, doğrulur.) Bir adam gördü. Onun adam sandığı benim ha... (Güler) Ellerimi böööyle iki yana açmış, koltuğumdaki kocaman sopamla öööylece duruyorum. Beni görünce neye uğradığını şaşırdı garibim.
SERÇECİK: Aman Tanrım! Buranın bir bekçisi var! Ne yapıyorum ben? O sopanın tadına bakmak mı istiyorum yoksa?
BULUT: Korkma ondan Serçecik, korkma…

FIRTINA SAHNEYE GİRER, BULUTU ÜFLEYEREK ÖNÜNE KATIP GÖTÜRÜR.

BULUT: (Sesi giderek uzaklaşır.) O insan değil. Cansız bir Korkuluk o. Sana zarar veremez…
KORKULUK: Minik Serçe onun bu son sözlerini duyamadı bile.
SERÇECİK: (Korkuluğa bakarak) Bu adam canıma okur benim. Savuşup gitmeli burdan… Bir dakika! Onun başındaki ne öyle? Bir şapka! Bu ne güzel bir şapka bu böyle! Tam yuvalık! Acıktığını unut Minik Serçe. Korkuyu filan bir yana at. Adamın yakınında bir yere kon bakalım. (Korkuluğa yaklaşır.) Hey, oradaki! ..
KORKULUK: ….
SERÇECİK: Pek konuşkan biri değil galiba. Beni duymamış gibi davrandı. (Yeniden seslenir.) Selâm…
KORKULUK: (Şarkı söyleyerek salınır.)
“Bir küçük atım olsa
Rüzgârdan kanadım olsa…
Uçup gidebilsem her yere
Göğsümü gere gere…”
SERÇECİK: (Seslenir) Selâm selâm! .. (Kendi kendine) Selâmına karşılık bile vermiyor. (Korkukluğa) Ne kadar yabansın sen Mısır tarlasının sahibi!
KORKULUK: (Kahkahayla güler.)
SERÇECİK: Niçin gülüyorsun?
KORKULUK: Ben buranın sahibi değil, bekçisiyim. Bu biiir… İkincisi Hiç kimse “yaban” diyemez bana.
SERÇECİK: Yaban değilsen selâmımı niçin almadın?
KORKULUK: Kulaklarım yok.
SERÇECİK: Madem kulakların yok, şimdi söylediklerimi nasıl duyuyorsun?
KORKULUK: Burnumla duyuyorum.
SERÇECİK: Burnunla mı? Ama senin burnun da yok…
KORKULUK: Var var da o kadar küçük ki, sen göremiyorsun.
SERÇECİK: İnanmıyorum. Burun koklamak içindir. Duyma organı ise kulaktır. Sakın şapkanın altında olmasın senin kulakların?
KORKULUK: Yok, şapkamın altında da değil.
SERÇECİK: O zaman çıkart şapkanı göreyim.
KORKULUK: Çıkartamam.
SERÇECİK: Neden?
KORKULUK: Kollarımı kıpırdatamıyorum ki…
SERÇECİK: Sen sadece yaban değil, aynı zamanda tembelsin…
KORKULUK: (Kahkahayla yine güler.) Tembel de değilim.
SERÇECİK: Ama bütün insanlar kollarını kıpırdatabilirler. Şapkalarını da çıkartabilirler.
KORKULUK: (Kahkahayla yine güler.)
SERÇECİK: Ne gülüp duruyorsun öyle durmadan?
KORKULUK: Elbette gülerim. Sen beni insan sanıyorsun.
SERÇECİK: Sanırım tabii. Bak insanlarda olan her şeyin var. Başın, ellerin, ayak… Gerçi ayağın bir tane ama olsun… Benim amcamın oğlunun da bir ayağı yok. Savaşta kaybetmiş.
KORKULUK: Yazııık, üzüldüm.
SERÇECİK: O tek ayağını kıpırdatabiliyor.
KORKULUK: Ancak canlılar kıpırdayabilirler. Ben kıpırdayamam.
SERÇECİK: Sen canlı değil misin?
KORKULUK: Değilim.
SERÇECİK: Nesin peki?
KORKULUK: Ben korkuluğum.
SERÇECİK: Korkuluk ne demek?
KORKULUK: İnsanların yaptığı uyduruk adam. Bir kaç tahta parçası, bir bal kabağı, bir şapka… Eline de bir sopa verdin mi, olur sana korkuluk.
SERÇECİK: İnsanlar böyle bir şeyi niçin yapsınlar ki?
KORKULUK: Kuşlar onu adam sansın da tarlaya girip mısırları yemesinler diye…
SERÇECİK: Yani ben şimdi tarlaya girsem…
KORKULUK: Girersin.
SERÇECİK: Mısırlardan yesem…
KORKULUK: Yersin.
SERÇECİK: Sen bana dokunmaz mısın?
KORKULUK: Dokunmam değil, dokunamam.
MİNİK SERÇE: Neden?
KORKULUK: Kıpırdayamıyorum da ondan.
SERÇECİK: Bu işe aklım yatmadı ya, neyse. Midem zil çalmaya başladı. Gidip birkaç mısır atıştırayım. Pardon, gitmeden… Şu senin şapka…
KORKULUK: Eee? Ne olmuş şapkama?
SERÇECİK: Çok hoşuma gitti. Doğrusu onu ele geçirmek isterim. Acaba önce tarlaya girip karnımı mı doyursam yoksa şapkayı mı sahiplensem?
