Bu hasretlik yıkar beni,
Cayır cayır yakar beni,
O yanağında ki beni;
Küllere çevirir beni…..
Sübhan aşkına mesruruna et visal şimdi.
Geçen zaman ölümden de beter misal şimdi
Diken elinde biçare, yanar gülüm al al,
Kafeste ki bülbülüm kurtuluşa sal şimdi
Ne duyan var figanım ne var derde bir çare,
Gün gelir erişirm’ola visali yâre şimdi.
Cihanda yok devam sensin yareme tek çarem,
Yar senden gayrı cümlesi bana haram şimdi.
Hasretin girdabında boğar beni efkârım,
Kalmadı gönlümde sabrı iftiharım şimdi,
Yar bir görsen halimi soldu rengi ruhsarım,
Ayrılık akla ziyan kalmadı kararım şimdi.
Seraplardan vaz geçir gel de gönül şad olsun,
Bir görsen halimi Leyla’dan beterim şimdi
Seninle ne güzel sonsuz hayale dalardık
Şad olan günlerimiz hicrana aktı şimdi.
Ah tak etti bu cana hasret denen ayrılık,
Yarından haber yok her yan karanlık şimdi.
“Daha dün neşe ile öterken bütün kuşlar
Bir haller oldu bugün, sessizlik/ figan şimdi”
Sen gönül sarayımdan niçin çeker gidersin
Kimlere “Sultanım “der dilşad edersin şimdi
Duymazsın zalim dinmeyen giryanımı,
Yad el duymaz mı suziş i nahanımı şimdi.
Onca eza yazık gel de ben yare karar kıl,
Gel de kurtar hasret elinden vuslata al şimdi.
Ah derunumda aşk sırı akla ağyar şimdi,
Maşukun aşk küllünden doğup dirildim şimdi,
Kuş gibi kanat açar yere uçarım şimdi.
Yok baykuşa gönül damımdan bir kerpiç şimdi,
Sevda iksiri yuvama güneş saçtı şimdi….
Edep- erkan,ar –namus taşlara çalsak şimdi,
Dostlar düşman kesilir seyre gelirler şimdi, / 14.4.2008
Bu şeytan düzeni, nefis elindeyiz şimdi,
Feleğin çarkında dönüp duruyoruz şimdi
Vicdan Firavun bırakır mı yakamızı şimdi,
cefakarım,sevdaya zulüm, aşka mihnet ederiz şimdi
Kalksın mesafe yollanalım menzile şimdi
vefa
Usanmaz,yanmaz,sanmaz,uyanmaz,bulunmaz,utanmaz
Uslanmaz
Diken elinden biçare gülüm kan ağlarım şimdi
Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma. (Fâni mevcudatın visali, madem fanidir, ne kadar uzun da olsa yine kısa hükmündedir. Senesi bir saniye gibi geçer. Hasretli bir hayal ve esefli bir rüya olur. L.) Öyle ise Bâki'nin yolunda çalışmak lâzım gelir.
Muhabbet olsa sene saniye gibi geçer,
Gönül faniden vaz geçti bakiyi seçer şimdi.
ŞİİR LE UĞRAŞ
Zamana sığmaz yaşamak istediklerim,
Yasakların,olmazların çıkmazında,
Her sesini,nefesini duyuşum da
Geceye gün doğar,dallar yeşerir
Coşkun sel olur taşar giderim.
Dağa,taşa,bentlere inat….
Varım-yokum,uzağım-yakınım,
Böyle bir şey her şeyimsin sen….
Hiçbir şeye hiç kimseye benzetemem,
Sığdıramam seni bir yere hiç bir şeye,
Hapsedemem seni yasaların sınırlarına,
Sen bilinmezlerin bir gizem,
Varım-yokum,uzağım-yakınım,
Böyle bir şey her şeyimsin sen….
Bugün şiir yazıyorsam,
Son bahara sürgün gitmelerden
Baharları hoyratça,
Yazları hunharca bitirmelerimizden,
Sevda servetini bir kalemde batırdık,
Vuslata giden yolları bir bir yitirdik
Varım-yokum,uzağım-yakınım,
Böyle bir şey her şeyimsin sen….
Bana beni hatırlatan bir göç gibi,
Bir günah gibi bir suç gibi;
Bazen yasak,bazen vebal gibi
Boynumda,koynumda taşırım hep seni,
Beyhudeymiş yemin döndüm sözümden
Yad olmuşum gönlüme senin yüzünden,
Varım-yokum,uzağım-yakınım,
Böyle bir şey her şeyimsin sen….
Dünden yarınımın işgalcisi sen,*
Sensin tüm zamanımı gasp eden,*
Gönül ırmağımın değişmeyen yatağı,
Hasret girdabın çıkmaz batağın da ben,
Varım-yokum,uzağım-yakınım,
Böyle bir şey her şeyimsin sen….
Hayalleri,umutları teneşir taşına yatırdık,
İçimde ki özgür diyar da ölümsüzsün yar,
Gölge varlığında koşup dururum diyar diyar
YENİ ŞİİR ÇALIŞ
Sefer kıldım giderim dost elinden,
Vaz geldim o yarin şirin dilinden,
Yönümü döndürdüm yar cemalinden,
Yar yad’a yar oldu ban da ağyar
Yar muhabbetti umuttu yarına,
Yanar durdum nur ile narına,
Tutuşur giderdim ah u zarına,
Yar yad’a yar oldu ban da ağyar
Ayrılığın eni boyu çile cefa,
Cevr ü cefa çektim sürmedim sefa,
Ne gördüm devr ü dem ne buldum vefa
Yar yad’a yar oldu ban da ağyar
İkrar i kararda kalmamış mertlik,
Yiğitliğin şartı değil namertlik
Riyayla başlarmış her bir sertlik
Yar yad’a yar oldu ban da ağyar
Artık derde derman değil yar muhabbeti,Yar yarama yar değil
Ölümden de beter hasret müebbetti,
Çilemin bir belli olsa müddeti
Derdime dermandır yar muhabbeti,
Ölüm olsun olmasın hasret müebbetti,
Ah vuslatın bir belli olsa müddeti;
Mülteci işmarın ecelim olsun Yar
Yar beni lütfünden mahrum eyleme
Ondan bundan dem vurup Söyleme,
Onca emeğe sırt dönüp haylama
Gizli
Sensiz perişan olurum,tarumar Aşkınla olmuşum perişan
ben aşığınım
cismimdeki bir başka candır;
bir özge candır.
Sensin beni benden ayıran,uzaklaştıran.Ben yokum,senin tecellin var.Vuslatının ağır yükünü kaldıramam ki. Önceleri sen vardın,şimdi ben yok oldum.
LEYLA (ŞİİRİ DÜZELT)
Hayaller teselli değil ey nazen
Bırak beni bırak çekip gideyim
Kalmadı ne dirlik ne de düzen
Söyle bu hal ile söyle nideyim?
Baharı hoyratça ne tez bitirdik,
Son bahara sürgün edip yitirdik,
Sevda servetini hepten batırdık
Seni düşünmekten yorgunum ey yar,
Sevda çetrefilinde dolaştım diyar diyar Sevda çetrefilinde dönüp dururum,
Sürgüne giderim dünden yarına,
Düşündükçe seni yar kudururum
Gadanı belenı alayım ey yar,
Hasrete dayanmak nede zormuş yar,
Ciğerimi yakan kızıl kormuş yar,
Ben öleyim
Gadan alayım
Gadan alayım
Sensiz bir yanım yok yarımım neden,Sensiz ne haldeyim bir bilsen yar oy,
Gönül asi akıl çömez toy mu toy,
Dertler salkım saçak uzamış boy boy
Sensin beni benden özümden eden,
Döndüm yeminimden dönsen yeniden,
Halden anla dön gel bahar gözlü yar
Sana kanmış gönlüm gel usandırma…..Aman aman bu ne zor bir sevdaymış
İstesem de gönül ayrılmaz senden,
Bıktım,sana tapan gönül elinden,
Tövbem boş dönerim başa yeniden
Onulmaz derdime yar olsan bir em,,
Şavkınla şad olup görsem bir dem
Ne hasret,ne keder ne de kalır gam, Yanımda
Gündüz hayalimde gece düşümde,
Deli deli eser sevdan başımda
Çekilmiyor çilen çöken yaşımda
Sana tapmış gönül gel usandırma.
Adın dua gibi düşmez dilimden,
Seni unutmaksa gelmez elimden,
Sensiz olmuyor anla halimden
Sana tapmış gönül gel usandırma.
Beyhudeymiş yemin döndüm sözümden
Yad oldum gönlüme senin yüzünden
LEYLA ŞİİRİNİ DÜZELT
Leyla’dan beterim serabın peşinde
Boş yere çektiğim yar hep senin yüzünden
Kimseler çekmemiştir ben gibi yardan,
Bıktım sitemden,isyandan,ah u zardan,
Vazgeçmişim kendimden, gururdan ardan
Leyla’dan beterim serabın peşinde
Garip halim el versen sunsan bir em,
Bakışın susuz ruhuma olur zemzem,
Geçti ömür görmedim bir gün, ne bir dem,
Leyla’dan beterim serabın peşinde
Gündüz hayalimdesin gece düşümde,
Gitmiyorsun ki bir an olsun usumda,
Çekilmiyor çektiklerim şu yaşımda
Leyla’dan beterim serabın peşinde
Leyla’dan beterim serabın peşinde
Bilmem ne istersin zalim yar benden,
Kurutulmam hasret denen kemden,
neden
Muradın Zulüm etmeyi öğrendin aldın kimden,
Ben sararıp solmuş yok olmuşum sende
Sen kalkmış neyden borç harçtan dem vurursun.
Leyla’dan beterim düşmezsin dilimden.
Gitmiyor gözümde hayalin içimde gam
Sana kanmış gönlüm gel usandırma Sevdana sarıldıkça gama edersin ram
Düşlerle avunmaz ne hasrete ram
LEYLA ŞİİRİNİ DÜZELT
İstesem de gönül ayrılmaz yardan,
İllallah tapan gönül elinden,
Yemin boşa dönerim başa yeniden
Usandım,sana tapan gönül elinden,
Vazgeçmişim şirin candan,ar-gururdan,
Darağacım kordan urgan ah u zardan,
Celladım da indirmiyor beni dar’dan,
Usandım artık isyan,ah u zardan
Bıktım gayrı sitemden, gurur-ardan,
Kimse çekmemiştir ben gibi yardan,
Kalmadı tahammül gönül elinden,
Garip halim elvermez sunmaz bir em,
Bakışı susuz ruhuma olur zemzem,
Geçti ömür görmedim bir gün, ne bir dem,
Usandım,yare tapan gönül elinden,
Gündüz hayalimdesin gece düşümde,
Gitmiyorsun ki bir an olsun usumda,
Çekilmiyor çektiklerim şu yaşımda
Usandım,sana tapan gönül elinden,
Adın duamdır hiç düşmüyor dilimden,
Seni unutmaksa gelmiyor elimden,
Sensiz olmuyor anlasana halimden
Usandım,sana tapan gönül elinden,
Bilmem ne istersin zalim yar benden,
Kurutulamadım hasret denen kemden,
Zulüm etmeyi öğrendin aldın kimden,
Usandım,sana tapan gönül elinden,
Ben sararıp solmuş yok olmuşum sende
Sen kalkmış neyden borç harçtan dem vurursun.
