Çıtır çıtır bir simit. Sıcacık, dumanı üstünde. Tablaların üzerinde, fırınların camekânında kardeş kardeşe yan yana uzanmış. Ne düşündürür, ne hissettirir size?
Kimi zaman sıcacık dost meclislerinde bir bardak çayla yaren olur; kimi zamansa şirin bir çocuğun ellerini süslerler, sokakta, parklarda. Bazen denizi seyretme keyfine ortak, bazense simitçi çocuğun akşam eve götüreceği nafakasına sermayelik ederler.
Ben simitlere biraz buruk bir mutlulukla bakarım daima. Her simit içimi bir hoş eder ama sonra gülümsetir yeniden beni. Alır yıllar öncesine götürür ve o günü yeniden yaşatır.
Güzel bir eylül günüydü. Güneş pırıl pırıl havada bir pastırma yazı sıcağı… Yeni atandığım okuluma gidiyorum. Yüreğim kıpır kıpır, heyecanlıyım. Bu heyecan geleceğin ne getireceğinin bilinmemesinden mi, yeni bir ortama girmekten mi bilmiyorum. Sanırım en fazla da öğrencilerimi merak etmemden kaynaklanıyor.
Her sene bu hali yeniden yaşarım ben. Her öğrencim ayrı bir dünyadır bence. Ben de bu yüzlerce dünyayı keşfe çıkan kaşif. Her birini keşfetmeli ve kayıp hazineleri gün yüzüne çıkarmalıyım diye düşünüyorum. Belki de bundandır yüreğimin küt küt atması. Yeni okulum minicik, iki katlı, pembe bir okul. Öğrencilerin çoğu taşımalı olarak gelen köy çocukları. Aynı köyün çocukları aynı servisten telaşla iniyorlar. Tatlı bir gürültü almış başını gidiyor. Belli onlar da benim gibi heyecanlı, hepsi cıvıl cıvıl, kıpır kıpır. Yerlerinde duramıyor, kaplarına sığamıyor afacanlar. Ama ne güzel hepsi de mutlu!
İlk dersim altıncı sınıflara… Dersin başlangıcı tanışma. Bütün öğrenciler teker teker kendilerini tanıtıyorlar sınıf arkadaşlarına. Hepsinde bir büyümüşlük edası… Öyle ya artık altıncı sınıf oldular. İdealleri, hayalleri artık daha yetişkince.
Aradan günler geçiyor. Sınıf birbiriyle iyice kaynaşmakta. Sınıfta pek çok şey her an değişiyor. Yeni yeni arkadaşlıklar kuruluyor. Arkadaş grupları bile şimdiden oluştu. Hepsi halinden oldukça memnun. Biri hariç: Çiçek
Çiçek sınıfın en arkasında en arka sırada dipte oturuyor daima. Adeta duvarla bütünleşmiş gibi. Dikkat etmesem onun sınıfta olmasını fark etmeyeceğim bile. Bu yaşıtlarına göre oldukça çelimsiz, solgun yüzlü, çekingen bir çocuk. Üstü başı perişan. Arkadaşlarının aksine adeta sınıfa ait değilmiş gibi görünüyor. Sanki zorla getirtilmiş, zoraki oturtulmuş o sıraya.
İlk günden beri gözlemliyorum onu. Kayıp bir dünya gibi hep yalnız. Sınıfta, teneffüste, hatta taşımalı geldiği serviste. Far ettirmeden izliyorum ama hep başladığım yere varıyorum: O yine yalnız. Diğer çocuklar acımasızca dışlıyor onu. Yalnızlığa itiyor, ama ona ne denli zarar verdiklerinin farkına bile varmıyorlar. O yaklaşmaya çalıştıkça mıknatıs gibi itiyor, onu daha da yapayalnız bırakıyorlar.
Ona ulaşmam lazım. Bu yalnızlığın sebebini bulup sorunu çözmem lazım. Ona ulaşmak için önce konuşmayı deniyorum olmuyor. Sanki demirden bir kafeste. Beni içine almıyor. Yalnızlığına kimseyi ortak etmiyor. Belki de etmek istemiyor.
