...Şiir Tadında Söyleşi...Yaşar Bayar

Su Gibi Şiir Grubu Şairleri
227

ŞİİR


8

TAKİPÇİ

...Şiir Tadında Söyleşi...Yaşar Bayar


“Ben yokum, Biz’i sizlerden öğrendim. Şimdi sizler de her bir ben ile biziz.”

Su Gibi_Sizi tanıyoruz ama yinede bizlere kısaca hayat hikâyenizi anlatır mısınız?
Yaşar Bayar_
1958 Yılında Erzurum’da doğdum. İlk, Orta ve Yüksek öğrenimini Erzurum’da tamamladım.Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği ve Okul Müdürlükleri yaptım. 1990 yılında Erzurum Gençlik ve Spor il Müdürlüğüne Şube Müdürü olarak atandım. Halen Erzurum Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak görev yapmaktayım. Erzurum’da “Elif”, “Nergis”, Karayazı’da “Kırağı”, Ordu-Kumru’da “Hilâl”, Fatsa’da “Çınar” Kültür- Edebiyat ve Eğitim Dergilerinin Editörlüğünü yaptım.”Türk Edebiyatı”, “Dolunay”, “Doğuş”, “Tarih Yolunda Erzurum”, “Mina”, “Cemre”, “Tarihi Erzurum”, ”Palandöken”, “Kardelen”, “Huma Kuşu”, “Adım”, “Mavera”, “Nesil”, “Türkçe’nin Sesi”, “Yeni Düşünce”, “Kafdağı”, “Parlamento”, “Beyaz Doğu”, ' Mavi Çınar 'isimli dergilerde makale, deneme, hikâye, şiir desen ve araştırmalarım, “Dergâh”, ve “Ervak” yayınlarından çıkan Şiir Antolojileri’nde Şiir ve Biyografilerim yayınlandı. Güneş Vakfı ve Yazarlar ve Gazeteciler Vakfı Üyesiyim.
Evli ve Bengisu Sümeyye, Mirac Furkan ve Alperen Enes isimli üç çocuk babasıyım.

ESERLERİM:

Mektebin Bacaları; 1985 (Tiyatro Oyunu)
Fatihler Vurdukça Bizanslar Düşecektir; 1990 (Tiyatro Oyunu)
Kuşlara İnanılmaz; 1995 (Televizyon Oyunu)
Çocuknâme; 1996 (Televizyon Oyunu)
Mehmet Akif Ersoy ve Çanakkale Şehitleri; 1983 (Koreografi)
Arza Ne Hacet Halimiz Ayandır; 1982 (Mânâ ve Zafer Mektupları)
Şehirleşmede İnsanî Ölçü ve Jakobenlik; 2004 (İslâm Geleneğinden Günümüze Şehirleşme, Beledî Yapımızın Tarihi Serüveni ve Çözüm Teklifleri)
Zemherîde Gül Muştusu; 2005 (Na’t / İnceleme)
Bir Ömrün Gizli Tarihi 2007 (Şiir)

Su Gibi_Şiir yolculuğunuz nasıl başladı?
Yaşar Bayar_
Hiç kuşkusuz güzellik kavramını sorgulayan ilk insan Hz. Adem’di. İlk insan Yer’deki varlığı ile beraber, çevresindeki eşyayı ve çeşitli hissedişlerini sorgulamaya başladı. Bir “seyyah” gibi, alemi temaşa ederek gördüklerine çeşitli anlamlar yüklemeye çalıştı. İnsan tabiatında olan bu düşünme ameliyesi, o zamandan şimdiye kadar nitelik değiştirmeden devam etti. Bugünün insanı da “Ben neyim? Çevremde gördüklerim nedir? Varlık aleminin bu kadar ince bir sanatının olmasını nasıl yorumlayabiliriz? ” sorularının cevabını arıyor. Sanat ve estetiği bu soruların oluşturduğu denklem bütünlüğü içerisinde düşünmemiz gerektiği kanaatini taşıyorum. Şimdi varlıktan başlayarak, güzele; oradan da Cemal-i Mutlak’a uzanan yol, benim izlemek istediğim şiir yolculuğumdur....