Leyla’dan beterim düşmezsin dilimden.
Yurdum talan olur evim yıkılır
Gül yanağa çiy tanesi düşerse
Yağlı kurşun olup cana sıkılır
Gül yanağa çiy tanesi düşerse
Uzar tan vaktine varmaz geceler
Dilime dolaşır bütün heceler
Ar eder boynunu büker yüceler
Gül yanağa çiy tanesi düşerse
Şaşkın ördek gibi yüzen olurum
Aklımı yad elde bozan olurum
Diyardan diyara gezen olurum
Gül yanağa çiy tanesi düşerse
Canan ağlar ise kar yağar özde
Kaybolur yolağım şaşarım düzde
Dilim ketumlaşır hal kalmaz sözde
Gül yanağa çiy tanesi düşerse
Gömülür yüreğim amansız çora
Sinem teslim olur nemrudi kora
Derviş dergâhında düşerim zora
Gül yanağa çiy tanesi düşerse
Tek damla gözyaşının bedeli bir can
YÜREĞE SES KATAN CAN KALEMLERDEN
Bilki benim her an mey içip gezen
Garip gönlümüzde bozulur düzen
Daha başka n'olur bundan çok üzen
Gül yanağa çiy tanesi düşerse..........Osman ÖCAL
Saçımı başımı yolar ağlarım
Kaderime kara yazma bağlarım
Köz düşer yüreğe şaşar dağlarım
Gül yanağa çiy tanesi düşerse... Gültensultan
Yanaklar buzlaşır,kirpikler donar,
Yaram nasırlaşır,yüreğim kanar.
Zevkler buharlaşır,arzular yanar,
Gül yanağa çiy tanesi düşerse......Nazım İNCE
Yürek feryat eder aldıkca sancı
Hasretin sineme vurdukca kamcı
Yediyim her lokmam zehirden acı
Gül yanağa çiy tanesi düşerse.......Gulnare LEMAN
BEZMİNDE
Bitmeyen gecenin karanlığında,
Bir güneştin o gece.
Onulmaz derdimin çaresizliğinde,
Lokman hekimdin o gece.
Yorgun bedenin tükenmişliğinde,
Tek özlemdin o gece
Gönlümün susuz deryasında,
Bir ırmaktın o gece
Şek şüpheye yer kalmadı bende,
Tam teslimiyeti vardı gönlümde,
Seni gördüm,ben sevenin içinde
Ak dağda som kar bembeyazdı
Sevdanın hüznün de o gece.
NE GÜZEL EY TANRIM
Ne güzel Ey Tanrım ne güzel,
Sevgi çeşmesinde ölümsüzlüğü içmek,
Yeşil diyarlarda sonsuz sefere çıkmak,
O diyarın boz kırlarında kaybolmak
Asil bir tay gibi ……………
Ne güzel ey Tanrım ne güzel,
Çöllerde serapsız suya kanmak,
Sevdanın şükürler melodisini duymak
Ve Erimek sevdanın sıcaklığında
Gönlü yanık ozanlar gibi…..
Ne güzel ey tanrım ne güzel
Ağlayan al gelinciği gülerken görmek,
Nilüferlerin sularla raks edişine dalmak,
Güneşe yön dönen ayçiçeği seyretmek
Aşkın sonsuzluğunda ben gibi…..
BELKİ BİR GÜN
Belki bir gün bir deniz kenarında
Ya da bir çay bahçesinde
Biz bize elerim ellerinde,gözlerim gözlerinde
Kana kana sevgimizi içeriz korkusuzca,
İçerim sende.
Kim bilir
Belki de hep acımızı,özlemimizi gömeriz içimize,
İSTANBULUM
Unutamam Sultan Ahmet’in ekber sedasını,
Tan vaktini getiren o mehtabını,
Canları kurtaran o diyarında,
Sanki yeniden doğuşumuzu kutluyordu dalgaların
Ve orada bir başka güzeldin İSTANBULUM.
Unutamam ki gelincik yüklü kızıl şafaklarında,
Ayçanın gülen gamzeli çehresini,
Hasreti noktalayan gecelerde,
Teselli kar etmiyordu kor gibi yanan gönüle
Ve orada bir başka anlamlıydın İSTANBULUM.
Unutamam ki Gülhane,Emirgan,İstinye ve o yuvayı
Candan cana akıyordu yosun yüklü kıyıların,
Dimağımızda ki o mutlu günün düşüyle,
Uzandık gecenin ebedi sonsuzluğuna
Ve orada bir başka KUTSALDIN İSTANBULUM
Hadi canım geri döndür zamanı,
Hediye eyle bana gizem yüklü baharı,
Toprağın her zerresi şahit olmadı mı,
Şahit olmadı mı yer,gök tüm evren,
Nasıl unuturum o mağrur bakışını,
Keyfle taktığın kravatı, ben bağlayım,
Bırak misafirlerini ben ağırlayayım
Bölüşelim lokmaları olsa da kuru ekmek
Şahit olsun yer gök,tüm evren
Hadi senin olan her şeyin ortağı olayım,
Ver bana toprak yüklü kutlu tepeyi,
Yüreği dağlayan ayrılığı yok et,
Yok et gecikmişliği,pişmanlığı,
Yok et iliğimize dek bizi donduran hasreti,
Hadi sil at içimde ki ürkekliği,
Sök al içimizde ki ah yüklü kederi,
Hani barındırırdı bağrında
Nice ölüyü,diriyi,dağı taşı her şeyi,
Niçin el ayası oldu bize bu dünya?
Neden bizi barındırmaz bağrında.
Sanki koca alem ateşten çember,
Çepeçevre sarmalamış dört yanımızı,
Ne çare ki ne bir yuvamız,
Ne de gidecek bir yerimiz var,
Bilirim
Karasevdam hasretimiz yürek azabımızdır bizim.
DÜŞÜN İÇİN İÇİN YANAN DAĞI(KASETTEN YAZ)
Bir kolun güneşin doğduğu yer Anadolu’da,
Bir kollun bol oksijenli Toroslarda,
Hayat bulursun Kızılırmak,Fırat,Dicle sularında
Samiler, Hititler', Lidya,Pers, Roma ve Asurlar da
Niceleri gelip geçti rahmet yüklü toprağında
Uygarlığın beşiğisin KAPODAKYAM
Dünyaca ünlüdür Erciyes,Melendiz, Hasan Dağı,
Sen tarih,sen muzaffer bir bir çekildi düşman ayağı
Tyana kalesine dikildi İslam’ın kutsal bayrağı,
Bak yaşanmakta Kapadokya da Şairlerin altın çağı
Sen Büyük Kapadokya,Asıl Kapadokyamsın
Sen arkeolojinin ve sanat tarihin atağısın,
Sen insanlık uygarlığın emin yatağısın,
Sen Ürgüp’ün balı,kaymağı katığısın
Dosta dost,düşmana Cehennem batağısın,
Cennet vatanımın İrem diyarı KAPODOKYAM
Bir o yana bir bu yana ipek gibi dalgalanır;
Dört nala giden Kişneyen yağız atların yelesi
Kapadokya’mın bir adı da 'Güzel Atlar Ülkesi'
Bak duyuyor musun uzaktan yaklaşan nefesi,
Sel gibi akıyor Yıldırım ordusunun zafer sesi,
Kahramanlar diyarı Şanlı Kapodakyam….
Derin kayaların,oyuk volkanik sığınıkların,
Dehlizlerin katkat kuyuların,yer altı şehirlerin,
Değirmen taşı misali uzayıp giden koridorların
Derinkuyu, Kaymaklı, Özkonak, Göztezin,
Daha neler neler…
hangi birin sığdırayım üç beş mısra şiire
Dünüm,bugünüm yarınımsın KAPODAKYAM
Güvercinliklerin, peribacaları,yeşil bağların
Güneşin bol, yayalara yoldur yüce dağların
Taşa can,toprağa renk verir Kızılırmağın
Yedi düvele nam salmış çanak-çömleğin,
Uygarlığın,medeniyetin beşiğisin Kapodokyam
Kaldır başını bir kulak ver Kapodakyayı bir dinle
Gökler bulut bulut ılgıt esen rüzgarda serinle,
Sonbaharında ikinci baharı yaşa yarinle,
Yüreklerde kabaran taşan bir sevinç
Havası hoş suyu hoş dinç kalırsın dinç,
Buyur istersen koşu yarışına gir ninenle
Gök kubbende duyulan bu ses neyin nesi?
Sazıyla,sözüyle Refik BAŞARAN’ın gür sesi,
Dilden dile söylenir “Nenide Feridem Neni” türküsü,
Hüdayda,Sarı Çicek,Köprüden Geçti gelin,daha nicesi…
Sen Ozanlar diyarısın Kapodakyam.
Bir uçtan bir uca kimi,horon teper,kimi zeybek,
Kimi orak oynar,kimi üç ayak…..
Hacı Bektaş Pir evliya HU çeker…
Gün batımında şapka çıkarır,Peribacaları,
Rüzgar eşliğinde yıldızlarla vals eder….
Bir yandan
Vivaldi’nin keman konçertosu duyulur,
parmakları arasında kayıp gitmekte,
F çizen sırmalı teller,
Kalp atımlarına ritim tutmakta,
Derinden gelen hüzünlü bir ses,
Çello’nun huzur veren senfonisi,
Mozaikler diyarı Kapodakyam….
Gecenin ölgün vaktinde,
Dehlizlerde esrarlı sesler yankılanır,
bir bir dirilir efsaneler,
Düşler ülkesinde,
yaşlı kayalar hikayeler anlatırlar,
Bir bir çıka gelir masal kahramanları,
Bura da bir başka olur doğan gün,
Her şafak söküşün de bir başka can bulur efsaneler,
Bir nine torununa anlatmakta tarihi;
Cepheden Cepheye, Esaretten Esarete koşan,
Teğmen Mustafa Fevzi Taşer’ı
Ve ardından öyle bir off! Çeker ki;
İsimsiz şehitlere mi üzülüyor,
gazilerle,miğfersiz erleriyle mi ÖVÜNÜYOR,
Sevinç mi hüzün mü kestirmek mümkün değil,
Nine “bu ne iştir gülerken ağlarsın? ”
“Oğul ben ağlamayım da kimler ağlasın?
Neden şu vatan toprağımız da KAN KURUMAZ Kİ,
Ağlamam bundandır.”
Gülmem ise “BAYRAK YAPAN ÜSTÜNDEKİ KANDIR,
TOPRAK EĞER UĞRUNDA ÖLEN VARSA VATANDIR'...
Şairimiz Mithat Cemal Kuntay çok eyi demiş has demiş,
Şükürler olsun oğul şükürler;
Bayrağımız da var,Vatanımız da,
Uğrunda ölecek canımız da ….
