Şiirde Sevisel Yoksunluk Şiiri - Yorumlar

Nurten Aktaş
140

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

ŞİİRDE SEVİSEL YOKSUNLUK

Seviyi yitirişteki yoksunluğun şiire yansıyışını düşünüyorum da, bu ağdalı duruşu anlayabiliyor muyum? Sanat eserlerinin yarısı neden zamanın donduğu, evrenin adeta başına çöktüğü o ana kilitlemiştir. Zamanın durduğu o ana saplanmış şiir, görmezden gelinebilir gibi değildir. Öyle ki durumu şiirinizde işlememişseniz, sanki gerçek bir şair değilmişsinizcesine bir beklenti oluşturulduğunu gözlemleyebilirsiniz. Buraya kadar belki kabul edilebilinir bir durum çünkü, şiirde herkes kendinden bir şey arıyor ve yüzyıllardır aşk hemen herkesin içine düştüğü bir durum. Hele birde toplumsal baskı ve töre gibi sosyolojik olgular hat safhadaysa, durum iyice psiko-patolojik bir hal alıyor.

Aşkın bitişindeki devasa yoksunluğun kaynağı, sadece o bireye olan sevi yani, aşık olunana yoksunluk değil de; aynı zamanda duyguların tadılarak öğrenilmişliğinden gelen ve yerine başka bir şey koyamamaktan kaynaklı boşluğa düşüş olduğunu düşünüyorum. O nasıl bir yoksunluktur ki, hayatımız bir daha asla eskisi gibi olamıyor? Dahası neden bu yaşanmışlık bir kazanım değil de kayıp olarak değerlendiriliyor? Her aşktaki yıkıcığın üstüne düşülürde, yapıcı kazanımları hayatın diğer alanlarında olduğu gibi, daima görmezden gelinir. Bitmiş hatta bir daha aynı yaşanamayacakta olsa, bu bir yaşanmışlık değer, yani olgunlaşmanın deneyimidir. Hayatımızda acının erdemini bilerek, ama acıya tapmadan devam edebilmenin bilgeliğine ermek gerektiğini savunuyorum. Nazım’ın de dediği gibi: tahir olmakta ayıp değil/ Zühre olmakta ayıp değil/ bütün iş tahirle Zühre olabilmekte/ yani yürekte/ yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı… Kabaca şiir yaşanmışlığımızın yansıması ise, hayatta bir denge ve bu denge nerede? Duygulanımlarımız ne kadar doruktaysa, (yoksunluk) düşüşte o derecede sert oluyor denilebilir mi?

Tabi bir diğer taraftan da olguyu gerçekte olduğundan daha bir ilahileştirerek (kişiye, aşka) ulaşılmaz kıldığımızda ortada. Zaten öyle olmasaydı ilk aşklar, sonrakilere göre eş düzeyde unutulabilinir olurdu ki, bunu da iki faktöre bağlamak mümkün: birincisi ilk olan bilinmeyendir, daha bir büyülü ve derindir. İkincisi, ilahi kılınarak, hem bu sonsuzlaştırılan hayalden ve acıya dönüşmesinden mazoşist bir haz alınır, hem de böylece ulaşılabilinir olanın büyüsü bozulabileceğinden, ilahi ulaşılamamazlıkla güdüsel olarak bu tılsımı da korumuş oluruz. Bu bir kaçıştır ve cinselliği tabulaştıran sosyal yapılarda daha da yaygındır!