MISIR KOÇANLARI: (Hep birlikte seslenirler.) Önce karnını doyur!
SERÇECİK: Doğru… Önce karnımı doyurmalıyım. Ne demiş atalarımız? Aç serçe cikleyemez. (Koçanlara) Geliyorum çocuklar! (Kanat çırparak koçanlara yaklaşır.)
1. KOÇAN: Bana gel Minik Serçe, bana!
2. KOÇAN: Hayır bana gel!
BÜTÜN KOÇANLAR: Bana bana bana! ..
3. KOÇAN: Ben taptazeyim. Tadım süt gibi…
SERÇECİK: (3. Koçana yönelir.)
4. KOÇAN: (3. Koçana) Biz bayatız sanki… Bana gelecekti! Neden engel oldun?
5. KOÇAN: Ne kavga ediyoruz canım? Sıra sana da gelir bana da… Her birimizden birer gaga alsa doyar, hepimiz mutlu oluruz.
SERÇECİK: (5. Koçana) Tamam koca koçan. Seni dinleyeceğim. Her birinizden birer gaga alacağım. (Gagalamaya 3. Koçandan başlar.)
3. KOÇAN: Ay yapma Serçecik, gıdıklanıyorum. Kıh kıh kıh…
1. KOÇAN: Beni de gıdıkla Serçecik, beni de…
4. KOÇAN: Sıra bende arkadaş…
2. KOÇAN: Ben? Ben ne olacağım? ..
SERÇECİK: Kaygılanmayın, hepinize gelecek sıra. O kadar açım ki, bütün tarlayı yiyebilirim.
KORKULUK: A-ha! .. Daha ne? Elimi yüzümü yıkayayım da, gel beni de ye bari…
SERÇECİK: (Kendi kendine) Bu arada Korkuluğu da gözden ırak tutmamak gerek. KORKULUK: Aaa! Gerçekten yiyecek beni.
Neden bakıyorsun öyle korkuyla bana.
Beni de yemeyi düşünmüyorsun, değil mi?
Aşk olsun! Minicik bir serçe koca korkuluğu yiyebilir mi?
Bütün tarlayı yerim dedin de…
Sözgelişi söyledim onu canım.
Ne bileyim… Aç serçenin işi belli mi olur?
Olur olur. Bir iki mısır tanesiyle doyarım ben
O zaman iyi. İstediğin gibi gagala mısırları. Karnın doyunca da gel şapkama kon.
SERÇECİK: (Seviçten zıp zıp zıplar.) Şapkama kon, dedi! Şapkama kon dedi! .. (Aniden işkillenir.) Aman! Sakın tuzak olmasın bu! .
KORKULUK: Yok, yok… Tuzak-muzak değil Minik Serçe. Sana dokunamam.
SERÇECİK: (Kendi kendine) İnansam mı acaba? (İzleyenlere sorar.) İnanayım mı çocuklar?
İZLEYENLER: İnan inan…
SERÇECİK: İnanmak zorundayım. Şapkaya konmak! Ne harikulade bir şey. Denemeye değer. Tehlikeyi göze almalıyım. (Korkuluğa seslenir.) Bekle korkuluk, geliyorum.) (Aceleyle her koçandan birer gaga alır. Sonra korkuluğun yanına gider, şapkasını inceler.) Çok rahat edilebilecek bir şeye benziyor, yumuşacık.
KORKULUK: Birinci sınıf…
SERÇECİK: (Kendi kendine) Tuzak bu mu acaba? İçine gömülüp kalır mıyım? Bir daha çıkamaz mıyım buradan?
KORKULUK: Korkma tuzak değil şapkam. Senin için iyi yuva olur.
SERÇECİK: Hımmm… Haklısın galiba… Fakat bana karşı neden bu kadar iyi davranıyorsun babalık?
KORKULUK: Babalık mı? Çok ayıp. Gagana yakışmadı bu söz.
SERÇECİK: Pardon, babacık demek istemiştim.
KORKULUK: Bu daha iyi. Sana neden mi iyi davranıyorum? Çünkü çok yalnızım… Benim de bir arkadaşım olsun istiyorum. O arkadaş sen olabilirsin.
SERÇECİK: Haklısın… Gerçekten iyi bir arkadaş olabilirim sana.
KORKULUK: Haydi ol öyleyse. Sık sık gel buraya. Mısırlardan ye. Şapkama kon. Konuşalım. Gülüşelim…
SERÇECİK: Daha fazlasını istemez misin?
KORKULUK: Nasıl daha fazlasını? ..
SERÇECİK: Örneğin yuvamı senin şapkana yapsam… Oraya bir gelin getirsem.
KORKULUK: (Sevinç çığlığı atar) Olamaz! .. Ne kadar güzel bir şey bu! Doğru mu? Evleniyor musun?
SERÇECİK: Evleniyorum.
KORKULUK: Düğün de yapacak mısınız?
SERÇECİK: Yapacağız. Hem de ne düğün! .. Yüzlerce serçe katılacak şölenimize.
KORKULUK: Ne duruyorsun? Hemen işe koyul. Bir an önce başlasın düğün dernek!
SERÇECİK: Tamam… Dostluğun için teşekkürler. Gidip anneme, babama, Serçecik hanıma müjdeyi vereyim… Yuva yerini bulduğumu söyleyeyim onlara.
KORKULUK: Geç kalma ama…
SERÇECİK: Geç kalmam.

