Ben miydim, içrek ve nihan bir sûret gibi zamana düşen
Yoksa zaman mıydı, benim suretimi paramparça eden?
Kavimler kavrulurken Sahyun Nebilerinin gözyaşlarında
Göklerden şeamet yağıyordu arza çivili bedenlerine
Simülakrumlarda dikişli dudakların lanetli hercümercinde
Ve Sin’den Şın’a uzanan muhataralı köprünün ayaklarında
Ben ki Heraklit’in ağlayan nehrinde çözülmüş bir iptim,
Gözlere mahpus suların hafızasında unutulmuş bir nefistim
Âsumâna saplanmış sekerâttaki gözkapaklarımdan
mağmum hayret serçeleri kopuyor
Kanatları kurşunlanmış bir semender var orada
alevlerin içinden bedbîn bana bakıyor
ve İndra’nın efsunlu ağlarına akkor ceninler saçıyor
isimsizce kaybolmuştu hüviyetim kuzgun günlerinde
Borges’nin küflü, flu ve modern labirentlerinde
kaç kez inkisâra düştüm buhranlı enkaz kuşluklarında
kaç kez Timon gibi ilendim huşûnetle ebnâ-yı beşer’e
sövdüm sükût teneşirlerinde ve kefen şafaklarında
ve kadim sutraların suskun kantikalarında
Sürünen ve temennâ eden bir nehir gördüm — belki Ganga’ydı,
belki Fırat’ın gürbüz ve erdemli kardeşi.
ırmağa kendimi atmadım, çünkü sular —
habis ruhları taşımaktan yorulmuş, yılmış ve yanmıştı.
ben o gün, bir Simurg’un tüyünden yazıldım.
ama tüy kanatlanmadı fezalara, düştü arza çakıldı
çünkü artık uçmak saadet değil— yeryüzüne batmaktı.
işte orada – bir mantra ile bir zikir ve bir fikir,
aynı anda sustular cümlesi hâmûş hepsi sâkit.
ve sustuklarında bir yıldız doğdu hançerli göğüslerinden
ama doğarken inkâr etti kendini,
ölüler kusan kızıl göklere asıldı ellerinden
Kavafis’in enkonü limanlarına hiç yanaşmadı hayallerim
çünkü her seferde kaptanı ben olan
ama pusulası pinhân ve rotası fıkdan bir gemiydim.
Kâinatı rahimlere çakılı kantarla ölçen Nemesis’e,
ağlarken bakıyordum ellerindeki terazinin
bir kefesinde çocuklar, diğerinde mitralyöz olan kefesine.
Şehvetli her kuyu dibinde başlar gölge sancısı
Babil’in yosunlu taşlarına çizilmiş, Ezra’nın harfleri,
dilsiz ve yankısız çığlıklar gibi yükselir geceye.
İncil’in yırtık sayfalarında bir feminanın kan lekeleri,
doğurgan bir gölge var mihrapta,
kendi yansısına secde etmişti.
çünkü ışık —
bu kez
karanlığı seçmişti.
Ölgün nefesim ve nazarım âteşîn bir isyandı;
Münzevi ve patetik bir lotus çiçeği açtı kalbimde
ama kökü — korkunç Hutame’nin tam ortasındaydı.
ve çiçek, her yakarışla kıvrandı ve biraz daha soldu.
Artık her suskunluğum, canfeza bir saadet oldu
Kayıt Tarihi : 16.6.2025 15:04:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!