Tamamını Oku
  • Nurten Aktas
    Nurten Aktas 19.09.2013 - 21:35

    Kimseye anlatamıyorum ki aşkin mertebeleri olduğunu ve dostluğunda aşkın bir çeşiti olduğunu. Zaten Şems’le Mevlana’nın aşkını kaç kişi anlamışki…

    Cevap Yaz
  • İbrahim Çelikli
    İbrahim Çelikli 17.08.2008 - 09:05

    bu güzel yaklaşımlara katılmamak mümkün mü

    Sayın Aktaş; bu güne kadar görüp şikayet ettiğimiz konuların da fevkinde her cepheden tesbitlerde bulunmuş..

    dünkü çocuk diyecekyim
    ne bilir bu konularda
    hiç değilse antoloji,
    hiç değilse yetkili şairlere okutmalı, okunduğundan emin olmak için imtihan etmeli, türkçenin kullanımından, şiirden amacın ne olduğuna,
    gündelik cinsel ihtiyaçlardan ya da bu açlığın karşılanamayışından doğan sözde ŞİİRin sanat ve edebiyat açısından, okuyucu tatmini ile (ya da)toplumsal sıkıntı veren boyutlardaki 'ben'cilliğimiz alt edebilelim

    herkes sormalı ne için
    ya da bakmalıyız neden mali (erbil)
    kalite üretilememekte midir,
    tercih edlmemekte midir

    edilmeyişin altında......................
    milletçe bunun altından kalkmak istiyor muyuz
    becerebilirmiyiz

    ya da bu yazılar neden okunmaz
    ben sağlıklı okudum mu

    bazı cümlelerin altını çizsem de, tekrar etsem de hayır..

    Sevgili Nurten
    bu yazının yazılmış olması değil, okunması, daha kolay olsun için seslendirilmesi-dinlendirimesi gerek
    sanırım bu sizin borcunuz

    Allaha emanet ol
    başarı sıhhat mutluluklar sizinle olsun
    siz tüm güzelliklerde ...

    Cevap Yaz
  • Salim Çalık
    Salim Çalık 26.02.2008 - 21:44

    Sanırım tüm ilişkilerimizi ve yaşama bakışımızı sahip olmak üzerine kuruyoruz. Ne sevilenin özne oluşunun yaratacağı doğal sonuçları, ne de yaşamın bizim dışımızda gelişen olaylarına karşı hazırlıksızız. Sahip olma üzerine kurulu yaklaşım ve beklentiler sevdaya ve sevgiliye bakışımızdan olayları değerlendirmemize kadar birçok yaklaşımımızda gerçeklikten kopmamıza neden oluyor. Bu yüzden yitirmek, ayrılmak gibi olaylardan deneyim edinmek yerine yıkılıp, küçülüyoruz.

    Bu durum bizim gerçeklikten kopuk olduğumuzu gösteriyor sanırım. İlk olanın unutulmayışının nedenlerinden biri doğallık ve hesapsız kitapsı bir ilişki olmasıdır sanırım. Sevdaya ilişkin davranış ve düşünceler de öğreniliyor (belki de taklit ediliyor). Dolayısıyla toplum bize bir sevda modeli gösteriyor ya da biz izleyerek kendimize uygun bulduğumuz modeli seçiyoruz. Bunun dışına çıkmak, öğretilenlerin veya seçilen davranışların dışında durumlarla karşılaşmak başarısızlık gibi de algılanıyor olabilir. Bu nedenle sevdamızı, sevimizi kutsallaştırıyoruz belki de. Fakat bunun koruma olduğunu söylemek zor. Daha çok dışa dönük bir gösteri gibi geliyor bana. Daha çok sahiplenme… tam da yazıda belirtildiği gibi “ilahileştirerek, ulaşılmaz” lık katarak tapınma durumu.

    Sevinin tutsağı olmuşçasına sevda şiirleri yazan ve yaşamın gerçekliğini sevi üzerinden “yaşayan” kişi aynı zamanda toplumsallığını da yitirmiş oluyor. bu yaşamın nesnelliğinden kaçışın, (bilinçli-bilinçsiz) postmodern bir yaşamın yansımasıdır. Yalnızca seviye, sevgiliye ilişkin şiirler özünde sevdanın yaşanılabilirliğini de etkileyen tüm sorunları unutmaya, görmemeye çalışarak seviye-sevgiliye kaçış. Belki bir sığınma, çaresizliğin başka bir yansıması… bu şiirlerin geleceği yok. Sanat özü gereği toplumsal nitelikler taşır. Aynı şiiri değişik dize-sözcük kurgularıyla yeniden yeniden yazmak sanatın değiştirici, dönüştürücü yanına, muhalif tutumuna aykırıdır. Sanat devrimcidir. Sevi ve sevgili şiirlerini döndürüp döndürüp yazmaz ise muhafazakarlık (tutuculuktur). Bu bence sanat değildir. (belki bir sevda güncesi?)