IŞIKLAR SÖNER, YENİDEN YANAR.

KORKULUK: Ertesi gün beklemediğim konuklarım çıkageldi.

KONUKLAR KANAT ÇIRPARAK SAHNEYE GİRER.

KORKULUK: Gelenler, annesi babasıyla Serçecik bey; yine anne babasıyla Minik Serçe hanımdı… Onlar kendi aralarında konuşamaya başladılar. Bana da dinlemek düştü.
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI: Bizi buraya niçin getirdiniz Baba Serçecik?
SERÇECİK BEYİN BABASI: Hayırlı bir iş için Bay Serçe. (Eşine) Değil mi hanım?
SERÇECİK BEYİN ANNESİ: Evet efendim, aynen öyle.
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI: Neymiş bakalım bu hayırlı iş?
SERÇECİK BEYİN BABASI: Efendim, bizim oğlan geçen gün sizin kızla karşılaşmış.
SERÇECİK BEYİN ANNESİ: Evlenme çağı geldi artık.
SERÇECİK BEYİN BABASI: Bir an önce yurt yuva kurması gerek.
SERÇECİK BEYİN ANNESİ: Sizin kız da bizim oğlana karşı ilgisiz değilmiş.
SERÇECİK BEYİN BABASI: İkisi evlenmeye karar vermiş. Şimdi biz de Allahın izni, peygamberin kavliyle kızınız Minik Serçe hanımı oğlumuz Serçecik beye eş olarak istiyoruz.
MİNİK SERÇE HANIMIN ANNESİ: Ama bizim kızımızın yaşı küçük. Daha okuyacak…
ANNE SERÇECİK: Hele bir evlensinler. Yine okur.
MİNİK SERÇE HANIMIN ANNESİ: Sen ne diyorsun kızım?
MİNİK SERÇE HANIM: Evet, diyorum anne. Çocuk sahibi de olurum, kariyer sahibi de…
MİNİK SERÇE HANIMIN ANNESİ: İyi bari...
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI: Eh, ne diyelim. Gençler madem birbirini görüp beğenmişler. Bize diyecek bir şey kalmıyor…
SERÇECİK BEYİN ANNESİ: Evet mi yani bu?
MİNİK SERÇE HANIMIN ANNESİ: “Hayır”a benziyor mu?
SERÇECİK BEYİN ANNESİ: Benzemiyor?
SERÇECİK BEYİN BABASI: Demek ki bu iş oldu.
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI: Oldu zahir…
MİNİK SERÇE HANIM: Yaşasın! Cik ciiik…
SERÇECİK BEY: Yaşasın! Cik ciiik…
BULUT: (Elindeki tefi çalarak girer) Oldu da bitti maşallah. Tamamına erer inşallah! (Tef çalarak izleyenleri kendisine katılmaya özendirir.) Oldu da bitti maşallah… Oldu da bitti maşallah… Oldu da bitti maşallah…
KORKULUK: (Çıkışır) Delirdin mi Bulut!
BULUT: Yooo, ne oldu?
KORKULUK: Sünnet mi bu? ..
BULUT: Değil mi?
KORKULUK: Değil tabii. Kaybol, çabuk kaybol!
BULUT: Kaybolduk canım… (Tefi keyifsiz keyifsiz çalarak çıkar.) Olmadı da bitmedi maşallah…
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI: Bu teklifi yapmak için mi getirdin bizi buraya Baba Serçecik?
MİNİK SERÇE HANIMIN ANNESİ: Evimizde yapamaz mıydınız teklifi?
SERÇECİK BEYİN BABASI: Yapardık ama…
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI: Bir kutu şekerle bir demet çiçekten mi kaçtınız yoksa?
SERÇECİK BEYİN BABASI: Yok canım…
SERÇECİK BEYİN ANNESİ: Şekeriniz şeker… (Kutuyu uzatır.) İşte…
SERÇECİK BEYİN BABASI: Çiçeğiniz de çiçek... (Çiçeği uzatır.) İşte…
MİNİK SERÇE HANIM: Evde olsaydık ben de kahve yapardım size.
SERÇECİK BEYİN ANNESİ: Alacağımız olsun.
SERÇECİK BEYİN BABASI: Ben kahvemden vazgeçmem.
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI: Vazgeçme canım. Halis kahvemiz var evimizde. Kırlangıç hanım gelirken Yemen’den armağan getirmişti.
SERÇECİK BEYİN BABASI: Ben kahvenin yerlisini tercih ederdim.
SERÇECİK BEYİN ANNESİ: Her şeyin yerlisini kullanmak gerek.
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI: Biz de size yerlisini yaparız dünürcüğüm. Eee? Evlenme teklifini niçin burada yaptığını söylemeyecek misin daha?
SERÇECİK BEYİN BABASI: Söylüyorum. (Korkuluğu gösterir.) Şu korkuluğu görüyor musunuz?
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI: Görüyorum.
SERÇECİK BEYİN BABASI: Başındaki şapkayı?
MİNİK SERÇE HANIMIN BABASI: Onu da görüyorum.
SERÇECİK BEYİN BABASI: Bu şapkanın üstüne bir serçe yuvası nasıl olur?
MİNİK SERÇE HANIMIN ANNESİ: Ay! Harikulade olur!
SERÇECİK BEYİN ANNESİ: Biz de öyle düşündük.
SERÇECİK BEYİN BABASI: Yavrularımız yuvalarını buraya kuracaklar. Sizi onun için getirdik buraya. Beğendiniz mi?
BABA SERÇE: Beğendik beğendik, âlâ…

