... ve bir gün notalar kulaklarımızda
çınlamaya başlayacak.
işte o an
sözleri unutulmuş birer şarkı olduğumuzu anlayacağız...
USTA’YA
ateşi damarlarında memleketinin
ve avuçlarında yüreğin
yaşadın memleketini, memleketinden uzakta
uğruna hapisler yattığın,
hoş geldin ölüm,
hoş geldin son anı ömrümün
korku yok içimde sana dair,
hiç meleklerden korkulur mu?
biliyorum ki, ben olduğum sürece sen yoksun,
ve ben yok olduğumda,
kendimiz gibi görmekle yapmadık mı en büyük hatayı,
insanları
ve bilemedik,
insanın insanla beslendiğini,
böbürlendik aptalca
son örneğiyiz türümüzün diye
Kadınlarımız... (*)
bakışları sonsuzlukta asılı kalmıştı kadının
bir elinde sigarası, göbek atıyordu salonda
ve kimi aç, kimi meraklı birkaç kahrolası,
mahkum ediyorlardı kadını, sapık bakışlarının ardına
ben kardeşimi kaybettim,
doksan üç’te
sekiz gün önce, doğum gününden
kaybettim kardeşimi.
soğuk ve ışıksız caddelerinde şehrimin,
yirmi iki yaşın delişmenliğiyle,
sanki hiç büyümeyecekmiş gibiydim,
hiç değişmeyecekmiş gibiydi
ifadesi gözlerimin.
tam otuz beş yıl geçti
ve gözlerim daha donuk,
baktığım yerlerse gri
karanlık, bir kurşun gibi kuşatırken gri ufuklarını yurdumun;
hain, kirli, kalleş
ve karanlık, ölüm gibi çökerken gözlerimize;
kanlı, yorgun korkunç
yüreğimizde yaşamamışlığın
“keşke” acısı,
umutlarını, yarınlarını,
sofrasında tayınını
ve ahırında kuyruğunu bir sarkaç gibi
sabırla sallayan öküzünü
doldurup yüreğine…
göç etti taşı toprağı altın şehre, umutla
Senesi çok önemli değil,
nasıl başladığı da
ama, nasıl biteceği
çok, pek çok umurumda.
Düz bir yazı gibi hayatımız,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!