    En sıradan durumda bile sanatçı sevgilisini olduğu kadar sevgilisiyle yaşayacağı toplumu ve çevreyi de düşünmek, ileriye taşımak, eleştirel yaklaşım ve söylemleriyle değiştirip-dönüştürüp yaşanılabilir kılmaya çalışmak zorundadır. Bunu düşünmeyen birisine sanatçı demek onurlandırmak olur. Sanatçı sıradan insanlardan farklı olarak; sahip olduğu duyarlılık ve yeteneklerinin sonucu olarak, söylenip-eylenemeyenleri söyleyip-eylediği için sanatçıdır.
    Kaldı ki, bir kişinin (karşı cinsin) varlığı çevresinde yazıp diğer insanları, toplumu, dünyayı görmemek sevi değil tapınmak olur. Bu ise tamamıyla bencil bir durumdur. Yazılan-yapılan sanat, bunları yapanlar da sanatçı değildir.
    Yazıda da belirtildiği üzere popüler kültür yalnızca alılmayıcıları (okur-izleyici-dinleyici) değil sanatçıları da içine çekerek tüketmeye başlamıştır. Bu noktadan sonra sanat alımlayıcısı sanat yapıtını tüketim nesnesi olarak görmeye, sanatçı ise sanat yapıtı değil tüketim malı yaratmaya başlar. Bu ise başta sanatçının, genelde ise insanın kültürel-sosyal-ideolojik-bireysel yalnızlığının başlangıcıdır. Son yıllarda sevi, sevgili şiirlerinin, tv. dizilerinin döne döne yinelenmesi bu yalnızlığın dışa vurduğu noktadır diye düşünüyorum.
    Sanatçı, sanata karşı saygısı ve sorumluluğu olan herkesin popüler kültür diye sunulan (üretim-tüketim nesnesi olma) duruma karşı direnmesi gerekmektedir. Her insandan beklediğimiz toplumsal duyarlılığı ve yaşamın gerçeklerine kayıtsız kalmamayı en fazla da sanatçılardan beklemek gibi bir hakkımız, sanatçıların ise böyle bir sorumluluğu vardır.

    paylaşımınız ve sanat-sanatçı üzerine yeniden düşünmemizi sağladığınız sağ olun.
    dostlukla