IŞIKLAR SÖNER, YENİDEN YANDIĞINDA KORKULUĞUN ŞAPKASININ ÜSTÜNE SERÇELERİN YUVASINI GÖRÜRÜZ.

KORKULUK: Her şey göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşti. Minik Serçe hanım çöpler taşıdı. Serçecik bey o çöplerle yuva yaptı. Şapkamın üstünde şimdi saray gibi bir yuva var. Yapılan yuvayı göremiyorum ama çok güzel olduğunu duyumsayabiliyorum.

MİNİK SERÇE GELİNLİK GİYİNMİŞ OLAN SERÇE HANIMLA EL ELE SAHNENİN BİR BAŞINDAN GİRER, ÖBÜR BAŞINDAN ÇIKARKEN.

SERÇECİK BEY: Biz geldiiik…
KORKULUK: Hoş geldiniiiz… Nereye böyle hiç duraksamadan? ..
MİNİK SERÇE HANIM: Düğün şölenimize…

MİNİK SERÇE İLE SERÇECİK HANIM, AİLELERİ BAŞTA OLMAK ÜZERE SERÇE SÜRÜSÜ SAHNENİN BİR TARAFINDAN GİRER, NEŞE İÇİNDE CİKLEYE CİKLEYE KANAT ÇIRPARAK ÖBÜR TARAFTAN ÇIKAR.

KORKULUK: Düğün hemen yapıldı. Gökyüzünde yüzlerce kuş vıcır vıcır öterek bir gidip bir geldiler, bir gidip bir geldiler…

SERÇE SÜRÜSÜ BU KEZ SAHNENİN ÖBÜR TARAFINDAN GİRER, BU TARAFINDAN NEŞE İÇİNDE CİKLEYE CİKLEYE KANAT ÇIRPARAK ÇIKAR.

KORKULUK: Şu şenliğe, şu güzelliğe bakın! Bütün bu güzelliklerin mimarı benim…
(İç çeker) Aaah ah! Keşke benim de kanatlarım olsaydı… Ben de bir Bayan korkulukla evlenseydim…
BULUT: (Ayaklarının uzuna baba basa girer.) Boş düşlere dalmayı bırak Korkuluk…
KORKULUK: (İrkilir) Ay! Ödümü kopardın.
BULUT: Tamam canım tamam, bıraktık…

MİNİK SERÇE İLE SERÇECİK HANIM GİRER, EL ELE TUTUŞARAK DANS EDER, FONDA DUYULAN ŞARKININ SÖZLERİNE KATILIRLAR. (Sezen Aksu – Minik Serçe; Albüm Adı: Serçe,1978)
“Ümitlerime geliverdi ilkbahar
Gözlerimde bahar sevinci var
Bir başka mutluluk müjdeliyor sanki çiçekler
Yeni açan tohum yeşeren toprak ve ağaçlar
Bak işte bir minik serçe
Lara lala lara li la la
Benim gibi neşe içinde
Lara lala lara li la la…

Anlaştık biz hiç konuşmadan
Lara lala lara li la la
Minik serçeyle göz göze geliverince
Bak seni de sarıverdi mutluluk
Zaman durdu bak işte sonsuzluk
Bir başka dünyanın açıldı sanki kapıları
Sevgi seli akıyor şimdi oluk oluk.

Bak işte bir minik serçe
Lara lala lara li la la
Senin gibi neşe içinde
Lara lala lara li la la
Anlaştınız bak hiç konuşmadan
Lara lala lara li la la
Minik serçeyle göz göze geliverince...”

KORKULUK: Minik Serçe ile Serçecik hanım sık sık mutluluk şarkıları söylüyor. Bunları dinleyerek eğleniyorum ben de. Artık yalnız değilim. Ben de mutluydum… Ya şu mısırlara ne demezsiniz? Onlar da kendilerine pay çıkarıyor bu güzelliklerden.
1. MISIR KOÇANI: Yaşasın, yeni komşularımız çok neşeli!
2. MISIR KOÇANI: Haydi mısır sapları, mısır dalları…
3. MISIR KOÇANI: Mısır koçanları…
4. MISIR KOÇANI: Mısır püskülleri, biz de dans edelim.
5. MISIR KOÇANI: Biz de katılalım serçelerin şenliğine…

FONDAN SADECE BİR KAÇ DİZESİ DUYULAN MİNİK SERÇE ŞARKISINA KATILIRLAR.

