Sizleri bu gece biraz gerilere götüreceğim. 1960’lı yıllara…
Türkiye’deki sinema çılgınlığının başladığı ve sinemasız tek bir kasabanın bile olmadığı yıllara…
Doğal olarak da Oltu’da sevgili Mustafa Coşkun amcamızın açtığı sivil sinemaya… (Bu sinemaya benimle gelmeyi isteyen varsa bu metni okuduktan sonra beğendi yapsın diyerek Facebook un hakkını da vereyim ve anlatmaya devam edeyim.)
Mustafa amcamızı tanımış olanlarımız varsa anlatacaklarımı daha çok algılayabilecektir. Son derece çalışkan, zeki esprili bir insandı. Işıklar içerisinde yatsın.
Oltu’da sinema açtıktan sonra ister istemez her gösterime aldığı filmi izlemek durumunda olduğundan yukarda saydığım özelliklerine entelektüelliği de eklemiş olan sevgili amcamızın sinemasının ilk yılındayız şimdi.
Oltu’nun yerli halkı sinema ile tanışmış ama çevre köylüler daha ne “sinema” adını duymuşlar ne de ne olduğunu bilmektedirler.
O gün günlerden Cumadır ve Oltu’da hayvan pazarı kurulmuş, çevre köylüler besledikleri hayvanları pazara getirmiş, satabildiklerini satmış, un-şeker gibi gereksinimlerini de almış ve köylerinin yolunu tutmaya başlamışlardır.
Bahçecik köyündeki çok çok sevgili amcalarımızdan birisi (Çocuklarından izin alınca ismini buraya yazacağım. Şu an yazmıyorum.) evet amcalarımızdan birisi de o gün pazara eşi ve çocukları ile gelmiş gereken alışverişleri yaptıktan sonra yaya olarak köye doğru yönelmişlerdir. Tam Oltu’dan çıkmak üzerelerken tuz almayı unuttukları akıllarına gelir.
Oltu öyle bir yerdir ki oradaki herkes birbirinin canı-ciğeri. Abisi-kardeşidir. Tuz almayı unutmuş olan amcacım hemen Mustafa’nın tükanı(SİNEMA) na yönelir. “Mustafa can şu bizim uşaklar senin tükanda az soluklansın ben tuz almayı unutmuşum. Hemen çarşı başından alıp geleyim” der. Mustafa amcacığımız da “tabi tabi gardaş sen git” der. Der demesine de aklında muhteşem bir şaka vardır.
İçerde filmi makineye takmış sinemada gündüz matinesi başlamıştır. Zevkli, bol dansözlü Türk filmlerinden birisi gösterimdedir.
Mustafa amca çocukları alır ve der ki; “Çocuklar içeri girin. Karşıya bakın. Ne görürseniz görün hiç sesinizi çıkarmadan seyredin. Gardaşım gelende ben sizi çağırırım tamam mı? ”
Eee zavallı insancıklar onlar da film izlesinler, bir az eğlensinler değil mi?
Bahçecikli adı bende saklı olan amcamızın eşi ve çocukları en arka sıradaki sandalyelere sıralanır ve filmin tadını çıkarmaya başlarlar.
Sinemada da -mal pazarı günü olduğundan- izleyici çoktur. Ancak karanlıkta kimse kimseyi görmediğinden ya da bizimkiler acemi olduklarından hiç kimseye bakmadan gözlerini perdeye odaklayıp sessiz sedasız izledikleri filmin konusuna kapılır giderler.
Derken tuzunu almış olan amcacığım Mustafa gardaşının tükanının önüne gelir. “Hele gardaş bizimkiler gelsinler de gidelim.” der.
Mustafa amcacığım da “Aha şu kapıdan gir, oradalar seslen bir zahmet az işim var” diye yanıtlar.
Bahçecikli amcacığım nasıl bir yer olduğunu hiç ama hiç bilmediği sinemanın kapısından içeri adımını atar.