    Cevap Yaz
  • Necdet Arslan
    Necdet Arslan 20.02.2008 - 20:00

    Şairin görevi ve şiirin işlevi sorunsalları yüzyıllardır sorgulanıyor.Günümüzde de bu sorgulayış sürüyor.
    1940'lı yıllarda başlayan değişim/başkalaşım hareketleri her alanda olduğu gibi sanatta da edebiyatta da,şiirde de etkili oldu.Ulusallaşma uğraşlarının,devrimlerin,toplumsal kimlik kazanımlarının belki de bir yansımasıydı bu yeni dönem.Ülkedeki değerlerin değişmeye başlaması şiirde de bir değişimin önünü açtı.Yeni dönemede şiir bir başka başat özelliği üstlenerek ,gelenekselleşmiş konulamaların dışına çıkmayı yeğledi.Özgürlük ortamının koşullarından nefeslenen Türk Şiiri ayrık görüşleri konularına katmaya bu süreçle başladı.Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında yeni bir yapılanmaya kalkışan ülkemizde savaşın yıkımları diğer yazınsal yapıtlara taşındığı gibi elbette şiire de alınacaktı.Acılar,barışa duyulan özlem,Aydınlanma Devriminin kamcıladığı ümitler...gibi toplumsal olgular şiirimizde derinliğine işlendi.
    1950'li yıllarda başlayan geriye dönüş/karşıdevrim süreci diğer alanlarda olduğu gibi şiiri de etkisi altına aldı.Siyasi iktidarın faşist baskılarına karşı direnen toplumcu şiirimiz,1980 darbesine değin hem kendini hem de toplumu ayakta tutmak için elinden geleni yaptı.Şiirimizde asıl kırılma 1980 Askeri Darbesiyle başladı.Salt aydın,yurtsever,toplumcu ,yenilikçi,özgürlükçü oldukları için işkenceden geçirilen binlerce sanatçımızın ümitleriyle beraber heyecanları da kalemleri de kırıldı.Özal'la başlayan yeni dönemde apolitik bir toplumsal dokuyu kabullenir olduk.Özellikle Soveyetler Birliği'nin parçalanmasıyla başlayan tek kutupluluğa yöneliş,neo-liberal transformasyonlar,AB yapılanmaları..gibi Dünya gündemine giren yeni argümanlar tüm üçüncü dünya ülkeleirnde olduğu gibi Türkiye'mizde de köklü etkiler yarattı ve sarsıntı bugün daha da derinden etkiliyor.
    Dünyadaki bu değişim Türkiye'nin üzerine biçilen yeni rollerden dolayı bambaşka bir realiteyi de devreye soktu.Büyük Otadoğu Projesi'nin kıskacında olan Türkiye'de özellikle 1980 Darbesiyle başlayan eğitim politikaları meyvelerini vermeye başladı.Epeyce yol alındı.Bugün ise gelinen yer bellidir.
    Cumhuriyet'in 85.yaşını idrak eden Türkiye,Nazım konusu çözememiştir.Ders kitaplarına Ahmet ARİF'i alamamıştır.Darbeler döneminin işkencecilerinden hesap sorulamaştır.Siyaset/ticaret ağının yayılmacı gelişimine göz yumulmaktadır.İktidarı tekelci burjuvazi belirlemektedir.Halk,kendisini yönetecek kadroları ''mistik''değer yargılarına bağlı kalmak adına sandıktan çıkarmaktadır.
    Tüm bu koşullar,güdülenmeler doğal ki şiirimizi de vuracaktır.Topluma yönelik gözlemlerden neyi görebiliyorsak şiirde de aynısını görmemiz kaçınılmaz olacaktır.
    Konu çok geniş ve değişik boyutlarla değerlendirmeyi gerekli kıldığı için ve bu dar alanda tam olarak tartışılması olanaksız olduğu için sözü noktalarken Sayın AKTAŞ' ın makalesinde ileri sürdüğü sav'ları desteklediğimi belirtmeliyim.

    Cevap Yaz
  • Bilal Esen
    Bilal Esen 20.02.2008 - 19:03

    SEVGİLİ NURTEN HANIMEFENDİ, BU ÇOK DEĞERLİ, AYDINLATICI, KÜLTÜREL VE EDEBİ YAZINIZI ZEVKLE OKUDUM. BU KADAR GÜÇLÜ BİR KALEMİNİZ OLDUĞUNU BİLMİYORDUM DOĞRUSU.
    GRUBUMDAN SESİZ SEDASIZ GİTTİĞİNİZ İÇİN SİZE KARŞI OLAN KIRGINLIĞIMI BİLE UNUTTURDU BU YAZINIZ, PAYLAŞIMINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM. BİLAL ESEN.

    Cevap Yaz
  • Nurten Aktas
    Nurten Aktas 20.02.2008 - 16:43

    ŞİİR ÜSTÜNE DÜŞÜNCELER


    Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır... Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak zorundadır. Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır. (Babayef, Nâzım Hikmet, ss. 140-141)

    *


    Yeni şair, şiir lisanı, vezin lisanı, konuşma lisanı diye ayrı ayrı lisanlar tanımıyor... O, bir tek lisanla yazıyor: Uydurma, sahte, sun'i olmayan; canlı, geniş, renkli, derin ve sade lisanla. Bu lisanın içinde, hayatın bütün unsurları vardır. Şair, şiir yazarken başka şahsiyet, konuşurken veya kavga ederken başka şahsiyet değildir! Şair, bulutlarda uçtuğunu vehmeden dejenere değil, hayatın içinde, hayatı teşkilâtlandıran bir vatandaştır! (Babayef, Nâzım Hikmet, s. 141)