Can oğul Canım oğul
Ebetten ezele KAPODUKYAMIZ da VAR
sonat formu
klasik batı müziğinin en temel formudur. sonat allegrosu (1.bölüm) , bir ağır bölüm ve çoğunlukla hareketli bir finalden oluşur.kimi zaman (romantik çağdan sonra çoğunlukla) ağır bölümden önce veya sonra kısa bir scherzo da dahil olabilir.
klasik anlamda sonat formunun mucidi haydn sayılabilir. bu formu geliştiren ve esasen kendine maleden ise beethovendır.
sonat formundaki eserler tek bir solo enstrüman için yazılırsa SONAT, solo bir enstrüman ve orkestra eşliği için yazılırsa KONÇERTO, hiç bir enstürmanın solo olmadığı şekilde sadece orkestraya yazılırsa (tabii ki daha geniş bir orkestrasyon ile) SENFONİ adını alır. oda müziği için yazıldığında ise bu grubun büyüklüğüne göre değişir:
(bkz: duet)
parmakları arasında sırmalı teller F çizerek
Efsanevi aşıkların kalp atımına tempo tutar,
Derinden derine Çello’nun huzur veren hüzünlü sesi,
BATI MÜZİĞİ
14/6/2008 • Kategori: MÜZİK
Batı Müziği
Piyano- Akordeon
Yaylılar
Nefesliler
Vurmalılar
Piyano- Akordeon
Piyano
Piyano, müzik eğitiminde tüm dünya tarafından temel alınmış çalgıların babası denilebilecek bir enstrümandır.
Piyano çalabilen bir kişinin diğer enstrümanlara adaptasyonu kesinlikle daha kolay olmaktadır. Bunun sebebi ise piyanonun görsel olarak müziği öğrenebileceği, yaptığı her şeyi gözleri ile gerçek zaman olarak algılayabildiği ve müzik mantığını teorik anlamda da oturtabildiği yegane enstrüman olmasıdır.
Moda Akademi, piyano eğitimine 7 yaşından itibaren herkesi kabul etmektedir. Bunun sebebi, bireyin el-göz-beyin koordinasyonunun oturmuş olması ve okuma-yazma yetisini kazanmış olacağı yaşın 7 yaş olmasıdır.
Moda Akademi'de piyano dersleri, Teori (Solfej) dersi ile beslenmekte, böylece birey piyano çalışacağı saatte yalnızca piyanoyla ilgilenip, çalması gereken saatte nota öğrenmemektedir.
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Piyano eğitimi verilmektedir.
Akordeon
Akordeon için balkan piyanosu denilebilir. Kullanımı açısından biraz zor bir enstrüman olmasına karşın neredeyse tek başına bir orkestra olma özelliği taşır. Akordeon çalgısı tango ve balkan müziğinde sıkça kullanılır. Tuşeler ve akor düğmeleri arasında havayı sıkıştıran bir körük, sesin çıkmasını sağlar. Akordeon günümüzde Çigan müziğinde de sıkça kullanılan ve çalanı az bulunur bir çalgıdır.
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati solfej 1 ders saati de bireysel akordeon eğitimi verilmektedir.
Yaylılar
Keman
Orkestraların olmazsa olmazı keman çalgısı, insan ses grubunun sopranosu (ince kadın sesi) olarak düşünülebilir. Yaylı Çalgılar ailesi denilen grubun en kadınsı sesine sahip olan bu enstrüman, müzik duyarlılığını çok ciddi boyutta geliştirmesinin yanı sıra bireye ileri derecede müzikalite katan, pratik zekayı geliştirme sürecini hızlandıran bir enstrümandır.
Moda Akademi'de kemanla buluşacak birey belki de ilerinin orkestra elemanlarından birisi olma yolunda güzel bir başlangıç yapmış olacak, eğer ileride müzik yapmayacaksa iyi bir müzikal donanıma sahip, kaliteli bir dinleyici olacaktır.
7 Yaş itibariyle uygun bir enstrümandır.
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Keman eğitimi verilmektedir.
Viyola
Orkestraların az bilinen ama 4 bacaklı masanın 2. bacağı olan yaylı ailesinin utangaç çocuğu viyola...
Viyola, insan ses grubunda Alto (kalın kadın sesi) olarak düşünülebilir. Tamamen kendine has metodolojisi olan Viyola, 3.çizgi do anahtarına göre tüm notalarını belirler ki; bu viyolanın ne denli kendine has bir enstrüman olduğunu gözler önüne serer. Boyutları, kemandan biraz daha büyük fakat yine keman gibi çalınan viyola eğitimi almış olan birey dünya çapında çok bilinen, fakat az tercih edilen bir enstrümanı çalabiliyor olmanın ayrıcalığını hissedecektir.
7 Yaş itibariyle uygun bir enstrümandır.
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Viyola eğitimi verilmektedir.
Viyolonsel (Çello)
Çello olarak da bilinen bu enstrüman, orkestralarda karanlık, kalın, puslu partileri çalar. Yaylı ailesinin Baritonu (ince erkek sesi ile kalın erkek sesi arasında) olan viyolonsel, bas sesin olgunluğu ile tenorun erkekliğini, sopranonun hassaslığı ile altonun utangaçlığını mükemmel biçimde dengelemesi sayesinde dinleyene ve çalana, kelimenin tam anlamıyla terapi yapar.
Viyolonsel, viyola gibi ayrı bir metodolojiye sahiptir. Viyolonsel notaları bas anahtarı olarak da bilinen 4. çizgi fa anahtarında yazılır ve çalınır. Eğer orkestrayı bir deniz olarak düşünürsek, viyolonsel ayağımızı bastığımız güvenli noktadır. Viyolonsel olmayan bir orkestra dipsiz bir denize benzer.
14 Yaş itibariyle uygun bir enstrümandır. (Fiziksel gelişim önemlidir)
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Viyolonsel eğitimi verilmektedir.
Kontrbas
Yaylı ailesinin en büyük ferdi kontrbas son derece heybetli bir sese sahip olmakla birlikte viyolonsel ile aynı işlevi görmekte, fakat daha besleyici duyulmaktadır. İnsan ses grubunda bas (en kalın erkek sesi) olarak hayal edebileceğimiz kontrbas çalgısı, aynen viyola gibi çok bilinen fakat az tercih edilen bir enstrümandır.
Kontrbas eğitimi alan birey, klasik eğitim sürecini tamamladıktan sonra bas gitara hiç sıkıntı yaşamadan adapte olabilir.
14 Yaş itibariyle uygun bir enstrümandır (Fiziksel gelişim önemlidir) .
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Kontrbas eğitimi verilmektedir.
Gitar
Klasik - Bas - Akustik - Elektro Gitar
Ana vatanı İspanya olan Klasik Gitar, telli çalgılar ailesinin en bilinen çalgısıdır. Taşıması kolay olup özellikle genç yaş grupları için popüler çalgı olması dolayısıyla gitar, çok fazla tercih edilen bir enstrümandır.
Gitar eğitimi Moda Akademi'de klasik anlamda verilmekte olup müziğin klasik boyutu iyice kavrandıktan sonra, bireyin tercihine göre popüler boyuta da geçilebilmektedir.
Gitar enstrümanının popüler anlamda kullanılması için bireyin teori derslerinde akor adı verilen oluşumları başarıyla öğrenmiş olması, eğer elektro gitar çalmak istiyorsa TAB adı verilen şifreleri okuyabiliyor olması gerekmektedir.
Bas gitar çalmak isteyen bireyler, gitar eğitimine girmeden direk bu enstrümanın kurslarına katılabilirler. Bas Gitar'ın farklı bir metodolojisi vardır ve bu enstrümanın çalınması için klasik gitar eğitimi almaya gerek yoktur.
7 Yaş itibariyle uygun bir enstrümandır.
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Gitar eğitimi verilmektedir.
Nefesliler
Flüt
Efsaneye göre kır ve çoban tanrısı Pan'ın aşık olduğu Syrinks, tam Pan ona sarılacağı sırada saza dönüşür. Pan da üzülür ama bir yol bulur. Sazlardan yedi tanesini kesip balmumuyla yan yana yapıştırır, üfleyince ortalığa tatlı bir melodi yayılır.
Flüt enstrümanının Panflüt'ten bugüne tarihsel bir evrimi olmuş ve artık kendisi Panflüt enstrümanından ayrı biçimde kullanılır ve çalınır olmuştur.Son derece mistik bir sese sahip olan nefesli enstrüman grubunun bir üyesi olan flüt taşınması kolay bir enstrümandır. Flüt, klasik orkestralardan rock gruplarına kadar her tür müzik tarzında kendisine kolaylıkla yer bulması dışında, tınısıyla ve narin sesiyle dinlendirici bir etkiye sahiptir.
12 Yaş itibariyle uygun bir enstrümandır.
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Yan flüt eğitimi verilmektedir.
Saksafon
Klasik orkestralarda da kullanılmasına karşın, Jazz müziğin vazgeçilmezi olan saksafon, bakır nefesli (brass) adı verilen ailenin en asi ferdidir.Saksafon, orkestrada herkesin söylemine bir biçimiyle cevap verir ve bu cevap genel tını içerisinde çok başarılı bir biçimde duyulur.Saksafon eğitimi alan birey, orkestra elemanlığından grup müzisyenliğine kadar birçok alternatifi olan bir yelpazenin ferdi olur. Saksafon çalan bireyin flüt çalması çok zor değildir. Bu iki enstrümanın arasında küçük ayrıntılar dışında kullanımları açısından uçurumlar yoktur.
12 Yaş itibariyle uygun bir enstrümandır.
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Saksafon eğitimi verilmektedir.
Trompet
Trompet, aynen saksafon gibi orkestra çalgısı olması dışında tüm müzik türlerinde de çok tercih edilen ve çalanı az bulunan bir enstrümandır.Trompet'in 3 tane piston (ses çıkaran düğme) ile neler yapabildiğine inanmak çok zor olsa da, trompet, ilk başta kendisiyle 3 düğmesi var diye dalga geçen herkesi pişman edercesine bir tını sergiler.
Trompet çalan birey, klasik eğitime isterse devam etmekle kalmayıp popüler tarzlara da yönelerek, iyi çalanı az bulunan bir enstrüman çalıyor olmanın ayrıcalığı ile kendisine yeni iş sahaları yaratabilme rahatlığına da ulaşmış olur.
12 Yaş itibariyle uygun bir enstrümandır.
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Trompet eğitimi verilmektedir.
Klarnet
Özellikle son yıllarda ülkemizde adı sıkça duyulan, fakat yıllardan beri orkestraların vazgeçilmez tınısı olan klarnet, manik depresif bir çalgıdır. Gerektiğinde son derece hüzünlü, karanlık ve tok bir ses çıkartabiliyorken gerektiğinde de yerinde duramaz, heyecanlı ve neşeli olabilmektedir.
Klarnet çalgısı son yıllarda, popüler müzikte çok kullanılıp göz önünde çok olduğu için moda enstrüman etiketini de almıştır.Klarnet çalan birey, klasik eğitime isterse devam etmekle kalmayıp popüler tarzlara da yönelerek, iyi çalanı az bulunan bir enstrüman çalıyor olmanın ayrıcalığı ile kendisine yeni iş sahaları yaratabilme rahatlığına da ulaşmış olur. Moda Akademi'de klarnet eğitimine si bemol veya sol klarnet tercihi ile başlanır. Her ikisi de Klasik Batı tekniği ile öğrenilip, enstrümana adaptasyon ve teknik yapı oluşturulduktan sonra Türk Müziği eğitimine başlanır.
12 Yaş itibariyle uygun bir enstrümandır.
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Klarnet eğitimi verilmektedir.