Su Gibi_Etkilendiğiniz şair ve yazarlar oldu mu? varsa kimlerdir?
Yaşar Bayar_
Türk şiirinde 'dünden bugüne' gelenekle ilişkisini sürdürmüş olanların bir soyağaçları var. Benim 'sahih şairler' diye adlandırdıklarımdır bunlar. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'in ve Sezai Karakoç birleşmesinden oluşan bir soyağacı! Bugüne geleneği sürdüren şairlerin bu soyağacının başlangıcındaki büyük anaları Haşim'se, büyük babaları Yahya Kemal'dir; ya da tersi…

Su Gibi_Şiir akımları, şiirde biçim, öz konusunda neler söylemek istersiniz?
Yaşar Bayar_
Şiir, mukaddes bir arayışın adıdır. Bir şairin şiiriyle yapması gereken en önemli ödev; fenomen temelinde verili olan şey’lerin dışına taşarak, metafizik olanı tırmalamak ve yakalamaktır. Gerçek şair, bu olgunun endişesiyle sürekli kıvranacaktır. Ancak böyle bir sıçramayla söz konusu olabilecek bu tür kavrayış biçimi, derin bir iç-görü sayesinde irreel ve irrasyonel bir ‘şair dünyası’ tasarımıyla, şiiriyet yüklü ifâdelerle dışlaşabilir ve şair için tek bir hakikat varsa, o da budur. Mananın da lafzın da kapalı olması ama şiirde bir müziğin ve kelimeler arasında güzel bir ahengin bulunmasını tercih ederim…

Su Gibi_Niçin şiir yazıyorsunuz?
Yaşar Bayar_
Niçin şiir söylediğimi kendime çok sordum. Yıllar sonra el yordamıyla yürüyebildiğim yolda, kendi mâcerâmı yakalamak istediğimi seziyorum: Kendimin peşindeyim. Şiir bir vâsıta; “ yolun Nereye “ diyenlere, “ Kendime “ diyemediğim için, “ Şiire “ diyorum.

Su Gibi_Türk Şiiri ve edebiyatının geleceğine ilişkin düşünceleriniz nelerdir?
Yaşar Bayar_
Aslında şöyle bir baktığımızda geleneğe bütünüyle ters düşen akımlar, yönelişler, denemeler sonunda mutlaka tükenip gitmiştir. Servet-i Fünun, Toplumcu şiir, Garip, İkinci Yeni... Bugün edebiyat tarihinde yerlerini almışlarsa da bir daha dönülmesi düşünülmeyecek denemelerdir. Buna karşılık, Tanzimat’tan bu yana, kendisine yönelen saldırılara rağmen, divan şiiri her zaman bir damar bularak mutlaka filizlenmiştir. Yani Yahya Kemal’in o ünlü mısrasındaki

”Bir meş’aledir devredilir elden ele “

sözü gerçekleşmiş, şiirin meş’alesi günümüze kadar elden ele geçmiş ve gelecekte de daima başka ellerde yanacak, sönmeyecektir