Aman Allah’ım o da ne? Karşısında yarı cıbıldık kocaman bir kadın fıldır fıldır göbek atmaktadır. Karanlıkta hiç kimseyi fark edebilecek halde değildir ve zaten o an şoka girmiştir.
Birden bire çok yüksek bir ses ile bağırmaya başlar.
EŞŞEDÜENLAİLAHE İLLALAHHHH…
ESTAFURULAHHHH
TÖVBELER OLSUB YA RABİİİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM…
EŞŞEDÜENLAİLAHE İLLALAHHHH…
ESTAFURULAHHHH
TÖVBELER OLSUB YA RABİİİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM…
Amcacığım bildiği tüm salâvatları getiredursun tüm sinemadakiler filmi bırakmış geriye dönmüşlerdir. Bu ifadelerin de filmin bir parçası olup olmadığını anlamaya çalışmaktadırlar.
Köylü hanım ve çocuklar Mustafa amcamızın öğüdünü unutmamış çıtlarını çıkarmadan yerlerinde oturmaya devam etmektedirler.
Derken sinemayı büyük bir kahkaha tufanı alır.
Mustafa amcamız ışıkları yakar.
5 DAKİKA ARA
yazısını beklemeden beş dakika ara verir ve yaptığı şakayı anlatıp amcamı öper. O da onu Öper.
Kim bilir belki daha sonra ikisi baş başa filmi izlemiş bile olabilirler.
Ben bu anıyı olaydan yaklaşık 10 sene kadar sonra dinlediğimde Mustafa Coşkun’un Halil İbrahim sofrası gibi bereketle donatılmış sofralarında lezzetli yemekler yudumluyordum.
Yıllar sonra Mustafa amcamızın geçirdiği kaza, Parmaklarını kaybedişi, sinemanın kapanışı, sonra da sinemanın yerine bir cami yapılışı.
İster misiniz?
Yazayım mı?
Emin olun tadına doyulmaz hüzünlü bir roman olur.
O sinemadaki baloları
O sinemadaki salon düğünlerini
Ve Süleyman Coşkun’un, Mevlüt Coşkun’un bizim isteklerimize göre sinema hoparlörlerinden şarkılar çalışını.
Şarkıları şifreleyişimizi.
İster misiniz?
İstemeye bilirsiniz.
Sanatın ve kültürün korunmasına evet diyemiyorsanız elbette böyle bir romanı da okumak istemeyebilirsiniz.
Birkaç ay önce bir bakanımız “Otlu’ya ilk tiyatroyu ben götürdüm” diye haberlerde bir ifade kullandı.
Hemen kendisine mail atıp yaşını ve okuduğu seneleri sordum. Tabi ki kendim de araştırdım. Bakanımızın benden küçük olduğunu gördüm. Onun tiyatro götürdüm dediği Oltu’da ben ondan 8 yıl önce kendim sahne almış ve oynamıştım. Bunu kendisine yazdım. Ne var ki beni yanıtlamadılar.
Biliniz ki Oltu’daki Askeri sinemayı da sayarsak batıdaki onlarca hatta yüzlerce kasabadan önce Tiyatrosu olan, sineması olan bir kasaba idi ve Oltulular olarak da birçok oyun oynadık. Ben biliyorum ki benden önce de Oltu’da tiyatro eserleri sergilendi.
Ama işte bu sayfalarda “senin deden öte pungardan su içti. Sen Oltulu değilsin” diye bağırmaktan başka bir şey yapmazsak Otlu’ya en büyük zararı veririz.
Lütfen yazınız. Anılarınızı geçmişteki o inanılmaz uygar duruşunuzu yazınız. Karanlık ufuklar daha da kararmadan bilmeyeni bildirmek uyuşmuşu uyandırmakta geç kaldığımızı bilerek yazınız.
Geç kalmak yok olmaktan daha kötü değildir.
Saygılarımla.
Kayıt Tarihi : 7.7.2012 23:23:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!