Vurmalılar
Bateri
Müziğin 3 temel unsuru ritim-melodi ve armonidir. Ritim ise bu üç unsurun 1. ve en temel olanıdır.Bateri çalgısı, beyni 4'e bazen 5'e böldüğümüz, ciddi performans gerektiren bir çalgıdır.Moda Akademi'de Bateri Eğitimi, özel bateri notaları ve ritmik solfejle doğru orantılı gider.
14 Yaş itibariyle uygun bir enstrümandır.
Moda Akademi'de haftada 1 ders saati teori, 1 ders saati de bireysel Bateri eğitimi verilmektedir.
KAPADOKYA’DA ZAMAN
Dupduru bir masal beldesinde uyur geçmiş zaman düşleri
Bir akşam güneşi, öper Kapadokya’nın sırma saçlarından
Peribacalarında gizlenir geçmişin yorganına bürünen efsaneler
Güzel atlar ülkesinde, yere çöker atı Büyük İskender’in
Kayaların tılsımı büyüler ruhları her gün batımında…
Gölgeler dile gelir mazinin köhne, karanlık dehlizlerinde
Büyülü taşlar selamlar seyre dalan meraklı bakışları
Vadilerden düne dair esrarlı sesler yükselir dembedem…
Yüreğim geçmişle bugün arasında iki eşit parçaya bölünür
Sükût kesilir taşların dili, lâl olur, tütmez bacalar zamane ocaklarında
İpek Yolu’nun taşlarını otlar bağlamış, atların nalları paslı şimdi
Ölüm sağılır göklerden, zaman değirmeni öğütür hatıraları
Birikir kaya diplerinde geçmişten bugüne akan gözyaşları
Tebessümler asılı kalır kayaların kovuğunda, sanrılar sarar benliğimizi
Bir görünür, bir kaybolur mazinin silueti taşların nabzında…
Masal desen masal değil, gerçek desen bir karanlık heyulâ
Üşütür içimdeki yetim hissiyatı akan kıvrımlı zaman nehirleri
‘Evvel zaman içinde’ diyesim gelir, suskunluğum düne nazar eyler
İklimler, simalar rengârenk, her zamanki gibi evrensel aşklar…
Toprak kucaklar tarihi, bir tatlı rüzgâr okşar vaktin güneş renkli saçlarını
Sevginin intiharında Kapadokya tutunur insanlığın güçlü kollarına
Zakkumların gölgesi değse de, gül bahçelerinde yine de açar iri güller
Kapadokya’nın viran vadilerinde şen şakrak gülücükler akis bulur
Bir kış vakti taştan evler sütbeyaz elbiseleriyle arz-ı endam eylerler
Yine kaderiyle baş başa kalır, güneş ve ay tutar ellerinden bu rüya şehrin…
Zamanla Anatolia, ‘Anadolu’ olur bir annenin şefkatli yüreğinde
Geçmişle gelecek kucaklaşır, dostluk kırar nefretin ellerini
Zincirler kırılır, paslı zincirler… Güvercinler konar gönül pervazlarına
Göreme’nin dört bir yanında barış, dostluk, kardeşlik rüzgârları eser
Aşkı müjdelemek için Kaf Dağı’nın ardından yola çıkar Zümrüdüanka kuşları
Sevdanın ateşi yanar yüreklerde, aşk solur Kapadokya tan ağarırken…
Yürek çadırlarında sessiz haykırışlar sükûtun ölümsüz çığlığı olur
Yaşamın taşlı ve ateşli güzergâhında yaşanır varlıkla yokluğun sinir harbi
Ürgüp’te bırakırım düne ve bugüne dair hüzne banılmış düşlerimi
Albümlerde saklarım bir geziden arda kalan buruk gülüşlerimi
M.NİHAT MALKOÇ
Kahramanlık şiirleri
Yine soylu savaşçılarla, hükümdarların kahramanlıklarını ağırbaşlı, yüce, dramatik bir üslupla, belirli biçimsel kurallara bağlı kalarak anlatan şiirlerdir. Genellikle tek tip çalgı eşliğinde okunur ya da hal şarkısı olarak söylenirler. Halk ozanlarının yapıtları aracılığıyla kuşaktan kuşağa nakledilirler. Halk edebiyatında yiğitlik, yurt sevgisi gibi konuları ya da tarihsel olayları coşkulu bir anlatımla işleyen kahramanlık şiirleri vardır. Şiir, destan ve koçaklama türünde yazılmışlardır.
Halk şarkısı
En eski halk edebiyatı biçimlerinden biridir. Sözlü gelenek içinde yaşayan, daha çok duyarak, yani kulaktan öğrenilen ve alilerle sınırlı toplumsal gruplar içinde yayılan şarkılardır. En belirgin özelliği, günlük yaşamdaki etkinliklerle yakın ilişkili olmasıdır. Köylerde bu tür etkinlikler ekin, hasat, harman, iplik eğirme, dokuma, bebek uyutma, içki, oyun oynama gibi etkinliklerdir. Halk şarkılarının haber ve dedikodu iletmek, yerel tarihle, aile kütüklerini belgelemek, bir topluluğun bilgi ve edebiyat birikimini korumak, sürdürmek gibi işlevleri de vardır.
Koşma
Halk edebiyatımızda doğa, aşk, ölüm, ayrılık, yiğitlik, toplumsal olaylar gibi konuların işlendiği en sık kullanılan şiir türü. Dörder dizelik bendlerden oluşur. Bend sayısı genellikle 3, 5 arasındadır. Hece ölçüsünün 6+5 veya 4+4+3 duraklı 11''li kalıbıyla yazılır. Şair koşmanın son bendinde ismini ya da mahlasını söyler. Koşmalar dile gitirilen duygular ve söylenişlerine göre koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt gibi isimler alır. Karşılıklı konuşma şeklinde yani 'dedim' 'dedi' diye başlayan dizelerle de söylenebilir. Bu tür koşmalara 'mürâcaa' ismi verilir. Bütün kafiyeleri cinaslı olan koşmalara 'tecnis' denir.
Koşmaya örnek:
Yiğidin eyisini nerden bileyim
Yüzü güleç, kendi yaman olmalı
Kasavet serine çöktüğü zaman
Gönlünün gâmını alan olmalı
Benim sözüm yiğit olan yiğide
Yiğit olan muntazırdır öğüde
Ben yiğit isterim fırka dağında
Yiğidin başında duman olmalı
Yiğit olan yiğit kurt gibi bakar
Düşmanı görünce ayağa kalkar
Kapar mızrağını meydana çıkar
Yiğidin ardında duran olmalı
Sâfi güzel olan, şol bazı kötü
Yiğidin densizi ey''olmaz zati
Gayet durgun ister silahı atı
Yiğit el çekmeyip viran olmalı
Karac''oğlan der ki çile çekilmez
Hozan tarlalara sümbül ekilmez
Sak yabancı ile başa çıkılmaz
İçinden sıdk ile yanan olmalı
Tecnis koşmaya örnek:
Derd-i dilim arttı yârimin derdim
Seksende doksanda yüzde seyr eyle
Gonca güllerini yârimin derdim
Gerdanda dudakta yüzde seyr eyle
Sel gelince yıkılırmış yar dedim
Al hançeri vur sineye yâr dedim
Yeter cevr ü cefa etme yâr dedim
Cism ü bedenimi yüz de seyr eyle
Çeşmîyâ bin gazel yazdım dîvâne
El bağladım yâre durdum dîvâne
Dedi var yıkıl git behey dîvâne
Aşkın deryasında yüz de seyr eyle
Çeşmi
Koşmalar ezgilerine göre ve yapılarına göre olmak üzere ikiye ayrılır.
Ezgilerine göre koşmalar: Özel bir zegiyle okunurlar ve hece sayısı dikkate alınmaz. Ankara koşması, Acem koşması, Kerem, kesik Kerem, Gevherî, Sümmâni koşması gibi.
Yapılarına göre koşmalar: Koşmalar yapılarına göre 7''ye ayrılır.
Düz koşma: Âşık edebiyatında en sık kullanılar tür. Adi koşma olarak da adlandırılır.
Yedekli koşma: İki şekli vardır. İlki koşma-mani halidir. Koşma bendlerinin arasına aynı kafiyede bir bayati bendi ya da 7 heceli bend girer. İkincisi yedekli 5''li koşma diye adlandırılır. 8''li hece ölçüsüyle yazılır. İlk bend 5, ikinci ve yedek sayılan bend 4 dizelidir.
ZülâlîMusammat koşma: Divan edebiyatındaki musammat gazele benzer. İç kafiyeli koşmalardır. Her dizenin birinci ve ikinci kısımları kafiyelidir. 6+5 duraklı kalıpla yazılır.
Örnek:
Ey cemâli parlak kadi toparlak
Lebleri bal kaymak sükker misin sen
Boynuma lâle tak hele bir yol bak
Bu kadar yalvarmak ister misin sen
Lebler kırmızı la''l kaşları hilâl
Gözler âhû misâl bulunmaz emsâl
Bilmem bu ne hayâl bilmem bu ne hâl
Bu ne parlak cemâl ülker misin sen
Mir''âtî hem-vâre yanıktır yâre
Yüreğimde yâre oldu bin pâre
Gönül başka yere düşmez ne çâre
Bir başka nigâre benzer misin sen
Mir''âtî
Ayaklı koşma: İlk bendin dize sonlarına, diğer bendlerin ise sadece son dizelerine ziyade eklenerek oluşturulur. Ziyadeler 5 hecelidir. Genellikle musammat koşma şeklinde yazıldıklarından musammat ayaklı koşma da denir.
Örnek:
Ey benim cânânım can içre canım
Şûh nev-civânım olma bî-vefa
Rahm eyle bana
Ben sana kurbanım gel kes gerdanım
Dök yerlere kanım tek ol aşina olma bî-vefa
Nar-ı aşkın serde düştüm yek derde
Şeklin perilerde yoktur kişverde
Ellerin hançerde zerrin kemerde
Her gördüğün yerde gel bakma kıya can sana feda
Sevdim sen dil-beri hûblar serveri
Gördüm şeklin peri oldum müşteri
Çeksen de hançeri kessen bu seri
Gayri şimden geri sen şah ben Gedû Kul oldum sana
Gedavî
Zincirleme koşma: Bendlerinin dördüncü dizesinin kafiyesi bir sonraki bendin ilk dizesinin başında tekrarlanan koşmalardır. Genellikle destanlarda kullanılır.
Örnek:
O ki yaratıldık turab-ı Tûr''dan
Perverdigâr Hak Subhan''ı biliriz
Turabın aslını yarattın nurdan
Nurdan evvel bir mekânı biliriz
Mekanda var iken nice bin şeher
Anı ziynet kıldı murg-u meher
Günde yetmiş kere eyledi teher
Ekl ettiği rızk u nânı biliriz
Rısk-u nâne visâl eyledi Hûdan
Yoktan var edildi o zaman Âdem
Cinandan cihana bassan da kadem
Anı nisbet dü cihanı biliriz
Du cihanda yer gök çarh u felekler
Hesaba muntazır suda semekler
Arş-ı Alâ Mühteha''da melekler
Ne zikirde kelâm kânı biliriz
Kelâm kânı zikir ederler gayet
Yalan değil günü bugün bir hayat
Altı bin altı yüz altmış âyât
Emr-i haktan biz Furkan''ı biliriz
Furkan''da nice âyet yerince
Nice sinek nice murg u karınca
Mağrip meşrik kûh-ı Kaf''a varınca
Hükmeyleyen Süleyman biliriz
Zülâlî şevketten ummaz hiç bac''ı
İzhar eder günahkara ilacı
Başına örterler mürüvvet tacı
Fahr-î âlem şah sultanı biliriz
Zulâlî
Zincirleme ayaklı koşma: Zincirleme koşmalara ziyadeler eklenerek yazılır.