KORKULUK: Her şey çok güzeldi doğrusu. Herkes çok mutluydu.
Derken bir aksilik çıktı. Mısır tarlasının sahibi çıkageldi. Önce mısırları gözden geçirdi.
ÇİFTÇİ: (Mısırları inceler.) Bir iki mısır koçanından fazlası zarar görmemiş. (Korkuluğun yanına gelir.) Aferin sana güzel Korkuluğum… (Yuvayı görür.) Bu bu bu başındaki ne?
KORKULUK: Yu-yu-yuva.
ÇİFTÇİ: Ne yuvası?
KORKULUK: Ku-ku-kuş yuvası.
ÇİFTÇİ: Kuş yuvası olduğunu görüyorum. Ne işi var bunun başında? (İzleyenlere) KORKULUK: Minik Serçe ile Serçecik bey hemen yuvadan uçtular. Bir köşeye çekildiler. Korkuyla birbirlerine sokulmuşlardı. İçim ezildi.
ÇİFTÇİ: Ben seni buraya tarlaya kuşları sokmayasın diye dikiyorum. Sen ne yapıyorsun? Onların başına yuva kurmalarına izin veriyorsun.
KORKULUK: Fakat bu serçeler o kadar iyiler ki Patron… Hem çaresiz kalmışlardı. Yuva kuracak yer bulamıyorlardı. Yuva kuramayınca evlenemeyeceklerdi…
ÇİFTÇİ: Hımmm… Anlaşıldı… Neyse ki mısır tarlasını iyi kormuşsun. Belki bu serçelerin de yardımı oldu sana.
KORKULUK: Evet evet oldu tabii.
ÇİFTÇİ: Haydi öyleyse ben de izin verdim onlara… Yuva yıkanın yuvası olmaz… derler. Varsın senin şapkanın üstü de onların evi olsun.
SERÇELER: (El çırpar) Yaşasın! İzin çıktı! ...

BURADA KALMALARINA İZİN ÇIKINCA SERÇELER KEYİFLENİR.
FONDA ŞARKI YENİDEN BAŞLAR.

KORKULUK: Patronun sözleri çok sevindirdi beni. Sadece beni mi? Yeni evli serçeleri de çok sevindirdi. Mısırları da… Hatta inanmayacaksınız, bizim patronu bile sevindirdi. Bizim patron, serçelerle omuz omuza verip şarkı bile söyledi, oynadı bile onlarla.

SERÇELER MÜZİĞE UYARAK OYNAR, ŞARKIYA KATILIR.
ÇİFTÇİ DE ONLARLA ŞARKI SÖYLEYİP OYNAR.

KORKULUK: Ben “Aaah, keşke korkuluk olmasaydım. Ben de katılmak isterdim onların oyununa…” diyerek iç çeke çeke yaz mevsimin, geçirdim. Mısırlar iyice olgunlaştı. Bir sabah bir sürü işçi gelip onları topladılar.

İŞÇİLER ŞARKI SÖYLEYREK GİRER, ŞARKI SÖYLEYREK MISILARIN KOÇANLARINI TOPLAR, ETEKLERİNE KOYAR, ŞARKI SÖYLEYEREK ÇIKARLAR.

“Neşe ile hoplayıp
Zıplayalım çocuklar
Mısır koçanlarını
Toplayalım çocuklar.

Mısırlar canlı canlı
Mısırlar iri iri
Patronumuz çok şanslı
Bizim olsaydı biri.

Ambara gider mısır
Onca yolu aşırıp
Bizim eve giderler
Belki yolu şaşırıp.

“Neşe ile hoplayıp
Zıplayalım çocuklar
Mısır koçanlarını
Toplayalım çocuklar…”

KORKULUK: İşte mısırlar da toplandı. Bundan sonra ne yiyip ne içecek benim güzel serçelerim? ..
BULUT: (Su gibi akarak girer.) Kaygılanmana gerek yok Korkuluk. Hasat yapılırken sapların dibine düşen mısır taneleri, daha uzun süre besleyebilir serçeleri. (Su gibi akarak çıkar.)
KORKULUK: Haklıydı Bulut. Ama sadece bir süre için…

İKİ SERÇE: Tarladaki mısır tanelerini gagalar.)
KORKULUK: Tarlada kalan son taneleri de gagaladı serçeler.
SERÇECİK BEY: Tarlada hiç mısır tanesi kalmadı Minik hanım.
MİNİK SERÇE HANIM: Bundan sonra ne yiyeceğiz Serçecik bey.
SERÇECİK BEY: Yiyecek bulunan başka yerlere gideriz artık.
MİNİK SERÇE HANIM: Korkuluk ne olacak?
SERÇECİK BEY: Onu da götürürüz.
MİNİK SERÇE HANIM: Ama o gelemez ki…
SERÇECİK BEY: Doğru… O zaman biz onu ziyarete geliriz sık sık.
MİNİK SERÇE HANIM: Tamam da, bunu nasıl haber vereceğiz ona?
SERÇECİK BEY: Kolay olmayacak…