    *


    Şairin dünyası, en az, bir romancının dünyası kadar büyük olmalı. Bak, bugün bizim şiir piyasasında çok istidatlı delikanlılar var, fakat ekserisinin dünyası daracık, soluğu yok, tıknefes. Ve bu dar dünyalı oluşlarını, tıknefesliklerini örtbas için, sözde kendi iç âlemlerine kulak verdikleri iddiasındalar. Halbuki bir metodoloji bakımından ayrılsa bile, gerçekte iç âlem dış âlem diye bir şey yoktur, şairin iç âlemi gerçekte dış âlemin bir inikâsından [yansımasından] başka bir şey değildir, bundan dolayı da dış dünyası dar olanın, iç dünyası da daracık olur. (Memet Fuat'a Mektuplar, s.70)



    Teşekürler dost...
    Bu derinlemesine analizlerin için... Ayrıca paylaştığın içinde sağolasın dost...
    Yukardaki alıntı Nazımın şairler için kısa bir değerlendirmesidir...
    Yürekten kutlarım...sevgiler
    ALİSEYDİ

    Cevap Yaz
  • Aliseydi Taşdemir
    Aliseydi Taşdemir 20.02.2008 - 16:24

    .......Şair, şiir yazarken başka şahsiyet, konuşurken veya kavga ederken başka şahsiyet değildir! Şair, bulutlarda uçtuğunu vehmeden dejenere değil, hayatın içinde, hayatı teşkilâtlandıran bir vatandaştır! ( Nâzım Hikmet)

    Teşekürler dost...
    Bu derinlemesine analizlerin için... Ayrıca paylaştığın içinde sağolasın dost...
    Yukardaki alıntı Nazımın şairler için kısa bir değerlendirmesidir...
    Yürekten kutlarım ...sevgiler

    Cevap Yaz
  • Bayram Kaya
    Bayram Kaya 20.02.2008 - 15:59

    Çözümleyici bakışın tadında bir şeyler okuyor olmak, insanın kendini ölçmesine ve eksiklerini, fazlalıklarını (gereksizlerini), bağnazlıklarını bilmesine , anlamasına neden oluyor.

    Bu çalışmada bunu başarmış. Hayli içtenlikli, kişisel ölçülerinin, topluma duyduğu saygıyı öne alarak, sınırlılıklarını ima ve ifa ederek, söyleyemediklerini, her ne kadar bir sorumluluk gibi belirmişsede; aslında özgür olunamamış dışsallığın öfkesine olan çekince olarak kendini ortaya koymuş.

    Konu tahlili alabildiğine aydınlanmacı bilgi ve birikimin mantığı ile anlamlanmış. Ne konuşup yazdığını bilen bir diyalekt.

    Yürekten kutlarım sevgilerle...

    Cevap Yaz
  • Haydar Altıntaş
    Haydar Altıntaş 20.02.2008 - 14:15

    kalemınız daım olsun üstad saygılarımla

    Cevap Yaz
  • Mehtap Altan
    Mehtap Altan 20.02.2008 - 13:55

    Duruşu ve tavrı olan hümanist insana sesleniyorum, neden ha bire hayatın içini boşaltıyoruz, kim için, ne için? Şiir söyleyecek sözü olmaktır, bu da başkaldırının ifadesidir. Sadece duygulanımların dışa vurumu ne kadar insanidir.


    ÇOKŞEYİN ÖZETİ ASLINDA YUKARIDAKİ BÖLÜM...

    ŞİİR UMUTTUR...

    ŞİİR SÖYLENECEK SÖZLERİN ÜLKESİDİR...

    TEŞEKKÜRLER....

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 14 tane yorum bulunmakta