Koşma şarkı: Her bendinin dördüncü dizelere aynı olan kavuştaklı koşmalardır.
TürküTürkiye''nin sözl
ü geleneğinde, bir ezgi ile söylenen halk şiirinin her çeşidini göstermek için en çok kullanılan ad 'türkü'dür. Özel durumlarda ya da ezginin, sözlerin çeşitlemesine göre ninni, ağıt, deyiş, hava adları da kullanılmaktadır.
Türk halk edebiyatı nazım şekli ve türüdür. Ezgisi yönüyle diğer halk şiiri türlerinden ayrılır. Türküler genellikle anonimdir. İsimleri bilinen saz şairlerinin söyledikleri de giderek halka mal olmuştur. İlk türkü söyleme 'Türkü yakmak' diye anılır. Türkü adı Türk sözcüğüne Arapça 'ı' eki eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. 'Türk''e özge' anlamına gelir.
Türkü, Türk halk şiirinin en eski türlerindendir. Bu kelime ilk defa XV. Yüzyılda Doğu Türkleri tarafından kullanılmıştır. Hikmet Dizdaroğlu, Anadolu''da türkünün ilk örneğini Öksüz Dede''nin verdiğini belirtir. Türküler genellikle hece vezninin 7, 8 ve 11''li kalıplarıyla kıtalar halinde söylenir. Her kıta türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bend ile nakarattan meydana gelir. Nakarat her bendin sonunda tekrarlanır. Bu kısım bağlama veya kavuştak diye de bilinir. Türküleri kesin ayrıma sokmak güçtür. Bir yörede yakılan türkü diğer bir yöreye şekli ve söyleniş biçimi değişerek geçebilir. Türküler ezgilerine, konularına ve yapılarına göre ayrılır.
1. Ezgilerine Göre Türküler
a. Usulsüzler: Uzun havalardır. Divan, koşma, hoyrat gibi çeşitlere ayrılır.
b. Usullüler: Oyun havalarıdır. Bu türe Konya''da oturak, Urfa''da kırık denilir.
2. Konularına Göre Türküler:
Ninniler ve çocuk türküleri, tabiat üzerine türküler, aşk türküleri, kahramanlık türküleri, askerlik türküleri, tören türküleri, iş türküleri, eşkıya türküleri, acıklı olaylarla ilgili türküler, güldürücü türküler, karşılıklı söylenen türküler, oyun türküleri, ağıtlar.
3. Yapılarına Göre Türküler:
a. Mani kıt''alarından kurulu türküler: Birbirleriyle ilgili konularda söylenmiş manilerin sıralanarak ezgiyle okunmasından meydana gelir.
b. Dörtlüklerle kurulu türküler.
Örnek:
HAVADA BULUT
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Adı Yemen''dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş''tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep nedendir
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasına acep nesi var
Bir çift kundurayla bir de fesi var
Adı Yemen''dir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş''tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep nedendir
Taşlama
Bir kimseyi yermek veya toplunun bozuk yönlerini iğneleyici bir dille eleştirmek için yazılan şiir. Halk edebiyatı nazım türüdür.
Örnek:
Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil mert belli değil
Herkes yarasına derman arıyor
Deva belli değil dert belli değil
Fark eyledik âhir vaktin yettiğin
Merhamet çekilip göğe gittiğin
Gücü yeten soyar gücü yettiğin
Papak belli değil Kürt belli değil
Adalet kalmadı hep zulüm doldu
Geçti su baharın gülleri soldu
Dünyanın gidişi acayip oldu
Koyun belli değil kurt belli değil
Tekerleme
Sözlüklerde 'ağızda yuvarlanan söz... saçma sapan söz... eşsesli kelimelerle kurulu konuşma' anlamlarına gelen tekerleme masal, hikaye, bilmece, halk tiyatrosu gibi bazı edebi türler içinde veya bağımsız olarak söylenen ölçülü ve kafiyeli sözlerdir. Çokluk çocuk folklorunda hoşça vakit geçirmek, konuşma kabiliyeti kazanmak, oyunlarda eş ve ebe seçmek için bu yola başvurulur. Masal tekerlemesi, oyun tekerlemesi gibi adlar alırlar...En çok çocuk oyunlarında, masalların baş, orta ve sonunda söylenirler. Yöreye göre değişik isimle de söylenirler. Doğu Anadolu''da döşeme, Güney Anadolu''da sayışma denir. Karagöz ve ortaoyununda muhavere, çocuk oyununda ebe, çıkarmada ise sayışma diyebiliriz. Türk edebiyatında ilk tekerleme örneklerine XI. yüzyıldan itibaren rastlanır. Divanü Lügati''t Türk''te bazı tekerlemeler yer alır:
Örnek:
Yağ yağ yağmur
Tarlada çamur
Teknere hamur
Ver Allahım ver
Sellice yağmur
Evvel zaman içinde
Kalbur zaman içinde
Deve tellal iken
Sinek berber iken
Ben annemin babamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
O yalan bu yalan
Fili yuttu bir yılan
Bu da mı yalan...
TekerlemeÂşık fasıllarında, saz şairlerinin yaptıkları şiir yarışmaları. Halk dilinde tekerleme, âşıklar arasında tekellüm olarak adlandırılır. Bu kür şiirler ya söylenmesi zor sözcüklerden meydana getirilir ya da darayak şeklindedir. Ayak daraldıkça kafiye bulmak zorlaşır. Âşıklardan biri fasal aralarında tekerlemeye başlar ve yeni bir ayak açar. Örnek:
Aceb ahîr-zaman oldu gaziler
Büyük küçük birbirini beğenmez
Her mü''min münâfık cennet arzular
Tanrı nasib ettiğini beğenmez
Kediler köpekler ile savaşır
Miçik deyu çarşı çarşı dolaşır
Mekbeti''si ehl-i ırz''a ulaşır
Orospular kendi erin beğenmez
Teklif ister bülbül güle konmağa
Pervaneler düşüp şem''a yağmağa
Oğlancıklar iştahından binmeğe
Doru ister atın kır''ın beğenmez
Mani
Başta aşk olmak üzere hemen her konuda yazılabilen bir halk edebiyatı nazım türü. Çoğunlukla 7 heceli dört dezilek bir bendden meydana gelir. Ama dizeleri 4-5-8-10-14 heceli kalıplarla söylenmiş maniler de vardır. Birinci, ikinci dördüncü dizeler birbirleriyle kafiyeli, üçüncü dize serbesttir. Yani kafiye dizilişi aaxa''dır. Aaaxa düzeninde maniler de var. İlk iki dize hazırlık dizeleridir. Son iki dize ile anlam bağlantısı yoktur. Asıl anlatılmak istenen son iki dizede verilir. Bir çok mani çeşidi vardır. En çok kullanılanlar düz ya da tam mani, kesik mani, cinaslı mani, yedekli mani, artık mani''dir.
Düz mani: Yedişer heceli dört dizeden oluşur. Kafiyeleri çokluk cinassızdır.
Örnekler:
Akşamlar olmasaydı
Badeler dolmasaydı
Yâr koynuna girince
Hiç sabah olmasaydı
A benim bahtiyarım
Gönülde tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yârim
Anne demeye geldim
Kaymak yemeye geldim
Meramım kaymak değil
Yâri görmeye geldim
Bağlarında üzüm var
Mor şalvarda gözüm var
Kaçma yârim uzağa
Sana bir çift sözüm var
Kesik mani: Birinci dizesi 7 heceden az, anlamlı ya da anlamsız bir sözcük grubu olan maniler. Bu kesik dize sadece kafiyeyi hazırlar. Eğer meydan ve kahvehanelerde söylenen ve ilk dizeleri 'aman aman' ünlemi ile doldurulan manilerse bunlara İstanbul manileri denir.
Örnekler:
Karaca
Aldım aşkın tüfeğin
Vurdum bir kaç karaca
Dünyada bir yâr sevdim
Kaşı gözü karaca
Dağ bana
Bahçe sana bağ bana
Değme zincir kâr etmez
Zülfin teli bağ bana
Ayağı
Kuşlardan bir kuş gördüm
Var başında ayağı
Üstad manici isen
Aç maniden ayağı
Cinaslı mani: Kesik manilerde eğer kafiye cinaslı ise bunlara cinaslı mani denir.
Yedekli mani: Düz maninin sonuna aynı kafiyede iki dize daha eklenerek söylenen maniler. Cinaslı kafiye kullanılmaz, birinci dizeleri anlamlıdır. Yedekli maniye artık mani de denir. Örnekler:
Ağlarım çağlar gibi
Derdim var dağlar gibi
Ciğerden yaralıyım
Gülerim çağlar gibi
Her gelen bir gül ister
Sahipsiz bağlar gibi
Tası yok tası yok
Ne viran çeşme imiş
Su içecek tası yok
Yıkıldı viran gönlüm
Yapacak ustası yok
Şu vefasız dünyanın
Ucu var ortası yok
Deyiş: İki kişinin karşılıklı söylediği manilerdir. Soru yanıt şeklinde düzenlenir. Bir başka kişinin ağzındanmış gibi aktarıldığı şekilleri de vardır. Örnekler:
Adilem sen naçarsın
İnci mercan saçarsın
Dünya deniz olanda
Gönlüm nere kaçarsın
Ağam derim naçarım
İnci mercan saçarım
Dünya deniz olunca
Ben kuş olup kaçarım
Adilem sen naçarsın
La''l ü gevher saçarsın
Ben bir şahin olunca
Yavrum nere kaçarsın
Ninni
Çocuğun uyumasının sağlanması ya da ağlamasının durması için, sade bir dille ve hece ölçüsüne göre ezgili olarak söylenen ürünler. Söyleyeni belli olmayan bu ürünler dörtlüklerden ve nakarat bölümlerinden oluşur. Özel bir beste ile söylenir. Bu sözler annenin o andaki ruh durumunu yansıtır. Ninniler genellikle mani türünde bir dörtlükten meydana gelen bir çeşit türküdür. Ninni, Divanü Lügati''t Türk de 'balubalu' diye adlandırılır. Öteki Türk boylarında değişik isimler verilmiştir.
Örnek:
Dandini dandini danalı bebek
Elleri kolları kınalı bebek
Benim oğlum nazlı bebek
Uyusun yavrum ninni
(Manisa yöresinden)
Çaya vardım çay susuz
Çadır kurdum yaylasız
Benim yavrum pek huysuz
Ninni yavrum ninni
(Denizli yöresinden)
Ağıt
Doğal afetler, ölüm, hastalık vb. çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili ürünlerdir. Ağıt söyleme işine ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir.