KORKULUK: Burada artık yiyecek kalmayınca başka yere göçmeye karar verdiler.
MİNİK SERÇE: Sana kötü bir haberim var Korkuluk?
KORKULUK: (Kaygılı) Nedir?
MİNİK SERÇE: Biz buradan göçüyoruz.
KORKULUK: Nereye?
MİNİK SERÇE: Bilmiyorum. Yiyecek bulabileceğimiz bir yer buluruz elbet.
KORKULUK: Kötü alışmıştım size.
SERÇECİK: Biz de sana…
KORKULUK: Ben bu ayrılığa nasıl dayanırım, bilmiyorum.
MİNİK SERÇE: Biz de… Arada bir uğrarız. (Göz yaşlarını kurular.)
KORKULUK: Ne o ağlıyor musunuz?
SERÇECİK: Hayır, anı kalsın diye, gözlerimizden dökülen birkaç inciyi bırakıyoruz sana.
KORKULUK: Ben ağlayamıyorum bile. Korkuluklar ağlayamaz ki… Yapılacak bir şey yok. Yaşamınızı sürdürebilmek için yiyecek olan başka yerlere gitmelisiniz.
SERÇELER: Hoşça kal Sevgili Korkuluk… (Çıkışa doğru yürürler.)
KORKULUK: (Arkalarından el sallar.) Güle güle Sevgili serçeler…
SERÇELER: Hoşça kal Sevgili Korkuluk…
KORKULUK: Güle güle Sevgili serçeler…
SERÇELER: Hoşça kal Sevgili Korkuluk… (Çıkarlar)
KORKULUK: Güle güle Sevgili serçeler… (İç çeker) Aaah ah! Gittiler işte.
Yalnızlığın acısını yeniden duymaya başladım şimdiden. Ne var ki uzun zaman yalnız kalınmıyor. Birileri çıkıp geliyor. İşte, duyumsuyorum. Biri geliyor bana doğru. Arkadaş olmasını umduğum Fırtına bu.
FIRTINA: (Hızla, çalımla girer.)
KORKULUK: Ooo! Hoş geldiniz sevgili Fırtına!
FIRTINA: (İri dişlerini gösterir) Hoş geldim mi, gelmedim mi, şimdi görürsün sen!
Fuuuuuv Vuuuuv…
KORKULUK: Ne yapıyorsun Fırtına arkadaş, delirdin mi sen?
FIRTINA: Akıllı olduğumu kim söyledi sana? (Korkuluğun şapkasını başından alır.)
KORKULUK: Bırak şapkamı. Ne yapacaksın onu?
FIRTINA: Şimdi görürsün. Vuuuv… Vuuuv… (Şapkayı ötelere fırlatır.)
KORKULUK: Şapkam, şapkam! Serçeler belki yine gelir. Yine yuva kurarlar üstüne şapkamın. Geri ver onu bana, yalvarıyorum güzel Fırtına…
FIRTINA: “Güzel fırtına” ha? .. Hah hah ha… Bu iltifat değil, hakarettir bana. Ben güzel değilim, çirkinim. Ben iyi değilim, kötüyüm…
KORKULUK: (Korkuyla) Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?
FIRTINA: Görürsün. Seni yerle bir edeceğim. (Korkuluğu sarsıp yerinden sökmeye çalışır.) Vuuuv… Vuuuv…
KORKULUK: Şaka değil mi bu! Şaka şaka…
FIRTINA: Hiç şakam yok. Al işte, söktüm seni. Şimdi yerlerde sürün bakalım!
KORKULUK: Bana bu kötülükleri niçin yapıyorsun sevgili Fırtına?
FIRTINA: Kötü olduğum için… (Çıkarken) Hoşça kalma Korkuluk. İşim bitti burada. Başka kötülükler yapmaya gidiyorum şimdi.

IŞIKLAR SÖNER, YANDIĞINDA MİNİK SERÇE İLE SERÇECİK’İ BİR AĞACIN ALTINDA GÖRÜRÜZ. KARŞILARINDA BİR EVİN PENCERESİ VADIR.

MİNİK SERÇE: İyi bulduk burayı, değil mi Serçecik?
SERÇECİK BEY: Evet Serçe hanım. Bahçede yazdan kalmış erik kuruları var.
MİNİK SERÇE: Dut kuruları, kaysı kuruları da var.
SERÇECİK BEY: Bir süre yeter bunlar bize.
MİNİK SERÇE: Ya bittiğinde ne yaparız?

PENCERE AÇILIR, KÜÇÜK BİR KIZIN BAŞI GÖRÜNÜR.

