Hasrete susadıkça
Serapların beni, gözyaşıyla avuttuğu
Bir ağustos sonuydu
Derdim, memleket tütsülü bir rüzgarın
Duygularımı bir yığın tüy gibi dağıttığı
Şahsi bir konuydu
Derken
Yıkık bir duvar dibine çömeldim
Ağladım, söylendim, inledim
Yalnız söylediklerimi kendim dinledim:
Beni şimdi paranteze alırken
Bu mağrur ülkenin soğuk binaları
Kim bilir belki de
Oğullarını öpüp bağırlarına basmakta
Bizim yurdun anaları
Şimdi memlekette olmak vardı!
Bir çocuk günahsız sesiyle
Simit satmalıydı
Sıcaaak sıcak diyerek kulağımın dibinde
Ya da Anadolu'nun koyu gölgeli
Bir köy kahvesinde
Ortaya okkalı bir selam atmalıydı
Bir yiğit delikanlı Ulubatlı Hasan tipinde
Nerede o, her sabah hanemizi
Dipsiz zamanlara daldıran kara trenin
Saat tam yedide hazin hazin ötüşü...
Sanki dumanımsı duygularla
Bir silinmez sürme gibi
Gözümdedir hâlâ uzun uzun tütüşü...
Düşmesin içime, bir raptiye gibi
Kalbime batan bir sıla sancısı
Cılız sırtları gam yüklü kervanların
Yalnız ben olurum keyfi kırık hancısı...
Ve bu sancı, bir tavizsiz zaptiye gibi
Hüzne mahkûm edince ruhumu
Bana da artık, gözlerimden dökmek kalır
Sakarya'mı, Dicle'mi, Çoruh'umu...
Kayıt Tarihi : 21.12.2009 23:27:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
* Bu şiir 1960’lı yılların başında Avrupa’ya ilk giden işçilerimizden birisinin anlattığı duygu yüklü bir memleket özlemi sohbetinden etkilenilerek kaleme alınmıştır. Diyanet Avrupa Dergisi, 1997 yılı Ekim-Kasım sayısında az bir değişiklikle yayınlanmıştır.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!