Örnek:
Yurt yuva kıldığın tenli mereği
Düzüp koşmak idin tepir eleği
Şu kavdan yaptığın tecir tereği
Divan-ı Bâri''ye yadigâr götür
Elinde ördüğün çöpür ağını
Kâhan eylediğin kelem bağını
Şu kabal biçtiğin sap orağını
Al ulu Tanrı''ya bergüzar götür
Yetim gömleğini diken iğneyi
Her gün yal verdiğin topal ineği
Ayran topladığın şu ak küleği
Mahşer yığnağına sakla, sar götür
İlahi
Tanrıyı övmek, ona yakarmak için söylenilen dini şarkılara ilahi denir. Tekke edebiyatında ise din ve ahlakla ilgili şiirler ilahi adıyla tanımlanır. Hem koşma, hem semai biçiminde ve hem hece hem de aruz ölçüsüyle yazılmış şiirlerdir. Hece ölçüsünde 7, 8 ve 11''li kalıplar tercih edilmiştir. İlahi yazarı halk şairleri içinde ilk akla gelen Yunus Emre''dir. Daha sonra Eşrefoğlu Rumi, Niyazi-i Mısrai, Aziz Mahmut Hüdayi, Yunus Emre''nin etkisinde kalarak ilahiler yazmışlardır. Bektaşi ilahilerine 'nefes', Alevi ilahilerine 'nefes', 'deme', 'deyiş', Mevlevi ilahilerine 'ayin', Gülşeni ilahilerine 'tapuğ', Halveti ilahilerine 'durak', diğer tarikatlar da ise cumhur veya ilahi adı verilir. Dörtlüklerle yazılanlarda kafiye düzeni koşmaya, beyitlerle yazılanlarda kafiye düzeni gazele benzer.
Giriş bölümüne zemin, gelişme ve sonuç bölümüne miyan denir. Bu ikisinin arasında nakarat bölümleri bulunur. Müzik parçası olarak bakıldığında zemin-nakarat-meyan-nakarat sistemindeki bir kalıba uyarlar. Toplu halde seslendirilmek için bestelenmiş ilahiler 'cumhur ilahi' diye bilinir. Solo ilahilerde de koronun söylediği parçaya 'cumhur' adı verilir. İlahiler okundukları yer ve zamana göre cami ilahisi, tekke ilahisi, mektep ilahisi, ramazan ve muharrem ilahisi, Mekke ilahisi, Kadir Gecesi ilahisi gibi adlarla anılır.
Örnek:
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım mevlam seni
Sular dibinde mâhiyle
Sahralarda âhû ile
Abdal olup yâhû ile
Çağırayım mevlam seni
Gökyüzünde İsâ ile
Tûr Dağı''nda Mûsâ ile
Elindeki asa ile
Çağırayım mevlam seni
Semai
Halk şiirinde hecenin sekizli ölçüsü ile koşma biçiminde düzenlenen ve özel bir ezgi ile söylenen şiirlerdir. Genellikle en az üç, en fazla beş dörtlükten oluşurlar. Çoğunlukla doğa, güzellik, ayrılık. kavuşma gibi duygusal ve lirik temaları işlerler. Semainin hece ölçüsünün yanında aruz kullanılarak yazılanları da vardır.
Örnek:
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elif''in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi bağrıma batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Varsağı
Özel bir ezgiyle söylenen koşmaya denir. Önce Güney Anadolu''da yaşayan Varsak Türkleri tarafından söylendiği için bu adla anılır. Semâiye benzer. Hece ölçüsünün en çok sekizli kalıbıyla yazılır. 4+4 duraklı veya duraksız olur. Kafiye şeması şöyledir: Xaxa bbba ccca.
Semâiden ezgi yönüyle ayrılır. Varsağı yiğitçe bir havayla okunur. Çokluk içinde 'bre', 'hey', 'hey gidi', gibi ünlümler yer alır. Bu ünlemlerin bulunmadığı varsağılar ezgisiyle fark edilir. Örnek:
Bre ağalar bre beyler
Ölmeden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Dolmadan bir dem sürelim
Amen hey Allahım aman
Ne aman bilir ne zaman
Üstümüzde çayır çemen
Bitmeden bir dem sürelim
Bana felek derler felek
Ne aman bilir ne dilek
Âhir ömrümüze helâk
Etmeden bir dem sürelim
Karacaoğlan der cânân
Güzelim sözüme inan
Bu ayrılık bize heman
Ermeden bir dem sürelim
Karacaoğlan
Selis
Halk edebiyatında aruz ölçüsü kullanılarak yazılan şiirlerdir. Genellikle 19''uncu yüzyıl aşıkları tarafından kullanılan selisin en fazla yazılan tipi gazeldir. Hece ölçüsünün on beşli kalıbına da uyan selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır.
Nefes
Dini temellere bağlı aşık edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bekteşi aşıklarınca yazılanlarına denir. Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri, tarikat kurallarıyla ilgilidir. Dili sade bir Türkçe olan nefesler biçim olarak koşmaya benzer. Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7, 8, 11''li kalıpları ile ya da az da olsa aruzla yazılanlara rastlanmaktadır. Dörtlük sayısı 3-7 arasında değişir. Fazla da olabilir.
Örnek:
Biz Urum Abdallarıyız
Maksadımız yârdır bizim
Geçtik ziynet kabâsından
Gencinemiz erdir bizim
Dâim kılarız biz zârı
Harceyleriz elden var,
Dost yoluna verdik seri
Mürkirimiz hârdır bizim
Aşk bülbülüyüz öteriz
Râh-i Hakka yüz tutarız
Mânâ gevherin satarız
Mürşidimiz vardır bizim
Ayin
Mutasavvıflara has bazı hal ve hareketleri ifade etmek için ilk defa İranlılar tarafından kullanılan ayin, daha sonra Türk Tasavvuf Edebiyatı''na da geçmiş Mevleviler''in sema meclislerinde söyledikleri ilahilere verilen ad olmuştur.
Tapuğ
Gülşeni adlı tarikata bağlı şairlerin ayinler sırasında okudukları makamlı şiirlere tapuğ adı verilir.
Cumhur
Mevlevi ve Bektaşi dergahları dışındaki dergah ve tarikatlarda topluca okunan ilahilere verilen addır.
Hikmet
Dini ve tasavvufi halk şiirinde şairin anlayış ve sezgilerine göre din konularını işleyen şiirlere hikmet denir.
Devriye
Dini ve tasavvufi halk edebiyatında devir felsefesini savunan ve anlatan şirlerdir. Devriye, evrenin ve insanın tanrıdan çıkıp, tekrar tanrıya döndüğünü savunan felsefedir.
Şathiye
Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir. Şathiyeler, mutasavvuf şairlerce söylenmiş ya da yazılmış, tasavvufi inançları dile getiren, anlaşılması yorumlanmasına bağlı şiirlerdir. Tasavvufi konuları işleyenleri şathiyat-ı sûfiyâne adını alırlar. Şathiyelerde Allah''ın celâl sıfatının değil, cemâl sıfatının ön plana çıkarıldığı görülür. Bu tür şiirlere genellikle Bektaşi-Alevi şairlerinde rastlanır. Allah ile alay eder gibi yazılmış şathiyeler küfür sayılmıştır.
Örnek:
YERİ GÖĞÜ İNS Ü CİNNİ YARATTIN
Yeri göğü ins ü cinni yarattın
Sen ey mimar başı eyvancı mısın
Ayı burcu günü çarhı var ettin
Ey mekan sahibi rahşancı mısın
Denizleri yarattın sen kapaksız
Suları yürüttün elsiz ayaksız
Yerleri temelsiz göğü direksiz
Durdurursun acep iskancı mısın
Kullanırsin kanatsızca rüzgarı
Kürekle mi yaptın sen bu dağları
Ne yapıp da öldürürsün sağları
Can verub can alırsın sen cancı mısın
Sekiz cennet yaptın sen Adem içün
Adın büyük bağışla anın suçun
Adem''i çıkardın cennetten niçün
Buğday nene lazım harmancı mısın
Bir iken bin ettin kendi adını
Görmedim senin gibi iş üstadını
Yaşardirsin kurudursun odunu
Sen bahçevan mısın ormanci mısın
Cibril''e perde altından söylerdin
İnub Beytullah''a kendin dinlerdin
Bu ateşi cehennemi neylerdin
Hamamın mı vardır külhancı mısın
Hafaya çekilüb safaya durdun
Aklı ermezlerin aklını urdun
Kıldan ince köprü yaptın da kurdun
Akar suyun mu var bostancı mısın
Bu kışlara bedel bu yazı yaptın
Evvel bahara karşı güzü yaptın
Mizanı iki göz terazi yaptın
Bakkal mısın yoksa dükkancı mısın
Tevhid
Allah''ı, yaratılış ve kainatın aslı gibi unsurları bir arada yorumlayan manzumelere 'tevhid' denir. Çoğunlukla Divan edebiyatı nazım türleri olan gazel, kaside ve mesnevi biçimlerinde kaleme alınmışlardır. Ve ölçüleri de çoğunlukla aruzdur.
Nutuk
Tekkelerde tarikat ulularının özellikle eğitici mahiyette olmak üzere söyledikleri şiirlerdir.
Deme
Alevi-Bektaşi tarikatından tasavvuf şiirlerinin tarikatlarını ve hareketleriyle ilgili temaları işleyen, sorunlarını konu edinen şiirlerine 'deme' adı verilir. Genellikle 8''li hece ölçüsüyle yazılan demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla söylenir.
Duvaz
Yine Alevi ve Bektaşi şiirinde bir türdür. Düvaz imam, düvaze, imam da denilen duvazlar On İki İmam''ı öven nefeslerdir.
Güzelleme
Âşık edebiyatında insan ve doğa güzelliklerini işleyen koşmalar. Genellikle aşık olunan kadın, kız, gelin, dağ ağaç, hayvan, çiçek gibi unsurlar işlenir. Örnek:
Nasıl vasfedeyim güzelim seni
Rumeli Bosna''yı değer gözlerin
Dünyaya gelmemiş eşin akranın
İzmir''i Konya''yı değer gözlerin
Kimsede görmedim sendeki nazı
Tunus Trablus Mısır Hicaz''ı
Kars''ı Kağızman''ı Acem Şiraz''ı
Girid''i Yanya''yı değer gözlerin
Yüzümde görünür Yusuf nişanı
Yüzünü görenler çeker efganı
Büsbütün Gürcistan Erzurum Van''ı
Belh-ı Buhaça''ya değer gözlerin
Ruhsat''ım eyledim senin de mehdin
Al yanaktan bir buse ver himmetin
Yüzbin sarraf gelse bilmez kıymetin
Âhirî dünyayı değer gözlerin
Ruhsatî
Hoyrat ya da Horyat
Dört dizelik serbest tarzda halk edebiyatı nazım türü. Söz ve ezgisinde yiğitlik havası hakimdir. Irak''ta Türkler''in yoğun olduğu Kerkük ve Erbil ile Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Kars yörelerimizde yaygındır. Basit üsluplu, derin anlamlı, uyumlu, cinaslı sözcüklerden kuruludur. Genellikle 7 hecelidir. Benzer dizelerin başına veya sonuna konulan ve miyan denilen ek sözcüklerle vezin bozulabilir. İlk dize bir anlam ifade eden ve diğer dizelere ayak veren cinaslı bir sözcüktür. Hoyran söyleyenlere hoyrat çağıran ya da sazlıyan (yas törenlerinde ağıt yakan anlamında) denir. Anadolu''da hoyratların bir bölümüne ayaklı mani, kesim mani adı da verilir.