Su Gibi_Şiirin hayat felsefenize kattığı anlamlar nedir?
Yaşar Bayar_
Günlük yaşantının alışılmışlığını, ülfet perdesini yırttığımız oranda kâinatın esrarlı güzelliği bizi hayret ve hayranlık derinliklerine çeker. Bu derinliklerin cazibesine kapılabilmek için ne akademik bir kariyer gerekir, ne de çok fazla bilgi. Yeter ki bir çocuk bakışıyla, önyargısız bir yaklaşımla, gönül saflığıyla bakabilsin insan, her şeye, cemalî ve celalî güzelliklerin derûnundan kopardığı çiçeklerle süslesin hayatını.
Eşyada tecelli eden estetiğe kayıtsız kalan insan, hakiki güzellikten yoksundur. İnsanın yaptığı sanatı, eşyada tecelli eden sanattan daha yüksek gören kimse de müthiş bir yanılgı içindedir.
Gök gürültüsünde ki, buluttaki, kıştaki, soğuktaki, gurbetteki, ölümdeki, musibetlerdeki hikmet güzelliklerini de görebilmelidir insan. Evini, masasını, yazısını, öyküsünü, romanını, resmini, hattını, ebrusunu, şiirini, bestesini, giyimini, yürüyüşünü, iletişimini güzelleştirebilmelidir aynı zamanda. Her estetik, aslında aşkın olan’a çağrıdır. Sonsuzluğunun yankısı olarak nitelendirdiğimiz estetik, bizi aşkın güzelliği görmeye davet etmekte, bize ebedi imlemektedir. İmanın “bir hüsn-ü mücerred ve münezzeh” olduğunu düşündüğümüzde ise, tecessüsümüzü dıştan içe doğru uçurmuş, bilinç kuşumuzu yaratılmışlığın gizine yöneltmiş oluruz.
İnsanın latifeleri özgünlüğünü korudukça, hayat karşısında estetik tavır alacaktır. Hayat karşısında estetik tavır alabilen ve bu tavrını koruyabilen insan, kendi özgürlüğünü de koruyabilecektir. İnsanın kendisine ve başkasına zarar vermemesi bağlamında özgürlüğünü tadabilen kimse, duyarlıklıklarını güzel davranışlara, sözlere dönüştürebilir.
Estetiği bulmamıza imkan veren bir varoluş şarkısını duyuyor, insan dışındaki diğer canlıların böyle bir kaygı ve imkana sahip olamayışlarını bu noktadan değerlendiriyoruz. İşte bu yüzden şiir yazan kanguru, öykü yazan sincap, resim yapan zürafa yok.
Yaşadığımız dünyada ve içimizde sürekli çatışmalar yaşarken “estetik olan”ı nasıl bulabileceğiz? Bu çatışmalardan güzel sonuçlar güzel sonuçlar çıkarmak ve sonunda—hatta başında ve içinde—İbrahim Hakkı’nın dediği gibi “Mevla görelim neyler/Neylerse güzel eyler” demek mümkün olabilecek mi? Bu hususta bir gezinti yapmamız gerekecek.

Bu meyanda şiirin hayat felsefeme kattığı anlamları; aşk, hürriyet, yaşayış ve ölüm gibi varolmanın dinamitlendiği noktalardaki trajik espriyi, irrasyonele ve absürde bulanmış (MUTLAK) ı zaptetmek olarak dile getirebilirim.Gittikçe şiirde bunu yapmak istiyorum.

Su Gibi_Şiirde gerçeklik ve soyutluk hakkında düşünceleriniz nedir?
Yaşar Bayar_
Bu mesele üzerinde edebiyat tarihinin belki de en ciddi tartışmaları yapılmıştır. Tartışmaların temelinde ise genelde, okuyucuya verilecek bir fikrî mesajın olup olmaması yatar. Fakat bu noktada genelde gözden kaçırılan bir husus vardır. Okuyucuya fikrî bir mesaj veriyor diye, bir şiir iyi veya kötü değildir. Bir şiirin ‘iyi’liği, metnin ne kadar şiir sanatına yakın durduğuyla alâkalıdır. Fakat bir eserin estetik mânâda şiire has bütün özellikleri bünyesinde bulundurması, onun büyük bir eser olduğunu göstermeyebilir. Klâsik saydığımız eserlerin genelinde semantikle estetik atbaşıdır. Valery’nin: “Şiirin içinde fikir, elmanın içindeki gıda kadar saklı olmalıdır.” sözü belki de bu husustaki meselelerin çözümüne ışık tutacak mahiyettedir. Elma yerken ilk başta ondaki gıda değerini pek düşünmeyiz; fakat elmayı yediğimizde onun birçok güzelliğiyle birlikte gıda değerinden de istifade etmiş oluruz. Şiirde yalnız fikrî mesajı önemsemek, elmayı sadece gıda hususiyetiyle değerlendirmek gibi bir şeydir. Şiirde bir fikir propaganda hâlinde değil de, telkinle verilebilirse daha tesirli olur diye düşünüyorum. Zaten bir dünya görüşü şiirle öğretilemez. Hasılı iyi şiir ancak kuvvetli bir irfanî temel üzerine yükseltilebilir. İlham şaire yazmak isteği ve şevk verir. Yalnız sağlam şiirlerin yolunu açmaz.