Sonra diğer çocuklarla konuşuyorum. Onun hikâyesini köylüsü bir kız anlatıyor bir çırpıda: “Öğretmenim! ” diyor. “Onun babası çalışmaz, her akşam içer içer gelir. Çoğu kez de anasını, çocukları döver. Hatta birinde dövdü de çiçeğin gözüne illet geldi. Ondan aktı sol gözü. Onlara bizim köylü bakar, fitreyi, sadakayı, zekâtı babasından gizli verirler anasına.”
Sonunda anlıyorum çiçeğin derdini, ezikliğini; değil konuşmak gözlerini bile benden kaçırmasının hikmetini. Tüm bu yaşadıklarının üstüne bir de arkadaşlarının aldırmazlığı hepten solduruyor demek ki Çiçek’i. Hâlbuki onun dipdiri olması, toprağa tüm kökleriyle sımsıkı sarılması ve güneşe ulaşması lazım ama her şeyden önce Çiçek’e bir can suyu lazım(!)
Sorun belli oldu, sıra çözümde. Onu karanlık dünyasından çekip almalı, Hayatın içine katmalı, diğerleri ile kenetlenmeli ve yalnızlık girdabında kaybolmasına izin vermemeli.
Okulun panosunu süsleme görevi Çiçek’in. “Göreyim seni Çiçek, bu panoyu çiçek gibi düzenle bakalım.” Bu görevle Çiçek dışarı, bense çocukların yüreklerinden içeri. Çocuklarıma onu anlattım o ders. O gün dersimiz Türkçeydi ama konumuz insanlık ve insan olmanın gereği. Yaşadıklarını, yalnızlığını, ona nasıl ve neden yardımcı olmamız gerektiğini ben anlattım arkadaşları dinledi. Önce kavrayamadılar belki, çocuktular çünkü. Ama sonunda yüreklerinin iyi yanı baskın geldi ve onlarda inandı bana. Çiçek’e bir can suyu olmamızın gerektiğine dostluk için insan olmanın onuru için…
Artık benim haylazlarla güzel bir oyun oynuyoruz: Çiçek’e destek olma oyunu. Ona fark ettirmeden onu yüreklendiriyoruz hep beraber. Yaptığı güzel şeyleri destekliyor, takdir ediyor, sıkıntılarını paylaşıyoruz. Kızlar grubu da artık bir kişi daha fazla olarak geziyorlar teneffüslerde. Ne güzel 6-E sınıfında yalnız kalan tek şey: yalnızlığın ta kendisi! ..
Ve o gün nöbetçi olduğum bir gün çocuklar sağımda solumda koşturup duruyorlar. Onları seyretmek hoşuma gidiyor. Gözlerimizin önünde büyüyorlar. Gün gelecek karşıma bir öğretmen, bir doktor olarak çıkıp gelecekler diye düşünürken dalmış gitmişim. O an arkamdan gelen cılız bir sesle irkildim: “ Öğretmenim! ” Döndüm baktım Çiçek(!) Benim Nazlı Çiçek’im gülümsüyor. Elinde bir simit…
“Hayrola Çiçek bir şey mi var? ” diye sordum.
“Öğretmenim bunu sizin için almıştım.” Dedi ve elindeki simidi uzattı bana. Şaştım. Bir an kala kaldım. Belki de altı yıl boyunca bir kez bile simit alamayan bu çocuk bana kendince en kıymetli, en özel olan şeyi getirmiş bana sunmuştu. Baktım almasam kırılacak, çaresiz aldım. Koşar adım uzaklaştım oradan. Boğazıma bir şeyler oturmuş, gözyaşlarıma söz dinletemez olmuştum. Ağlıyordum ve onun bunu görmesini istemiyordum.
Şunca yıllık öğretmenim yıllardır öğrencilerime pek çok şeyi ben öğrettim ama bu gün Çiçek benim onlara öğrettiğimden çok daha fazlasını, çok daha önemli bir şeyi öğretti: Sevginin gücünü, sevmenin her şeyin üstesinden gelebileceğini ve sevginin bir simitle bile olsa gösterilebileceğini! ..
Ben ona yüreğimi verdim ona can suyu olsun diye. Solmaktan kurtuldu, hayata dal budak saldı.
O bana hayata simit sıcaklığında, simit tadında bakabilme ayrıcalığını verdi.
Unutmayın, bazen sıcacık bir gülüştür sevgi.
Bazen sımsıkı bir sarılış,
Bazen de bir simit…
Derya AKGÜN
Kayıt Tarihi : 4.11.2006 15:00:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!