Örneğin:
Dolandı gün
Döndü gün dolandı gün
Men sene daldalandım
Sene de dolandı gün
Güle naz
Bilbil eyler güle naz
Girdim dost bağçasına
Ağlayan çok gülen az
Yüz aya değer
Hüsniv yüz aya değer
Ay var bir güne değmez
Gün var yüz aya değer
Düşte gör
Hayalde gör
Hayalde gör düşte gör
Düşenin dosti olmaz
İnanmazsan düşte gör
Kalenderî
Halk şairleri tarafından aruzun mef''ûlü mefâ''îlü kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde söylenen şiire denir. Özel bir ezgiyle okunur. Ezgisi bakımından düz kalenderî, Acem kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi çeşitlere ayrılır. Kafiye düzeni divan ve semaî ile aynıdır. Bu tür şiirler 3+4+3+4 veya 7+7 şeklinde ondört heeceli iken, sonradan yerine aruz vezninin geçtiğini ileri sürenler vardır. Örnek:
İçtin mi a cânım yine mestâne durursun
Gamzen gibi âşıklara bîgâne durursun
Kimden söz işittin ki celâ hakkına dâir
Böyle güzelim hâtırı vîrâne durursun
Geç şâhım otur başımın üstünde yerin var
El bağlı efendim kime divâne durursun
Bir çift idiniz vuslat-ı devlette geçen gün
Nettin eşini ey peri bir dâne durursun
Sen al ile başımdan alıp aklımı şimdi
Ey rind-i felek-meşreb edibane durursun
Öldürmek ise Nûri kulun kasdına böyle
Çek hançeri öldür a paşam ne durursun
Tokatlı Nuri
Kavuştak
Halk edebiyatında bentler arasında tekrarlanan dizelerdir. Bağlama ve nakaratla aynı anlamdadır. Türkülerde sık kullanılır. Örnek:
Keklikte gelek olmaz
Sen boyda melek olmaz
Gözünü sevdiğim yâr
Her yerde henek olmaz
Gel gel yanıma keklik
Kadan canıma keklik
Kınalı parmakların
Batır kanıma keklik
Tüyünü döker gelir
Ayağın seker gelir
Yâri arzulayan da
Dağları söker gelir
Gel gel yanıma keklik
Kadan canıma keklik
Kınalı parmakların
Batır kanıma keklik
Koçaklama
Konusu savaş, yiğitlik, kahramanlık olan halk edebiyatı şiirleri. Çoşkun ve yüksek tempolu söyleyişleri vardır. Halk edebiyatımızda bu türün en güzel örneklerini Köroğlu ile Dadaloğlu vermiştir.
Örnek:
Benden selam olsun Bolu Beyi''ne
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
Ok gıcırtısından kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir
Düşman geldi bölük bölük dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfenk icad oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır
Köroğlu düşer mi hele şanından
Çogunu ayırır er meydanından
Kırat köpüğünden düşman kanından
Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır
Köroğlu
REDİF Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine 'redif' denir.Örnek-1
Bizim elde bahar olur, yaz olur.
Göller dolu ördek olur, kaz olur.
Sevgi arasında yüz bin naz olur.
Suçumu bağışla, ben sana kurban. (Ercişli Emrah)
Örnek-2
Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu. (F. Nafiz Çamlıbel)
KAFİYE (UYAK)
Mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine kafiye denir.
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü,
Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü? (M. Akif ERSOY)
KAFİYE ÇEŞİTLERİ
1) YARIM KAFİYE:
Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.
Örnek-1
Ben çektiğim kimler çeker
Gözlerim kanlı yaş döker
Bulanık bulanık akar
Dağlarım seliyim şimdi (Kul Mustafa)
Örnek-2
İstedim kendimi bu göle atam
Elimi uzatıp yavruyu tutam
Örnek-3
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Şahin pençesinde yavru kuş gibi
Seher sabahında rüya düş gibi
Çağıta bağırta aldı dert beni
2) TAM KAFİYE:
İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,
Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum
(Y. Kemal Beyatlı)
Örnek-2
Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde,
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde,
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı.
(Y. Kemal Beyatlı)
Örnek-3
On atlıya karar verdim yaşını
Yenice sevdaya salmış başını
El yanında yakar gider kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim.
3) ZENGİN KAFİYE:
Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı.. Buz tutuyor her soluk
(F. Nafiz Çamlıbel)
Örnek-2
Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere,
Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere…
(Orhan Seyfi Orhon)
Örnek-3
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost ilinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi
4) CİNASLI KAFİYE:
Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir.
Örnek-1
Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yarimden vazgeçmem
Götürseler asmaya
Örnek-2
Bilmem ki yaz mı gelmiş
Niçin açmış gül erken
Aklımı kayıp ettim
Nazlı yarim gülerken
Örnek-3
Kendin çöz kendin tara Bağ bana
Değmesin el başına Bahçe sana bağ bana
Ben yarime kavuştum Değme zincir kar etmez
Darısı el başına Zülfün teli bağ bana
KAFİYE ŞEMASI
Mısraların son seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin, mısralarının son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır.
1.DÜZ KAFİYE: 'a a a b' 'bbbc' 'cc' 'a a b b' olmalı.
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sukuneti
2.ÇAPRAZ KAFİYE: 'a b a b' 'cdcd'olmalı.
Hayran olarak bakarsınız da
Hülyanızı fetheder bu hali
Beş yüz sene sonra karşınızda
İstanbul fethinin hayali
3.SARMA KAFİYE:'a b b a' 'cdcd'olmalı.
İhtiyar, elini bağrına soktu,
Dedi ki: “İstanbul muhasarası
Başlarken aldığım gaza yarası
İçinden çektiğim bu oktu.
Kafiye Ve Kafiye Çeşitleri
REDİF: Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine “redif” denir.
Örnek-1
Bizim elde bahar olur, yaz olur.
Göller dolu ördek olur, kaz olur.
Sevgi arasında yüz bin naz olur.
Suçumu bağışla, ben sana kurban.
(Ercişli Emrah)
Örnek-2
Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
F. Nafiz Çamlıbel)
KAFİYE (UYAK) :
Mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine kafiye denir.
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü,
Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü? (M. Akif ERSOY)
KAFİYE ÇEŞİTLERİ:
1) YARIM KAFİYE:
Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.
Örnek-1
Ben çektiğim kimler çeker
Gözlerim kanlı yaş döker
Bulanık bulanık akar
Dağlarım seliyim şimdi (Kul Mustafa)
Örnek-2
İstedim kendimi bu göle atam
Elimi uzatıp yavruyu tutam
Örnek-3
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Şahin pençesinde yavru kuş gibi
Seher sabahında rüya düş gibi
Çağıta bağırta aldı dert beni
2) TAM KAFİYE:
İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,
Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum
(Y. Kemal Beyatlı)
Örnek-2
Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde,
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde,
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı.
(Y. Kemal Beyatlı)
Örnek-3
On atlıya karar verdim yaşını
Yenice sevdaya salmış başını
El yanında yakar gider kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim.
3) ZENGİN KAFİYE:
Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı.. Buz tutuyor her soluk
(F. Nafiz Çamlıbel)
Örnek-2
Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere,
Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere…
(Orhan Seyfi Orhon)
Örnek-3
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost ilinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi
4) CİNASLI KAFİYE:
Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir.
Örnek-1
Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yarimden vazgeçmem
Götürseler asmaya
Örnek-2
Bilmem ki yaz mı gelmiş
Niçin açmış gül erken
Aklımı kayıp ettim
Nazlı yarim gülerken
Örnek-3
Kendin çöz kendin tara Bağ bana
Değmesin el başına Bahçe sana bağ bana
Ben yarime kavuştum Değme zincir kar etmez
Darısı el başına Zülfün teli bağ bana
KAFİYE ŞEMASI:
Mısraların son seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin, mısralarının son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır.
1. DÜZ KAFİYE: “a a a b” “bbbc” “cc” “a a b b” olmalı.
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sukuneti
2. ÇAPRAZ KAFİYE: “a b a b” “cdcd”olmalı.
Hayran olarak bakarsınız da
Hülyanızı fetheder bu hali
Beş yüz sene sonra karşınızda
İstanbul fethinin hayali
3. SARMA KAFİYE: “a b b a” “cdcd”olmalı.
İhtiyar, elini bağrına soktu,
Dedi ki: “İstanbul muhasarası
Başlarken aldığım gaza yarası
İçinden çektiğim bu oktu
HAN DUVARLARI (48352 Hit)
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın söldürdüğü etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgarların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına,
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık
Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir koy var, ne bir evin hayali
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,
Bir sarsıntı... uyandım uzun suren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmis vatanın dört bucağı
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Heryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
*On yıldır ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben*
Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi..
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı...Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönuyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı *İste Araplıbeli*
Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen uç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
-- Şemsettin Dervişoğlu'nun Sözcükleri
Merhaba sevgili dostlar,
Deli mavi sevdalar grubunun 6-12 Ekim tarihleri arasında haftanın şairi seçilen Şemsettin Dervişoğlu ile bir söyleşi yaptım. Hepimiz Sn Dervişoğlu’nu mütevazi ve sevecen kişiliği ile tanıyoruz elbette ve bu söyleşide de göreceğiniz gibi bu yargımızı perçinliyor kendisi. Sade, ancak sade olduğu kadar altında yatan mütevazi bilgeliği ile bir kez daha kendisine hayran olacaksınız.
Söyleşide alışılageldiği üzere rastgele sözcükler verirken birazcık çekindim. Ustamız hece vezniyle yazıyordu, hece sayısı, kafiye, ayak derken bir de sözcük kısıtlamasına gitmek ne derece uygun olacaktı. Ama bir yandan da gönlüm çok rahattı, çünkü karşımda büyük üstat ŞEMSETTİN DERVİŞOĞLU vardı. Onun kaç kere hiç zorlanmadan, anında su gibi dizeler yazdığına tanık olmuş biri olarak bu işin üstesinden geleceğine inanıyordum. Şiirini okuyunca bana fazlasıyla hak vereceksiniz.
Şimdi sizi bu keyifli sohbet ve muhteşem hece şiiriyle baş başa bırakıyorum.
Sevgi ve sayılarımla
RA: Şemsettin Dervişoğlu şiirin eşdeğeri olarak neyi görmektedir?
ŞD: Benim penceremden bakıldığında şirin eşdeğeri olarak bir şey görmek zor. Çünkü şiir Dervişoğlu için hayattır nefes almaktır aş, ekmek, su gibi veya taze bir fideye verilen can suyudur. Hal böyle olunca şiir benim için diğer edebi dallardan hep bir adım önde yürümüştür.
RA: Hece veznine gönül vermiş biri olarak şiirin tanımını yapacak olsanız ses mi duygu mu ön plana çıkar?
ŞD: Duyguyu katmadığınız hiçbir şey bir anlam ifade etmez. Lakin duyguyu ses ile ahenkli bir şekilde birleştirdiğiniz zaman bir değer olur. Duygu ve ses kesinlikle birlikte yürümelidir biri bir diğerinin ne önünde ne de arkasında olmamalı yan yana omuz omuza olmalıdır.