Su Gibi_İnternetin şiirsel gelişime etkisi var mıdır?
Yaşar Bayar_
“Olgunluk devri denen bu çağlar (modern çağ- internet çağı) aslında şuurlarının derinliklerinde daima bir özel biçimde hüzün hissetti. Uzun yıllar sadece birer kavram olan arzular On dokuzuncu yüzyılda nihayet gerçekleşmiş gibi göründüğünden, artık kendilerini bir tek kelime ile, “modern kültür” kelimesiyle tanıttırmak istiyorlar. İsmin kendisi bile rahatsız edici. Kendisini “modern” diye adlandırıyor. Yani “son”, “kat'i” ve onun varlığı karşısında bütün değerleri tevazu ile bugünü hazırlayan, bugünün özlemini çeken sadece birer mazi; “Ah hedefini şaşırmış tesirsiz oklar! ” (Modern insan için, modern olmamak, tarihi seviyenin altına düşmek demek. Oysa belirli bir kültürün (modern) nihai-son olduğunu iddia etmek, gerçekte tam tersine görüş sahasını inanılmazcasına darlaştırmak ve katletmek ile eşanlamlıdır. İşte bu bağlamda akan şiir nehrimiz çok cılız akıyor. Konuşulan şairlerimiz çok az, hatta yok gibiler. Şiir hayatta görülmüyor. Eski saltanatını yitirmiş. Sebepleri çok bunun. Yaşanan kültürel kopukluk ve irfan mirasının gömülmesinin yanında modernitenin ve internet gibi emek harcamadan elde edilenlerin çabuk tüketilmesine zemin hazırlamaktadır. Şiir ve internet hiç de izdivaç etmeyen iki kavram gibi geliyor bana.

Su Gibi_Şiirde kelimelerin gücü hakkında düşünceleriniz?
Yaşar Bayar_
Kelimeler birer semboldür; asıl ise, kelimelerin işaret ettiği dünyadır. Şiirin vasfını, o dünyayla kurduğu bağlantının sahihliği belirler. Bu bağlantı noktasında kelimeler birer unsur olarak çıkar karşımıza. Kelimelerin şiirde kullanımı, onlara yüklediğimiz yeni mânâlar ve bu mânânın kuşatıcılığı da çoğu zaman yazılan şiirin akıbetini belirler. Günlük hayatta belirli bir mânâsı ve kullanımı olan kelimeleri, sanatkârın kendine has bir şekilde kullanması, ‘dil’i, ‘söz’ seviyesine yükseltir.

Su Gibi_Şiirde duygu yoğunluğunu bütününe yansıtmayı nasıl başarabiliriz?
Modernite denilen bir canavar peyda oldu insaniyetin başına. Ona vaatlerde bulundu. “Ebedi arayışını sonlandıracağım, arayıp da bulamadığın cevher olan huzur bende. Sana onun sırrını ben söyleyebilirim. Gel fısıldayayım” dedi. Ve Beni Âdem çılgınca koştu. Ab-ı hayattan söz ediliyordu ona. Kayıp şehirden. Hayatın efsanesinden. Sürekli sevgiliden. Gitti yanına, bir eski zaman talebesi gibi oturdu, gözlerindeki merak fırtınalarıyla onu dinledi. Az söyledi modernite ve öz. Şunu dedi kirli sineli yaratık: “Bütün bağları yırt ve at.” Derin bir oh çekti Beni Âdem. Sevdi şifanın yolunu. “Tamam” dedi, “doğru yol bu, zaten benim içimde de bu vardı. Doğrusun.” Ve çılgınlaşarak o mekândan çıktı.
Onun dediklerini bir kaptırılmış gibi yerine getirdi. Güç yetirebildiğini attı ve atıyor. En büyük süsün kayıtsızlık olduğunu ve bağsızlıkta sonsuz hürriyeti bulacağını sanıyor. Yanılıyor ve aldanıyor. Hatalı. Acılar kayıtsızlık yolunda az yürünmesinden değil. Aşırı yürünmesinden. Sonsuz hürriyet sonsuz esarete ve çirkinliğe çıkar. Kuralsızlık, renksizlik gibidir. Ziynet, kurallarla belirginleşir. Çünkü ziynet için kesafet gereklidir. O da ancak belirli kuralların sıkıştırmasıyla oluşabilir. Beni Âdem bunu kabul etmiyor. Hayat bağlarının çözülmesinin ruhuna ilmek attığını görmek istemiyor. Hayatımız şuan hiç olmadığı kadar hür ama hiç olmadığı kadar çirkinliklerle de meşbu. Bağların çözümünde güzellikler fırtınası esmez. Aksine asırların irfanının hapsettiği kötü ruhlar zincirlerinden kurtulurlar. İyilik hiçbir zaman mahpus olmamış belki güçsüzleşmiş. Ona yardım etmeli. Kayıt ve bağlarla. Zincirler erdemin kollarına takılamaz. Belki çirkinliğin bileklerine vurulur. Bundan tuzla buz edilmemeliler. Bilge bir kontrolün altında tutulmalılar. Bunlarla hemhal olan bana gelince duygu yoğunluğunu bu güne yansıtabilmek karşısında bir dağınıklık bir başıboşluk yaşıyorum… Yol göstermek ne mümkün?

Su Gibi_Şiir kitap satışları neden yazım edebiyatına göre daha düşüktür, sizin yorumunuz nedir?
Yaşar Bayar_
Modernite hayat gibi şiirde de kayıtları berhava etti. Hâlbuki mehabet varlığının çoğunu kaidelere medyun. Her devletin protokolü var çünkü saygı doğururlar. Şiir dünyası eskiden kendine has protokolleriyle bir mehabet sahibiydi. Girmek isteyenler ellerini kollarını sallayarak giremezlerdi. Ellerinde ilim ve kabiliyet ve irfan gibi bir davetiye olmalıydı. Öyle bir muradı olan hafif bir çekingenlik duyardı. Korkardı. Bir saray gibiydi o. Ulu bir hakanın diyarı gibi. Modernite hayatın mehabetini öldürdüğü gibi şiirin de mehabetini bizde yerle bir etti. Sınırlarını kaldırarak onu avama açtı ve avamlaştırdı. Eskiden seçkindi ama sınıfsal değildi. Aristokratlar doğuştan onda bir hakka malik değillerdi ama avamdan biri ona dâhil olmak istedi mi, cehdiyle kendini havaslaştırmalıydı. Serbestlikle şiir umuma açıldı. Yani niteliklerini kaybetti.
Alt yapısını yitiren, gümrah pınarlarından olan ve onu ayakta tutan vezin ve kafiye gibi ziynetlerinden olan şiir bugün yara bere içerisinde. İdeoloji baltası modernite canavarının eliyle şiirin canına okudu ve okuyor.
Gür çıkan ses haklı olduğunu sanıyor. Hiçbir itiraza tahammül etmek istemiyor. Her cümleye dudak büküyor. Deryadaki nazarlarını başka yöne çevirmiyor. Hüküm bugün onun. Kadimi devirmesi onda bir kibir de oluşturmuş.
Mülkün eski sahibi ise, işgal altındaki bir kaleyi andırıyor. Gedikler açılmış her tarafında. Veya avcılardan kaçan bir hayvan gibi... Kanlar akıyor vücudundan.
Hülasa şiirimiz hayatımız gibi; yaralı.
Ve şiirimiz artık bir saraylı değil. Deniliyor. Şiir kitaplarına gelince şiir satmaz; çünkü geçer akçe mata değildir o…

Su Gibi_Şiirlerde tematik çalışmaya önem veriyor musunuz? Yoksa konular kendiliğinden mi oluşuyor ve tematik baktığınızda çalışmalarınıza seçimlerinizdeki yoğunlaşma hangi konulara?
Yaşar Bayar_
Beden-ruh çelişkisinin Müslüman açısından trajik bir durum ürettiğini söyleyebilirim. Nefsimizle vicdanımız arasında yaşadığımız çatışma... Ben tematik bağlamda gerçek trajediyi üretmeyi yeğliyorum.. Trajediye hakiki anlamda kavuşmayı arzuluyorum. Sonsuz bir hayata namzet olarak yaratılan insanın dünyevi tercihlerindeki trajiği anlatmayı…. Hakikate sağırlaşan insanın dramını yansıtmayı…. Dünyevî olanla uhrevî olanı tercih zorunda bırakılan insanın seçim güçlüğü de kendiliğinden oluşuyor zaten...

Su Gibi_Zaman içinde değişime uğrayan dil yapımız için ne düşünüyorsunuz?
Yaşar Bayar_

Türkçe’nin gelişmesinde Anadolu’da yetişen şairlerin de önemli bir rolü var. Türkçe’nin yazı dilinin güçlenmesinde şairlerimizin büyük etkisi vardır. Mesela Yunus Emre, Aşık Paşa, Necati, Bâkî, Fuzûlî, Nedim, Şeyh Galip gibi şairler bu kültürün içinde eser verdiler ve Arapça ve Farsça’dan aldıkları kelimeleri kullanmak suretiyle Osmanlı Türkçe’si denilen bir dil oluşturdular. Özellikle Fatih’in İstanbul’u fethedince, 15. yüzyılın ikinci yarısından sonra imparatorluğun sınırlarının genişlemesiyle artık Türkçe de bir devlet dili, imparatorluk dili hâline geldi. Dilimizin en önemli ürünleri ortaya koyuldu. İşte bu saydığımız şairler Osmanlı Türkçe’si denilen bir yazı dilini kendi eserlerinde işleyerek oluşturmuşlardır. Tabii, o zaman imparatorluğun bünyesinde, imparatorluk döneminde toplumla halk arasındaki ilişkilerde fazla bir hareketlilik yoktu. Durağan bir hayat vardı. Dolayısıyla dil fazla bir mesele teşkil etmiyordu. Esasen imparatorluk hâline gelince İstanbul ve Türkçe bir cazibe merkezi oldu. Başka toplumlar Türklerle iletişim kurmak için Türkçe’yi öğrenmek zorunda kaldılar. İmparatorluğun sınırlarının gelişmesiyle birçok toplum imparatorluk içine girdi. Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Arabistan, Mısır, Libya imparatorluk sınırları içindeydi. Dolayısıyla bunlar merkezle, kendilerini yöneten idareyle iletişime geçmek için Türkçe’yi öğreniyorlardı. Böylece Türkçe herhangi bir zorlama olmadan kendiliğinden oralarda kullanıldı ve imparatorluk dili hâline geldi. Bu hâl, 19. yüzyıla gelinceye kadar devam etti. 19. yüzyıla geldiğimizde bu sefer Türkler Batı medeniyetini benimsemeye başladılar. Yani orada meydana gelen ekonomik, siyasal birçok gelişme Türklerin bu medeniyeti kabul etmesinde zorlayıcı bir etken oldu. Bu özellikle Tanzimatla başladı. Türkçe’nin bu dönemde değişime uğramasının en büyük sebebi medeniyet değişikliğidir. 10. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar medeniyet tarihi içinde konuşulan dil fazla değişiklik göstermez. Türkçe kendi içinde konuşma dili yazı dili katmanlarını oluşturdu ama bir medeniyet değişikliğinin getirdiği bir hareketlilik ancak 19. yüzyıldan sonra kendini hissettirdi. Dolayısıyla Tanzimat döneminden sonra Türkçe’de önemli gelişmeler oldu. Bir kere, Batı medeniyetinin Tanzimat edebiyatındaki en belirgin izleri kendini nesir alanında hissettirdi. Edebî türler olarak roman, tiyatro, hikâye gibi düz yazı örneklerinin hepsi Batı örnek alınarak yazılmaya başlandı. Tabii, bu eserleri halka anlatmak, yeni düşünceleri topluma getirmek için divan edebiyatı döneminde oluşmuş klasik dille bu yeni fikirleri, yeni türleri halka anlatmak biraz zordu.

Su Gibi_Şiirde gelmek istediğiniz yer nedir?
Yaşar Bayar_
Anladığımız mânâdaki şiirin muhterisi değilim. İnsan elinden çıkan şiirden ziyade, kozmostaki hakiki şiirdir beni alâkadar eden. İnsanın da, içine doğduğumuz hayatın da haddizatında bir şiir, dahası şiirin bir parçası olduğunu düşünüyorum. Kâinattaki işleyişe, âhenge, insanın yaratılıştan itibaren dâhil edildiği serüvene baktığımızda, insan elinden çıkan şiirin, bu muhteşem işleyiş ve şiir karşısında çok zayıf kaldığını görürüz. İnsanın şairliği bir taklit konumundadır. O, muhtaç olduğu sonsuzluğu arayan ve bu yolda ağıtlar yakan; türküler, şarkılar söyleyen bir yolcudur. İçine doğduğu, fakat ülfetin perdelediği şiir ummanına kavuşmak için kabiliyeti nispetinde derecikler, arklar açmaya çalışan biridir o. Şairin içinde ve dışında, bu şiir ummanına ezelden beri akıp duran hâl ve durum ırmakları vardır. Yüreği ihtizaza getiren bir hâdisenin basıncıyla şairin iç ırmağı, bu dış ırmaklardan biriyle, bağlantı kurma teşebbüsüne geçer. İnsan, âlem-i sağîr (küçük âlem) olarak tarif edilir. Şairlerin içlerindeki ırmaklarla, dışlarındaki ırmaklar arasında bağlantılar kurması, insanın neden âlem-i sağîr olduğunu çok iyi gösterir. Şairler kelimeleri vasıta yaparak dâhil oldukları o ırmaklarda yıkanırlar. Ama sürekli akıp gidemezler aynı his ve durum ırmağında. Hâdiselerin değişmesine paralel olarak devamlı yeni hâl ve durum ırmaklarına atlarlar. Bu durum sürer gider şairin hayatı boyunca. Valery’nin “Güzel olan hiçbir şey, hülâsa edilemez” sözünü şimdi daha iyi anlıyorum. Yaşantımız, estetikten, güzel eylemden nasibini aldıkça güzelleştirecek bizi; ondan yoksun kaldıkça çürüyen, küflenen bir varlık olarak kalacağız. Dirilerin gözünü rahatsız eden bir kabir deliğini kapatmak da bir güzel eylemdir, mavera ile ilişiğini kesmeyen bir öykü yazmak da; bir güzel söz söylemek de, bir şiir okumak ve yazmakta da.

Su Gibi_Sevdiğiniz bir şiiri bizimle paylaşır mısınız?

SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE

(EYSEVGİLİ)

Sezai KARAKOÇ

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim

Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli

Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atin son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kus tüyünden
Ve kus sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim

Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'in
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Yıllar geçti sapan ölümsüz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan essiz lamba
Hep Kanlıca' da Emirgân'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
simdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılısını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Günesin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı su anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktandı vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

Su Gibi Şiir Grubu Şairleri
Kayıt Tarihi : 18.12.2007 10:42:00
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Merâl Özcan
    Merâl Özcan

    Selam Yaşar Bey,
    Söyleşinizi memnuniyetle okudum, eğitime katkınız yadsınamayacak kadar fazla...hem eğitim-öğretim alanında hem de şiir/yazın alanında...
    yayınlanmış eserlerinize bakınca sadece şiir değil edebiyatın her dalına katkılarınız var...ki söyleşinizdeki bilgisel aktarımlarla inanıyorum ki adımlarınız çok fazla adımlara ulaşıp çoğalacak...

    bütünü görebilen şair/yazar dostumuza projemize verdiği saygınca destek için çok teşekkür ederim...

    'İnsan elinden çıkan şiirden ziyade, kozmostaki hakiki şiirdir beni alâkadar eden' Yaşar Bayar

    çalışmalarınızda başarılar..
    selamlarımla...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Su Gibi Şiir Grubu Şairleri