Küçük bir çocukken utanırdım huzuruna çıkmaya, suçluluk duygusu sana olan hasretime karışırdı, birlikte can yakardı... Bu yüzden mahcup gözlerimden yaş akamazdı 10 Kasımlarda... Çünkü başöğretmenime yani sana karşı sevgi- saygı dolu bir çekingenlik vardı bende... Okulda ders sırasında attığım silgilerin hesabını soracakmışsın, bana kızacakmışsın gibi gelirdi... Sanki sana layık bir çocuk değilmişim hissiyatına bürünürdüm her silgi atışımdan sonra...
Sonra büyüdüm Atam, dünyam da büyüdü... Büyüyen dünyanın içerisinde büyüdüm, dünyamı büyütmeye, dünyamı dünyadan ayrı tutmaya, dünyamı dünyaya katmaya çalışarak...
Atılan bombaları, yıkılan yuvaları, bölünen insanları gördükçe silgi atmanın masumiyetini keşfettim... Ve bu büyüyen, ancak gelişemeden değişen dünyada silgi atmanın gerekliliğini farkettim... Hayat okulundaki dersliklerde öğretilerin tek yönlü ve çıkarcı olduğunu gördüm çünkü... Tek bir kişinin ya da görüşün peşinde giden kişilerin sürü psikolojisi misali dünyaya at gözlükleriyle baktıklarını gördüm... Onların dikkatlerini dağıtmanın, onları farklı gözlerle de bakmaya yönlendirmenin silgi atarak olabileceğini farkettim...
Çocukken attıktan sonra utandığım silgileri gizli gizli çoğalttım zihin çantamda, duygu-düşünce ceplerimde... Onları iyi yönde kullanmayı amaç edindim... Hümanistlik defterimde not düştüğüm tüm hayat derslerini temize çekip insanlara sunmaya çalıştım... Gizliden gizliye kopya verdim insanlara... Oysa çocukken kopya verirken bile utanırdım... ‘Herkes kendi bilgisiyle yapsın’ mentalitesinin etkisinde ve baskısındaydım herkes gibi... Sonra herkesin doğru ve/ veya yeterli bilgilere sahip olmadığını ve bazen bu bilgileri yanlış kullandıklarını gördüm... Bilgileri doğru ve yeterli kılmak için, ve doğru kullanılmasına yardımcı olabilmek için kopya vermeyi mübah gördüm...
Adettendir,seven vurulur
Sevilenindir gurur
Sevgi dolu dizgin
Sevgi içten
Sevgi savunmasız