KÜÇÜK KIZ: Ben varım ya… Ben ne güne duruyorum? Sizleri aç bırakır mıyım hiç güzel serçeler?
SERÇECİK BEY: Teşekkürler küçük kız.
MİNİK SERÇE: Teşekkürler efendim…
KÜÇÜK KIZ: Gelin güzel serçeler! .. Yakına gelin. Her zaman meyve kurusu yenmez. Biraz da ekmek, kurabiye, pasta kırıntıları vereyim size. (Kırıntıları serper.) Alın, yiyin bunları.
SERÇELER: (Kırıntıları gagalar.)
KÜÇÜK KIZ: Kırıntıları ne güzel gagalıyorsunuz! Onları çöpe atmayıp işe yarattığım için çok memnunum. Kuşları beslemek ne güzel! Buralardan sakın uzaklaşmayın. Olur mu güzel serçeler?
SERÇECİK BEY: Peki güzel kız.
MİNİK SERÇE: Olur güzel kardeş…
KÜÇÜK KIZ: Haydi, ben pencereyi kapatayım da rahat rahat yiyin yemlerinizi.
SERÇECİK BEY: Var olun efendim.
KÜÇÜK KIZ: Üşürseniz cama gaganızla tık tık vurun. İçeriye alırım sizi. Isınırsınız.
MİNİK SERÇE: Teşekkürler küçük hanım.
SERÇECİK BEY: Şimdilik açlık sıkıntımız yok Minik Serçe hanım.
MİNİK SERÇE: Evet Serçecik bey. Bizim sorunumuz yok ama ya Korkuluğun? O ne durumda acaba? Issız tarlanın başında dostumuz Korkuluk ne yiyip ne içiyor dersin?
SERÇECİK BEY: Benim bir önerim var.
MİNİK SERÇE: Nedir?
SERÇECİK BEY: Buradan biraz yiyecek alıp Korkuluğa götürsek? ..
MİNİK SERÇE: Çok iyi olur. Ne güzel düşündün bunu?
SERÇECİK BEY: Birer dut kurusu götürelim ona.
MİNİK SERÇE: Haydi, öyleyse, dut kurusunu dilinin altına sıkıştır da yola koyulalım.

IŞIK SÖNER, YENİDEN YANDIĞINDA ONLARI MISIR TARLASINDA BULURUZ.

SERÇECİK BEY: Bizim yuvamız buralarda değil miydi Minik Serçe?
MİNİK SERÇE: Buradaydı Serçecik…
SERÇECİK BEY: Eee, nerede? .. Sen korkuluğu görebiliyor musun?
MİNİK SERÇE: Göremiyorum.
SERÇECİK BEY: Nereye gitti acaba?
MİNİK SERÇE: Bilmem ki, yürüyüşe çıkmış olmasın.
SERÇECİK BEY: Korkuluklar yürüyemez ki.
MİNİK SERÇE: Sahi, unutmuşum.
KORKULUK: (İnler.) Aaah… Aaahhh…
SERÇECİK BEY: Bir inilti duyuyor musun?
MİNİK SERÇE: Duyuyorum. Bak, ses şuradan geliyor.
SERÇECİK BEY: Orada bir karartı var!
MİNİK SERÇE: Bizim Korkuluk bu!
SERÇECİK BEY: Korkuluk, sevgili Korkuluk, ne oldu sana!
KORKULUK: Fırtına… Fırtına devirdi beni. Şapkamı da uzaklara fırlattı.
MİNİK SERÇE: Neden yaptı ki bunu?
KORKULUK: Kötü olduğu için.
SERÇECİK BEY: Ben gösteririm ona.
KORKULUK: Hayır, sakın öç almaya kalkmayın çocuklar. İyiler kin tutmaz, öç almaz. İyiler bağışlayıcıdır.
MİNİK SERÇE: Kötülerin yaptığı kötülük yanlarına mı kalsın?
KORKULUK: Onlar cezalarını bulurlar.
SERÇECİK BEY: Peki… Sen acıkmışsındır.
MİNİK SERÇE: (Ağzından çıkartıp uzatır.) Bak, birer dut kurusu getirdik sana. Sen de versene Serçecik bey.
SERÇECİK BEY: Veriyorum canım… (Ağzından çıkartıp uzatır.)
KORKULUK: (Gülmeye çalışır) Zahmet etmişsiniz…. Korkuluklar bir şey yiyemezler. Bunu bilmiyor muydunuz?
SERÇECİK BEY: Sahi… Unutmuşuz…
MİNİK SERÇE: Eee? Ne olacak şimdi?
KORKULUK: Bilmem. Bu öykü burada böyle kötü mü bitse acaba?
BULUT (Telâşla girer.) Hayır hayır! Kötü bitmesin!
KORKULUK: Öyleyse dinleyin… Siz şimdi yuvanıza gidin. Orada rahatınıza bakın. Bahar gelince dönersiniz.
MİNİK SERÇE: Sen ne olacaksın, burada böyle?
KORKULUK: Ben başımın çaresine bakarım.
BULUT: (Hoplayıp siçrayarak girer.) Biz ne oluyoruz burada? .. Ben yardım ederim korkuluğa. Siz kaygısız olun serçecikler.
MİNİK SERÇE: Peki… (İstemeye istemeye giderler.)

IŞIK SÖNER, YENİDEN YANDIĞINDA KORKULUK HALA YATTIGI YERDEDİR.

KORKULUK: Bulut, yardım getireyim diye gitti, geri dönmedi. Başına bir iş mi geldi acaba? Bir ayak sesi duyuyorum. Gelen var. Bulutun ayak sesleri değil bu. Kim acaba?

ÇİFTÇİ: (Şarkı söyleyerek girer. Tarlayı sürer, tohumları saçar.)
“Bahar geldi, gün uyandı
Her yer yeşile boyandı
Kırda çiçekler açtılar
Doğayla kucaklaştılar.

Biz de Tarlayı sürelim
Ekinleri ekelim mi
Fideleri dikelim mi
Keyfimize bakalım mı?