RA: Serbest vezinde az sayıda da olsa şiirlerinizin olduğunu biliyoruz. Neden gönül verdiğiniz hece vezni? Sizi çeken unsur nedir?
ŞD: Evet az sayıda da olsa serbest dalda denemelerim var. Ancak belirgin bir şekilde hece yazdım. Kimine göre kalıp içinde kalmak gibi gelse de, hece vezni benim için kural kaide ve tertipli olmayı ifade eder. Kim bilir belki de Başak burcumun özelliğindedir. Belki de öğrenciliğimde etkilendiğim halk edebiyatı ve daha sonraki yıllarda hasbıhal etme imkanı bulduğum Halk ozanlarımızın heceye yönelmemde etkisi olmuştur.Neden bilmem ama hece yazarken çok rahat hareket edebiliyorum.Ama serbest yazmak bana dağı sırtlamak kadar zor geliyor.
RA: Birçok serbest vezin kullanan şair hece veznini özgürlüğü kısıtlayan kurallar bütünü olarak görmektedir. Kendinizi kısıtlanmış hissettiğiniz oldu mu?
ŞD: Yukarıdaki soruda az da olsa değindim. Belki mantıksal olarak baktığınızda bir sınırlama bir kalıp gibi düşünebilirsiniz. Ama bunun böyle olmadığını Türk edebiyatının varoluşundan beri enfes örneklerle donatılmış olduğunu görürsünüz. Bana göre serbest yazmak da istediğinizi istediğiniz şekilde yazmak değildir. Yapılan her işçin mutlaka bir plan proje ve kaide manzumesi içinde yapılması gerekir diye düşünüyorum.
RA: Aruz vezninde şiir yazmayı denemek ister misiniz?
ŞD: Aruz yazmak kolay değil. Şahsen benim bu konuda bilgi birikim ve donanımım hiç yok denecek kadar. Okuduğumda keyif aldığım bu vezni mevcut birikimimle uygulamada başarabileceğime inanmıyorum.
RA: Aruz vezninin melodik yapısını hece veznine uydurmak mümkün olabilir mi? Böylesi bir denemede bulunmak ister misiniz?
ŞD: Bunu söyleyebilmem için aruz’u iyi bilmem lazım. Ama ileride konu hakkında araştırma yapmak istediğimi söyleyebilirim. Bu da sizin teşvikiniz ile olmuş olacak.
RA: Sizce aruz vezninin günümüz edebiyatında kullanılmıyor olması Türkçenin gelişimiyle ilgili olabilir mi?
ŞD: Aruz vezni günümüzde nadiren de olsa kullanılıyor. Ancak tabiri caizse teşbihte hata olmaz düsturuyla bu vezni kullananların nesli Kelaynak kuşları misali tükenmekte. Divan edebiyatımızı iyi irdeleyip inceleyebilirsek orada bir derya olduğunu görmemek mümkün değil.
İSKENDER PALA ÜSTADIMDAN DİNLEDİĞİM ŞU GÜZELLİĞE ÖZET OLARAK BİR BAKALIM İSTERSENİZ
“Sakın! Sen köy-i cananı, uzak dur!
Sanma ey mecnun seher yola giren âşık, gece Leyla'da akşamlar”
1.bakış açısıyla okuyalım,
Ey mecnun sanma ki cananın köyünü uzaktır. Erken yola çıkan aşık akşam Leyla’sına kavuşur. Diyerek okuyabiliriz.
2.bakış açısıyla okuduğumuzda ise
Ey mecnun sakın haaa cananın köyü çok uzaktır. Sanma ki sabah yola çıktığında akşam Leyla’ya kavuşursun.
Şimdi kendime soruyorum ben şiir diye yazdığım hangi karalamama böylesi anlam yükleyebildim veya kimse kusura bakmasın hangi serbest yazan arkadaşım böylesi bir zenginlik yansıtabildi. Dolayısıyla divan edebiyatından uzaklaşmamız aslında Türkçenin gelişimiyle ilgili değil tam tersi Türkçenin unutulmasıyla alakalı diye düşünüyorum.
RA: Hece vezninin değişmez kurallar içerisinde yazılması gerektiğini biliyoruz. Bu kurallara uymayan bir şiir gördüğünüzde uyarınız nasıl olmaktadır?
ŞD: Hecenin değişmez kuralları evet önce ölçüyü vurguyu kafiyeyi redifi düşünmek zorundasınız. Hece yazdım deyip de bu kuralları bilerek veya sehven ihlal ettiğini gördüğüm bir dostu bilgimce uyarmaya gayret ederim. Bu konuda uyarıları dikkate alan çok değerli gönül dostunun yanında az da olsa ben bildiğimi yaparım diyenlere de yapacak bir şeyim olmaz. Başarılar dilerim deyip çekilirim.
RA: Şiirin okuyucuda bütünleştiğini ve yayınlandıktan sonra şaire değil okuyucuya aittir görüşüne katılıyor musunuz?
ŞD: Kesinlikle katılıyorum. Siz şiire bütün yüreğinizi ortaya koyarak duygunuzu üst düzeyde yansıtırsınız. Bir nevi elektrik ve enerji boşalmasıdır. Paylaşıma sunduğunuz andan itibaren birçok kişi bu enerjiden nasiplenir ve kendisinin de orada ifade edilmiş olduğunu bulur.
RA: Bu bağlamda şiirlere yorum nasıl yazılmalıdır? Kalıp kutlamalara nasıl bakıyorsunuz?
ŞD: Duygu içerik şekil yönünden çok güzel bir şiir okuyorsunuz ve yorum kısmına baktığında kocaman harflerle TEBRİKLEEEEEERRRRRRRRR Yazıldığını görüyorsunuz. Varın isyan etmeyin. Be kardeşim sen şayet şiiri okusaydın belki de tebrik etmeyecektin. Belki bir eksik bulacaktın belki bir güzellik bulacaktın. Böylesi sözüm ona yorumların tek bir açıklaması var. Sayfana geldim haberin olsun. Kimse kusura bakmasın buna yorum diyebilmem mümkün değil. Ötesi şaire ve şiire saygısızlık olarak algılıyorum.
RA: Yine aynı soruyla ilişkili olarak, bazı şair arkadaşların şiirlerinde rastladığım bir unsur var. Şiiri yayınladıktan sonra birçok dizede değişiklik yaparak şiirin temasında bile değişime sebep oluyorlar. Bunları yazılan yorumlardan anlamak çok kolay oluyor. Bu şairin özensizliği mi, güvensizliği mi yoksa okuyucuya değer vermeyişi midir?
ŞD: Nadir de olsa bu tür şeyler ile karşılaşıyoruz. Birçoğu belki de yazarın gözünden kaçmış ama okuyucunun tespitine takılmış değişiklikler olabilir. Lakin yine de şiiri alelacele asmaktansa biraz demlendikten sonra sunuma hazırlanması daha faydalı olur. (Bu arada öz eleştiri olarak söyleyeyim, ben de bu aceleci gruptanım)
RA: Genç öğretmen, genç evli, genç baba olarak hayata erken başlamak sizi öne geçirmiş olabilir mi?
ŞD: Genç öğretmen olarak göreve başlamak idealistliğin üst düzeyde olması nedeniyle mesleki kariyer bakımından mutlaka faydalı oldu. Ancak bunun yanında 18 yaşında bir genç olarak bulunduğunuz köyün mahallenin liderliğini üstlenmenin sorumluluğunun altından kalkabilmek de epey zor iş.Çok şükür bu zorluğu fazla yaşamadım ama pişene kadar epey de zahmet olmak ise bir oyun gibi geliyor. Çocuk yaştasınız çekiyorsunuz. Genç evli ;) ama çocuğunuz oluyor Hayatın ve bir evin sorumluluğunu erken yaşta yüklenmenin sıkıntıları küçümsenir cinsten değil elbet. Bütün bunlara rağmen erken büyümek erken olgunlaşmak noktasında hayat beni bir adım öne geçirmiş olabilir
RA: Bağlama çaldığınızı ve Türk ozanlarından feyz aldığınızı söylüyorsunuz. Ozan topluluğunda atışmalara katıldınız mı? “leb değmez” değil mi, böyle bir deneyiminiz var mı?
ŞD: Küçük yaştan beri bağlamaya heves ederdim. Lakin yaşadığım çevrede o zamanlar bağlama çalanlara pek sempati duyulmazdı. Öğretmen okuluna gittiğimde müziğe olan merak ve kabiliyetim neticesinde kısa sürede mandolinden bağlamaya geçiş yaptım. İlk bağlamamı kendi emeğimle Çukurova’da pamuk tarlasında ırgat iken kazandığım para ile aldım. Halk ozanlarının atışma meclislerinde çok bulundum fakat atışmaya bizatihi katılacak ne bilgim ne de cesaretim vardı. Dinleye dinleye piştik elhamdülillah. “Lebdeğmez” diye tarif ettiğimiz atışma türü en zor olanıdır. İrticalen dörtlük oluşturuyorsunuz ama bu dörtlüklerde “b,f,m,p,u,ü,v” harflerini kullanmamanız gerekiyor. Varın işin zorluğunu hesap ediniz.
RA: Şimdi özel bir soru, Şemsettin Dervişoğlu ne renktir ve neden?
ŞD: Şemsettin Dervişoğlu güven ve dostluğun timsali olarak her zaman maviyi sevdi, mavi olma yolunda çaba gösterdi, Sevilenin gözünde 40 yıllar hatırlanmak üzere ve vefa örneği olarak da kahverengini maviye eş etti.
RA: Son olarak size vereceğim sözcükleri kullanarak henüz adı olmayan bir aşk şiirinin dizelerini yazar mısınız?
Hicran / ahu-zar / tokmak / peşrev / boran / balçık / narçiçeği / telve / tütün / bakir /
Telve bakışlarınla tokmak olup başıma
Ah dedikçe durmadın vura vura ağlattın
Boranlar selam durdu gözümdeki yaşıma
Saatleri hicrana kura kura ağlattın
Bu gönül ilk peşrevi seninle yaptı gülüm
Ayrılığın yanında başıma taçtır ölüm
Balçıkla sıvanır mı yaşattığın bu zulüm
Acımayıp halime göre göre ağlattın
Alevin kan kırmızı çiçeğin nara benzer
Yüreğime maliksin varlığın Çar’a benzer
Aşkına mahkûm oldum yar sonum dara benzer
İdam deyip kalemi kıra kıra ağlattın
Sen saklı cennetimde bakir olan toprağım
Ben garip, ahu-zarda savrulan bir yaprağım
Dağlardan aşırttın da hani nerde otağım
Bükülü dizlerimi yora yora ağlattın
Duman duman tütünsün hasretin kucağında
Adın dilden düşer mi Dervişin ocağında
Cemalini ararken arz’ın dört bucağında
Sen ise dağ ardında dura dura ağlattın
ŞEMSETTİN DERVİŞOĞLU
Deli Mavi Sevdalar Grubu
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çicekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
*Gönlümü çekse de yarin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgarın önüne katılmışım ben*
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık
Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
Başucumda gördüğüm su satırlarla yandım
*Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Şatılmış'ım ben*
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna kurduna
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi
Hana sağ indi ölü çıktı geçende
Yaşaran gözlerimde her sey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaşlı yollar
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları...
Kayıt Tarihi : 8.2.2008 03:03:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!