Mısırlar boy boy olsun
Sonra ambara dolsun
Onları satıp satıp
Çiftçiler varsıl olsun…

KORKULUK: (Yattığı yerden) Çiftçinin keyfi yerinde. Tarlayı sürdü. Mısır tanelerini saçtı. Bütün bunları yaparken dönüp bana bakmak aklına gelmedi. Yazıklar olsun…
ÇİFTÇİ: Mısırları ektik. Yarın boy boy yükselmeye başlarlar. Koçanları irileşir. Kuşlar onları yemeye gelir. Tarlayı kuşların talanından korumak gerek. Geçen yıl bir korkuluğum vardı. İyi korumuştu mısırlarımı.
KORKULUK: Sonunda beni hatırlayabildi.
ÇİFTÇİ: Sahi, nerede o? Aaa, buradaymış! Kim söktü acaba onu yerinden?
Vah benim güzel Korkuluğum vah! Her halde seni fırtına soktu bu hallere.
KORKULUK: Çiftçi beni yattığım yerden kaldırdı. Yeniden toprağa gömdü.
ÇİFTÇİ: (Korkuluğu yerine diker.) Fırtınadan başkası yapmış olamaz bunu. Zalim fırtına şapkanı da uçurmuş senin! Dur, ben kendi şapkamı takayım senin başına.
KORKULUK: (Kendi kendine) Oh, yeniden bir şapkam oldu! Bu kez kaptırmam onu fırtınaya.
ÇİFTÇİ: Sana paltomu da vereyim…
KORKULUK: Paltosunu da çıkartıp üzerime geçirdi. Pek fiyakalı olmuştum doğrusu.
ÇİFTÇİ: Tarlamı iyi bekle Korkuluk. Tohumları yemesin kuşlar.
KORKULUK: Keyfime diyecek yoktu. Bu halimi görse kim bilir ne kadar sevinirdi Serçecikler… Yine gelirler mi acaba?
ÇİFTÇİ: Şimdilik hoşça kal güzel Korkuluğum… (Çıkar.)
KORKULUK: O da gitti. Yine kaldım yapayalnız. O ne? Öteden bir serçe sürüsü göründü. Bana doğru geliyorlar. Bunlar da bizimkiler gibi arkadaş olurlar mı acaba benimle?
SERÇECİK BEY: (Coşkuyla seslenerek girer.) Hey! Korkuluk arkadaş! Biz geldik!
MİNİK SERÇE HANIM: Biz geldik korkuluk amca! ..
BEŞ EN MİNİK SERÇE: Biz de geldiiik, biz de geldiiik! ...
KORKULUK: (Kendi kendine) Aaa, bunlar benim arkadaşlarım olan serçeler! Peki yanlarındaki beş minik serçecik neyin nesi? (Coşkuyla) Hoş geldiniz çocuklar! hoş geldiniz! ..
BÜTÜN SERÇELER: Hoş bulduk, hoş bulduk…
KORKULUK: Bu yanınızdakiler kim? Yeni arkadaşlarınız mı? Onlarla tanıştırmayacak mısınız beni?
SERÇECİK BEY: Tanıştıralım… Bunlar ailemize yeni katılan serçecikler.
MİNİK SERÇE: Bizim yavrularımız…
KORKULUK: Ah ah ah! .. Ne kadar güze bir sürpriz bu! Kolumu kıpırdatabilseydim kucaklardım onları! Şapkamı havaya atardım sevincimden!
SERÇECİK BEY: Yo, hayır sakın böyle bir şey yapma. Zira ona bu yıl daha çok ihtiyacımız var.
KORKULUK: Yine buraya mı kuracaksınız yuvanızı?
SERÇECİK BEY: Bizi istemiyor musun yoksa?
KORKULUK: İstememek ne demek? Benim için bundan büyük mutluluk olur mu?
SERÇECİK BEY: Bu sefer daha büyük bir yuva yapmamız gerekecek. Görüyorsun aile kalabalıklaştı. Senin şapka hepimizi çekebilir mi acaba?
KORKULUK: Ne diyorsun! Benim şapkam bir serçe ordusunu bile çekebilir.

HEPSİ NEŞEYLE GÜLÜŞÜR.

SERÇECİK BEY: Ciklemeyi bırakın da kolları sıvayın çocuklar! Yani yuvamıza çöp taşımaya başlayın.

1. YAVRU SERÇE: Çöğ çöp çöp! ..
2. YAVRU SERÇE: Yeni yuvamıza çöp taşıyacağız!
3. YAVRU SERÇE: En uzun çöpü ben bulacağım!
4. YAVRU SERÇE: Hayır ben…
5. YAVRU SERÇE: Bekleyin çöp kardeşler, serçe kardeşler geliyooor!

YAVRU SERÇECİKLER CİKLEŞEREK UZAKLAŞIR. ANNE BABA SERÇELER SEVGİYLE BAKIŞIR.

KORKULUK: Keyfime diyecek yok artık. Dünyada benden daha mutlu bir Korkuluk var mı acaba?

BİTTİ


YAZARIN NOTU:
Oyunun değerlendirilmek istenmesi halinde bilgilendirilmeyi rica ediyorum. Teşekkürler.
Telefon: 0505 553 47 44
FEVZİ GÜNENÇ

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 31.5.2010 21:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç