Su Gibi_Sizi tanıyoruz ama yinede bizlere kısaca yaşam hikâyenizi anlatır mısınız?
Türkan Dinçer_
Hani derler ya “anlatsam hayatım roman olur” diye. Evet, kişi yaşamını anlatmaya başladığında kocaman bir roman olur. Bende kendimi çok kısa cümlelerle anlatmaya çalışacağım.
Ben 1966 yılının Nisan ayında, (kaderi önceden çizilmiş) küçük bir köy evinin, gaz lambasının aydınlattığı karanlık bir odada, eşinin evinden çıkartılıp baba evine gönderilen gözü yaşlı bir annenin feryatları içinde dünya ya gelmişim.
Gelişime sevinen iki kişi var, biri annem, diğeri anneannem. Kız çocuğu olmam nedeniyle biraz buruklarmış ama yinede hiç düşünmeden beni bağırlarına basmışlar. Zamanla serpilip çok güzel bir bebek olmuşum.
Annemi “tarlaya geç geldin “ diye evden atan dedem, beni gördükten sonra tekrar, annemi ve beni alıp gitmiş ve esas çileli yaşamı başlamış annemin. Ben kendimi bilmeye başladığımda, koyunların peşinde koşuyordum ve henüz 4 yaşımdaydım. O yaşta bir çocuğu koyunlara çobanlık yapmaya gönderiyorlardı ve hiç acımaları bile yoktu. Köyümüz dağlıktı. Kurtlar aç kaldıklarında tarlalara inerler, buldukları koyunu alıp giderlerdi. Ve ben her koyun kaybolduğunda bir ton dayak yerdim dedemden. “Neden koyunlara iyi bakmadın da kurda kaptırdın. Sen aptal mısın be çocuk” derdi. Altı yaşımda okula başladım, okumak için değil, koyun çobanlığından kurtulmam için almıştı öğretmenimiz beni okula. Ama o bile kurtuluş olmamıştı benim için. Amcam, halam, dedem hemen gelir okuldan alırlar ve yine koyunların peşine gönderirlerdi beni. 6 yaşımda tanıdım babamı ve hiçbir zaman babam olarak görmedim. Her zaman asi bir kız oldum babamın yanında. Babam bana bir defa bile kızım kelimesini kullanmadı. Seslenirken “hey baksana” derdi. Onun ağzından kızım kelimesini duymak benim için dünyanın en güzel şeyi idi ama duymuyordum işte.
Babam, önce annem ile kardeşimi, bir yıl sonra da beni aldı şehre. İlkokul üçüncü sınıfa Sinop’ta başladım. Köyden kurtulmanın mutluluğunu yaşarken, esas fırtınalara yakalanacağımı düşünmeden.
Babam beni alıp okula götürdü kaydımı yaptırdı ve bir sınıfa bıraktı. Bir bayan öğretmen vardı. O öğretmenimi gördüğümde çok mutlu olmuştum. Ama mutluluğum o kadar kısa sürdü ki, evden kaçmayı bile düşündüğüm günler gelecekti ardından. Köyde okula çok az gittiğim için okuma yazmayı çok net öğrenememiştim. Heceleyerek okuyordum ve öğretmenim buna çok kızıyordu. Çalışkanlar ve tembeller kümesi oluşturmuştu. Bende tembeller sırasına düşmüştüm. Oysa çalışkanlar sırasında heceleyerek okuyan çok öğrenci vardı. Bizlerden tek farkı zengin ailenin çocukları olması idi. O yıl öğretmenimin aşağılayıcı, alaycı davranış ve tutumları beni çok fazla üzüyor ama kimseye derdimi anlatamıyordum. Zamanla vücudumda çok fazla değişiklikler olmaya başladı. Gün geçtikçe şişiyordum. Hiçbir şey yiyemememe rağmen neden bu kadar çok şiştiğimi kimse anlayamıyordu. İki ay içinde yürüyemez duruma gelmiştim. Doktorlar babama kaplıca öneriyorlar, “ çok yeni başlangıç, bunun önlemi alınması gerek” diyorlardı. Babam, “nedir bu rahatsızlık doktor “ diye sorduğunda. Doktor “ kızınız çok kötü bir dönem geçiriyor sanırım ama nedenlerini siz bulacaksınız” diyordu. Evet, nedenlerini babamın bulması gerekti ama o bana bir defa bile soru sormamış, bir kez bile okula gelip “ ne durumda kızım” diye bakmamıştı. Şimdide anlayabilecek durumda değildi. O yıl ikinci dönem okula gidemedim, çok fazla şişip, yürüyemediğim için. Sonra yaz ayında köye gönderdiler beni ve köyde eski halime döndüm. İyileşiyordum hem de hızla. Sınıfımı geçirmişti öğretmenim. Bana ve benim gibi 12 arkadaşa “geri zekâlılar, aptallar, salaklar, baş belaları” diye bağıran öğretmenimiz. (bunun nedeni okuyamadığımızdan değildi. Fakir oluşumuzdandı, bunu çok iyi biliyorduk hepimizde ama hiç kimseye bir şey söyleyemiyorduk.)
Yaz bitip, tekrar okula başladığımızda yeniden cehennem ateşinin içine girmiştik ama bu çok kısa sürdü. Kasım ayında babamın tayini siyasi nedenlerden dolayı SAMSUN/HAVZA’ya çıkmıştı. “İşte” diyordu babam. “Ben istesem vermezlerdi, kızımın tedavisini tam olarak yapabiliriz orada ” Havzaya taşındık. Ve ben orada tedaviye başladım. Yakalandığım hastalık eklem romatizmasıymış. İyileştim ve havzada “geri zekâlı “ bir çocuk olmadığımı anladım. Sevgili öğretmenim Necati hocam öğretti bana bunu. Çok sevilen ve çok başarılı bir çocukmuşum ama ben bunu orada anladım. (eğer sevgili öğretmenim yaşıyorsa onun o mübarek ellerinden öpüyorum. Bana hayatımı o geri verdi.) Sen çok akıllı bir kızsın, kurtuluşun kendi elinde ve buda okumaktan geçiyor, bunu sakın unutma kızım” demişti bana.
İlkokulu onun o güzel sınıfında başarılı bir öğrenci olarak bitirdim ve hep öğretmenimin “ERKEK FATMA’SI “ olarak kaldım. Bana bu ismi öğretmenim vermişti.
Sonra ortaokul ve yeniden kırık notlar karnede ve beni okuldan almak isteyen amcam çıkmıştı ortaya. Kırık notlarımın nedeni okumamamdan değildi ki, annem hastalanmış yatağa düşmüştü. İki kardeşime, babama ve amcama ben bakmak zorunda idim. Bazen okula gidemiyordum. Gittiğimde de hemen eve geliyor, yemek, temizlik, kardeşlerimin bakımı derken o küçücük bedenim bu kadar yorgunluğa dayanamıyor gece işim bittiğinde oturduğum yerde sızıveriyordum ve ders çalışmak için zaman bile bulamıyordum. Birinci yarı bunları yaşarken ikinci yarı annem iyileşti ayağa kalktı ve ben derslerime daha sıkı sarılıp sınıfımı geçtim. Ortaokul yılları, siyasetin en yoğun yaşandığı yıllardı, ağabeyler, ablalar her gün sınıfları basarlar, bizlere bir şeyler verirler, dağıtmamızı isterlerdi. Bizde alır dağıtırdık hiç okumadan. Sonra içindekileri okumaya başladım. Okudukça bende yeni, yeni düşünceler oluşmaya başladı. Broşürlerde hiçte kötü şeyler yazmıyordu. “hakkımızı isteriz, faşizme ölüm, denizler ölmez, İMF ye hayır” v.s gibi sloganlar vardı. Bunların ne demek olduklarını araştırmaya başladım ve araştırdıkça, babamın ve amcamın verdiği kitapları okudukça her şeyi anlıyordum.
Ortaokulu bitirdik bu çalkantılar içinde ve lise yıllarımız başlıyordu. Ticaret lisesine sınav ile giriliyordu. Babam, Ticaret lisesine değil, genel liseye gitmemi istiyordu, bende genel liseye değil, Ticaret Lisesine gitmek istiyordum. Ondan gizli sınava girdim, sınavı kazandım. Babama söylediğimde benim kaydımı yaptırmadı. Babam ile hep ters düşmüştük ve yine ayrı kutuplarda çatışıyorduk. Kaydımı yaptırmaya gelmedi. Annem ev sahibimizden yardım istedi. Ev sahibimiz benim velim oldu kaydımı yaptırdı. Hiçbir şeyim alınmamıştı ne kalem, ne kitap, ne formam ve ben elimi kolumu sallaya, sallaya okula gidiyordum ama yinede mutluydum, istediğim okulda okuyacaktım. Eksiklerimi nasıl olursa olsun tamamlardım bundan emindim. “Gerekirse çalışırım diyordum”. Bir hafta olmuştu okullar açılalı, 12 Eylül sabahı, demokrasinin kesintiye uğradığı haberleri ve TV de Kenan EVREN ihtilal olduğunu haykırıyordu.. O an babamın yüzünü unutamam. “olamaz, lanet olsun, yinemi” diyordu. Büyük bir çabukluk ile salona geçtiğini hatırlıyorum babamın. Anneme “ çabuk bodrumdan çuvalları getir “ diyordu. Annem elinde üç tane çuval ile geldi. Babamın tahtalardan yaptığı raflardan, kitapları büyük bir hızla çuvallara dolduruyor, bizlere de “ çabuk çocuklar, kitapları çuvala doldurun” diye bağırıyordu. Üç çuval kitap ama nereye bırakılacak, bodruma indik bütün odunları devirdik ve çuvalları odunların arkasına saklayıp önüne yeniden odunları dizdik tek, tek.. Babam haklı çıkmıştı, evimiz aranmış ama hiçbir şey bulamamışlardı. Sonra kitapları oradan çıkartıp köye götürdük ama köyde araştırma yapılacak diye duyum alan babaannem ve dedem korkudan kitapların hepsini ocağa atıp yakıyorlar. Anlayacağınız yine kitapları kurtaramamıştık..
Liseyi böyle bir dönemde bitirdik. Üniversiteye hazırlanırken başka bir darbe daha. Hiç yiyeceğim darbeler bitmeyecekti anlaşılan. Üniversiteye giriş formlarımı kendi harçlığımdan biriktirmiş olduğum para ile almış, doldurmuş ve yatırmak için babamdan para istediğimde hayatın gerçek tokadını yiyecektim. Babam “ bak kızım (ilk defa kızım diyordu) seni üniversiteye gönderirsem kardeşini okutamam, seçimi sen yapacaksın.) bu söz hayatım boyunca kulaklarımda çınlar durur. Kardeşim henüz ortaokul daydı ve çok başarılı bir çocuktu. Ben liseyi bitirmiştim ve sıra şimdi onundu. Onun hakkını gasp edemezdim.. Gözlerimden akan yaşları, babama göstermek istemiyordum ama akmasına da mani olamıyordum. Hiç düşünmeden “ tamam baba, ben okumayacağım, kardeşim okusun “ dedim ve ayrıldım yanından. (İyi ki de demişim, kardeşim okudu ve şu anda çok güzel bir yerde) Üniversite hayallerim bitmişti. Şimdi yapmam gereken iş bulup çalışmaktı. Bende öyle yaptım. 16 yaşımda bitirdim okulu, sonra bir cam dekor atölyesinde asgari ücret ile işe başladım. İki yıl çalıştım orada. Ardından şimdi çalıştığım iş yerinin sınavlarına katıldım. 683 kişi sınava girdik ve ben kazanan şanslıların içindeydim. 18 yaşımda memuriyet hayatına atıldım.
Eşim ile orada tanıştık ve bir yıllık bir arkadaşlıktan sonra evlendik. Bir yıl sonra hayatımı değiştirecek olan oğlum dünyaya geldi. Onunla birlikte bende büyüdüm. Daha doğrusu ben onu büyütürken, oda beni büyütüyordu. 31 yaşımda ikiz bebeklerimi kaybettim ve ondan iki yıl sonra kızımı dünyaya getirdim. Ekonomik yoksulluklar yine peşimizi bırakmadı, hayatımızın her kademesinde, acımasızca çıktı karşımıza ama biz hiç yılmadık, hep mücadele verdik ve şimdi buradayım. Hayatımdan memnunum. Mutlu bir yaşantım var. Gelmek istediğim yerdeyim aslında. Üniversiteye gidemedim ama kitap okumaktan ve yazmaktan asla vazgeçmedim.
Şu anda yalnız yazmıyorum. Demokratik kitle örgütlerinde mücadeleme devam ediyorum. 16 yıldır okul aile birliği yönetim kurulu başkanlığı, yine 1992 yılından bu yana Türk Spastik Çocuklar derneği yönetim kurulu genel sekreterliği, Sosyal hizmetler çocuk esirgeme kurumu koruma derneği üyeliği, SİNOP Nükleersiz Kent ve Yaşam Derneği yönetim kurulu üyeliklerim devam etmekte ve her türlü mücadelemi buralarda vermekteyim arkadaşlarım ile birlikte..
Kısa cümlelerle kendimi tanıtmaya çalıştım ama sanırım yine uzun bir tanıtma oldu.
Hayatı ve yaşamayı seviyorum ve hiç kimsenin yaşamdan vazgeçmemesini diliyorum.
Su Gibi_Şiir yolculuğunuz nasıl başladı?
Türkan Dinçer_
Bu soruya nasıl cevap verilir bilmiyorum inanın. Aslında şiire küçük yaşlarda başlıyoruz ama o yaşlarda bu yazdıklarımızın şiir olup olmadığını bilemiyoruz. Yalnızca o an içimizdeki duyguları bir takım anlamsız kelimelerle anlattığımızı düşünüp (o anlamsız kelimelerin zamanla imgeler olduğunu anlıyoruz) kimseyle paylaşamıyoruz. “ya bize gülerlerse, aman be sende, bu ne, insan kuş olup uçar mı, kızım, in oradan aşağı yoksa düşeceksin, şair mi olacaksın, bu ne demek, teninde ıslanmak, dudakta gül olmak, insan pınar olup akar mı v.s derlerse” diye düşünüp hiç kimseye yazdıklarımızı gösteremiyoruz. Alay edilmek, küçük düşmek ve gülecekler korkusunu yerleşiveriyoruz içimize.
Ben, lise birinci sınıfa giderken başladım yazmaya, bir çocuğa âşık oldum, öylesine âşıksınız ki, onunla yaşıyor, onunla nefes alıyorsunuz, deli divanesiniz onun için, ama onun haberi bile yok. Elinizdeki ders kitaplarının boş köşeleri, defterinizin sayfaları kalplerle ve kalplerin içine yazılmış kısa, kısa yazılarla dolmuş. O kalpleri ve içindeki yazıları ailem yada arkadaşlarım görürde bana kızarlar yada alay ederler korkusu yaşamaya başladığımda, o anlamsız gibi gelen bütün yazıları bir deftere yazmaya başladım. Birde baktım elimdeki defter bitmiş ama tabi hepsi gizli, defter köşe bucak saklanıyor. Gençlik aşkları nisan yağmurları gibi gelip geçiyor. Zamanla aşkın ateşi bitiyor ve Unutuyorsun, başka denizlere yelken açıyorsun, bu defa o denizden su içmeye başlıyorsun, birde bakıyorsun yine aynı dizeler, aynı duygular.
Edebiyat öğretmenim, sevgili hocam Fatma Hanım, benim edebiyata olan ilgimi anlamış olacak ki, bizlere öyküler, şiirler yazdırıyor ve onlardan notlar veriyordu. Bazen yazdıklarımızı geri vermiyordu. Nedenlerini de hiç sormazdık, bilirdik ki, her zaman iyi bir şeyler için saklardı o yazdıklarımızı. İlimizde açılan öykü ve şiir yarışmalarına, yazdıklarımızı bizden gizli gönderirmiş. Yazılan yazılardan ödüller almaya başladığımda çok güzel bir iş yaptığımı anlıyordum ve daha sıkı sarılıyordum şiir ve öyküler yazmaya.
Okul bittikten sonra hayata atılmam, benim şiirlerden ve yazılardan uzaklaşmama neden oldu. Lise birden beri yazdığım iki tane defterim vardı Yazdıklarımı artık birilerine göstermek istiyordum ama kimsede yoktu etrafımda. Evlilik, iş yaşamı, hayatın zorlu şartları tamamen yazıdan uzaklaşmama neden oldu. Ama şiir defterlerimi, çok değerli bir hazine gibi saklıyordum. Fakat bu hazinemi ev taşıma sırasında kaybettim. Nasıl kaybettim yoksa bilerek mi yok edildi onu hiç bilmiyorum. Onları kaybettiğime o kadar çok üzüldüm ki sanki geçmişimi kaybetmiş gibi hissediyordum, bu üzüntü ile bir daha yazmayacağım dedim.
Ama yazma isteği içimde o kadar büyük diki, yeniden kâğıt ve kalemi aldım elime, yani 30 yaşımdan sonra tekrar yazmaya başladım ve gördüğünüz gibi hala yazıyorum.
Bu arada teşekkür etmem gereken iki kişi var. Eşim ve sevgili kardeşim Mehmet Ali. (Kardeşim diyorum, kardeşim kadar yakın ve en az onlar kadar çok sevdiğim biri Mehmet Ali. Yazdıklarımı herkesle paylaşmam gerektiğini söyleyip, bana en büyük cesareti verdi.) Onlara çok şey borçluyum. Yeniden yazmamı sağladıkları için de teşekkür ediyorum.
Su Gibi_Etkilendiğiniz şair ve yazarlar oldu mu? Varsa kimlerdir?
Türkan Dinçer_
Örnek aldığım şairler var, onlar kadar güzel şiir yazabilmek ve kendimi ifade edebilmek ise tek amacım. (Çok zor olsa da)
Bu gün, en çok okunan ve girdiğimiz her toplulukta en küçük sözü bile örnek alınarak, yaşamımıza uygulamaya çalıştığımız, ünlü şairlerden Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Atilla İlhan, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Mevlana v.s gibi şairlere, genelde yaşamış olduklarını şiirleştirip, gelecek nesillere dersler vermek amacı ile kaleme alınan eserleri, ölümsüz eserler arasında yer almaktadır.
Su Gibi_Şiir akımları, şiirde biçim, öz konusunda neler söylemek istersiniz?
Türkan Dinçer_
Şiir’de biçim dendiğinde aklıma gelen şeklidir. Yani serbest tarzda mı yazılmış, yoksa kafiye uyak ve ayaklara uygun mu yazılmış diye anlıyorum. Şiir, gelenekçi ve yenilikçi akımlar olarak ortaya çıkmıştır. Şair yenilikçi akımları yakalamaya çabalasa da yakalayamamış, yine geleneklerin içine sıkışıp kalmıştır. Şair her zaman yaşama ve içinde bulunduğu sisteme muhaliftir yada kendini öyle görür, Hayatı sorgular, yaşamı sorgular, şikayetlerini korkusuzca dile getiri, beklentilerini anlatır, neler yapılması konusunda yol gösterir yada ben öyle anlıyorum. Çünkü bugün şair hiçbir şekilde muhaliflik yapmamakta tam aksine sisteme ayak uydurmuş ve onun dişli çarkları arasında yaşamını idame ettirme çabasına girmiştir. Şiirler özden kaymış ve verilmek istenen verilememiştir.
Su Gibi_Niçin şiir yazıyorsunuz?
Türkan Dinçer_
Niçin şiir yazıyorum. Bu soru sanki bana (Niçin Yaşıyorsunuz?) der gibi geldi. Ben şiir yazıyorum yada yazmaya çalışıyorum diyelim. Çünkü yazdığım şiirlerin gerçekten şiir olabilmesi için çok daha fazla çalışmam gerek. Şiir yazmamın nedenlerinin başında, kendi duygu ve düşüncelerimi, hayata bakış açımı, ülkemin içinde bulunduğu sorunları nasıl daha iyi dile getirebilirim ve nasıl birkaç kişi ile bu düşüncelerimi paylaşabilirim düşüncesi benim şiir yazmama neden olmuştur. Şiir yazmaya benim ekmek, su, hava kadar ihtiyacım var. Çünkü sevgilerimi, hayal kırıklıklarımı, isyanlarımı, isteklerimi, beklentilerimi şiir yazarak çok daha rahat dile getirebiliyorum.
Su Gibi_Türk Şiiri ve edebiyatının geleceğine ilişkin düşünceleriniz nelerdir?
Türkan Dinçer_
Türk edebiyatı her geçen gün layık olduğu yere emin adımlarla yürüyor. Bugün Nobel ödülü almış yazarlarımız var ve gelecekte bu yazarlarımız eminim çoğalacak. Ama şiir konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bu gün çok fazla şiir yazılmasına rağmen dünyaca tanınmış şairlerimiz çok azdır. 1980’lerden sonra toplumsal şiirler yazılamamış, şairler kendi iç dünyalarına çekilmiş “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” prensibini gütmüşlerdir. Evet, çok fazla şiir var ortalarda dolaşan. Farkında mısınız bilmiyorum ama şairlerden önce şiirler meşhur oluyor. Önce şiirler tanınıyor ardından yazan kişinin ismi öylesine söyleniyor. Şiirler ticari amaçlı yazıldığı için birkaç gün sonra da unutulup gidiyor.
Bizler kendimize gelmek ve toplumsal içerikli şiirler yazmak zorundayız. Eleştirilerimizi, sorgulamalarımızı, arzu ve amaçlarımızı korkmadan anlatabileceğimiz şiirler yazmalı ve gelenekçilikten uzaklaşmalıyız diye düşünüyorum.
Su Gibi_Şiirin yaşam felsefenize kattığı anlamlar nedir
Türkan Dinçer_
Şiirin benim için anlamı; duygu birikimi, kişinin iç dünyasının dışa vurumu, gözyaşlarını, acılarını, sevinçlerini, sevgilerini, aşklarını imgelere dayanarak, en akıcı ve anlaşılır şekilde anlatabilme sanatıdır..
Şiir, yüksek ses ile seslendiremediğimiz duyguların, kelime, kelime kâğıtlara dökülüp, oradan binlerce insanin yüreğine seslenebilme biçimidir.
Şiir, türküdür, nağmedir, sazın telindeki notalardır, sevgiliye yakarış, sevdaya uzanış, kara düşünceleri beyinden kovma ve hayata güzel gözlerle bakabilme şeklidir. Şiir sevdadır, aşktır, ah çekmektir, umuttur, ışıktır ve her şeyden önemlisi yaşama biçimidir..
Su Gibi_Şiirde gerçeklik ve soyutluk hakkında düşünceleriniz nedir?
Türkan Dinçer_
Şiirlerimi yazarken gerçekten yaşayarak yazıyorum. Yani hissettiklerimi, o an içinde bulunduğum durumu göz önüne alarak yazıyorum. Genelde yaşamımla örtüşüyor yazdıklarım. Hayal ürünü şiirlerim hemen, hemen hiç yok gibidir. Çevremde olup bitenleri çok iyi gözlemlerim. Özellikle kadınların ezilmişlikleri bana çok fazla örnek olmuştur. Çok uzaklara gitmeme gerek yok biliyor musunuz? Annem benim önümde en güzel örnek. Onun yaşadıklarını Türkiye de çoğu kadın yaşıyor. Töre cinayetleri, kadına verilen değer, erkeklerin namuslarını kadınların üstünde aramaya kalkışmaları, kadını yalnız ve yalnız cinselliği ile değerlendirmeleri beni bir kadın ve her şeyden önemlisi bir anne olarak çok fazla üzüyor. Şiirlerimin temelini onlar oluşturuyor aslında
Sevmek ve sevilmek çok güzel duygular, bu iki duygu yaşama sıkı sıkıya bağlanmasına neden oluyor insanın. O nedenle farkındaysanız şiirlerimin hemen, hemen hepsi sevgi, kardeşlik, barış ve mutluluk üstüne yazılmıştır. Genelde uyarmaya çalışırım. (Tıpkı gerçek yaşantımda olduğu gibi.) Dayak yiyeceğimi de bilsem, yanlış ise bir şey çekinmeden anında söyleyiveriyorum. Bu sivri dilim yüzünden de genelde çekinir insanlar benden ama doğru yaptığımı bildikleri içinde, beni her an yanlarında görmek isterler.
Şiir yaşanmadan (yani soyut kavramlarla) yazılmaz gibi geliyor bana. Kendimiz yaşamamış olsak ta, mutlaka yaşayan dost ve arkadaşlarımız vardır ve bizler onları görür ama elimizden bir şey gelmemenin verdiği acı ile kaleme ve kâğıda sarılıveririz. İç döküşlerimizi onlarla paylaşırız, İnsanın hayal gücü ne kadardır? Yani, bir ömür yetecek kadar hayal gücüne sahip olmak imkânsız diye düşünüyorum. Hayaller ile yazılan şiirlerin de çok fazla yer edinebileceğini sanmıyorum.
Su Gibi_İnternetin şiirsel gelişime etkisi var mıdır?
Türkan Dinçer_
Tabi ki internetin şiirsel gelişime etkisi var. Bu hiçbir şekilde inkâr edilemez. En azından bizler yani benim gibi henüz yolun başında olan acemice bir şeyler karalayan ve şiir yazmaya çalışan kişiler buralarda hiç ulaşamayacakları usta şairler ile karşılaşıp onların fikir ve düşüncelerinden yaralanıp, eleştiriler alıyor ve kişi o eleştiriler doğrultusunda kendini geliştirmeye çalışıyor. Bu da doğru bir hareket bence. Eksileri var mı derseniz evet eksileri de var. Ama bana göre artıları çok daha fazla. Amacı şiir yazmak ve şiir okumak ise kişinin istediği her türlü bilgiye ve donanıma sahip olabiliyor internette.
Su Gibi_Şiirde kelimelerin gücü hakkında düşünceleriniz?
Türkan Dinçer_
Yalnız şiir de mi kelimelerin gücü. Yaşamımızın her evresinde kelimeler kadar güçlü başka bir şey görmüyorum. Dünyanın en gelişmiş silahlarından bile güçlüdür kelimeler. Tek bir kelime dünya da savaşların çıkmasını sağlarken, başka bir kelime barışı ve kardeşliği anında getirebilir yeryüzüne.
Su Gibi_Şiirde duygu yoğunluğunu bütününe yansıtmayı nasıl başarabiliriz
Sizin yorumunuz nedir?
Türkan Dinçer_
Şiir zaten başlı başına duygular yumağı değil midir? Şair tek kelimeden sayfalar dolusu şiir yazabilir yada yazabilmelidir. Şiire ilk başladığınız andaki duygu bütünlüğünü koruyabilmek için duygularınızın belli bir noktada bitmesi yada azalması gerek. Şair bunu anladığı anda o şiir yazmayı durdurmalı ve finali bağlamalıdır. Eğer duygularda bir azalma olduğunu hissettiği halde yazmaya devam ederse şiir bütünlüğünü kaybeder ve vermek istediği duygu bütünlüğü yok olur diye düşünüyorum. En azından ben öyle yapıyorum.
Su Gibi_Şiirlerde tematik çalışmaya önem veriyor musunuz?
Yoksa konular kendiliğinden mi oluşuyor ve tematik baktığınızda çalışmalarınıza seçimlerinizdeki yoğunlaşma hangi konulara?
Türkan Dinçer_
Tematik çalışmalara önem vermiyorum diyen biraz abartır diye düşünüyorum. Ben genelde toplumsal ve sevda şiirleri yazıyorum. Sevda şiirleri yazarken tema kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yani o an aklıma geldiği gibi karalıyorum kâğıda ve bırakıyorum bir kenara. Bir zaman sonra o karaladığım şiiri şekil ve içerik olarak düzenleyip eksiklerini tamamlıyorum.
Toplumsal konularda temaya çok önem veriyorum. Çünkü toplumsal konuların Çok fazla düşünüp ona göre yazmak gerek diye düşünüyorum. Küçük bir hata yada yanlış bir kelime, anlatmak istediğinizi anlatamamanıza neden oluyor ve o anda sizde istediğiniz mesajı veremiyorsunuz. O nedenle ne yazmak istediğimi önce planlıyorum daha sonra onu dizelere döküyorum.
Su Gibi_Zaman içinde değişime uğrayan dil yapımız için ne düşünüyor sunuz?
Türkan Dinçer_
Bu gün en büyük sorunlarımızdan bir tanesi dil yapımızın bozulması.
1 Kasım 1928) : Öğrenilmesi son derece güç olan Arap abecesinin okuryazar sayısının artmasını engellediğini, ayrıca Türkçe sesleri dile getirmede güçsüz kaldığını anlayan Atatürk'ün, 1926'dan başlayarak yaptırdığı araştırmalar sonucunda, Türkçe’nin yapısına en uygun abece olduğuna karar verilen Latin abecesi alınıp, yeniden düzenlenerek, 1 Kasım 1928'de çıkarılan Türk Harfleri Hakkında Kanun'la yürürlüğe kondu ve Atatürk'ün kendisinin de katıldığı yaygınlaştırma çalışmaları sonucunda, kısa süre içinde benimsendi. Yeni harflerin kabul edilmesinden sonra ülkede okuma yazma oranı hızla artmaya başladı. Böylece bu büyük kültür inkılâbı, Atatürk'ün kararlılığı ve ileri görüşlülüğü sayesinde başarıldı.
(Alıntı)
1 Kasım 1928 de kabul edilen harf devrimini bugün sanki yıkmak isteyen iç güçler varmış gibime geliyor.. Henüz yaşı çok küçük olan kardeşlerimiz şiirlerinde Arapça, Farsça kelimeler kullanmaktalar ve buda şiirin anlaşılmasını engellemektedir.
Günlük yaşamda yozlaştırılan (dejenere edilen) TÜRÇE, yazım hayatında da yozlaştırılmaya devam ediliyor. Bunu engellemek ve TÜRKÇENİN hak ettiği yere gelmesini sağlamak bizlerin görevi diye düşünüyorum.
İmla kurallarının kullanılması konusunda inanın kendimde yeterli değilim ve yeniden dilbilgisi çalışmaya başladım. Şiirde de dilbilgisi kurallarının kullanılmasından yana olmama rağmen kullanmayı tercih etmiyorum. Nedeni ise Okuyucu durakları kendi belirleyip ona göre okumalı diye düşünüyorum. Hepimiz farklı yorumlayıp farklı okuyoruz çünkü.
Su Gibi_Şiirde gelmek istediğiniz yer nedir.
Türkan Dinçer_
Şiirde bir hedef belirlemek diyorum ben buna. Kendine bir hedef belirlediniz mi diye soracak olursanız, bir hedef belirliyorsunuz ama ve son nokta olduğunu düşünmüyorum. “Ben ustayım artık yazmayacağım” demek, kendi kendimize yaptığımız hakarettir diye düşünüyorum. Ustalaşmak ama kime göre ustalaşmak onu belirlemek gerek galiba.
Hepimizin bir hedefi vardır mutlaka ve o hedeflere ulaşmak için var gücü ile çalışır. Elbette benimde bir hedefim var. Örnek aldığım şairler var, onlar kadar güzel şiir yazabilmek ve kendimi ifade edebilmek tek amacım. Onların kalemlerinin gücüne ulaşabilmek ise son nokta demektir benim için. Ben, o güce ulaşamayacağıma göre, son nokta yok demektir galiba benim için.
Nedeni ise, İçinde bulunduğumuz 21.yy da, her sabah farklı bir dünya ya gözlerimizi açıyoruz adeta. O farklılıklar içinde, canımızı acıtan, kapanmış olan yarayı yeniden açan, yüreğimizi derinden yakan olaylar ile karşılaşıyor, o olaylara karşı nasıl duracağız diye düşünürken, yine kalem, kâğıt ve yürek ortaya çıkıveriyor. Son dediğiniz anda bir başka boyuta geçiyorsunuz ve sizin için hiçbir zaman son olmadığını anlıyorsunuz.
Yani ben, yaşadığım ve elim kalem tutuğu sürece, yaşananları ve yaşadıklarımı hep şiirlerle anlatmaya ve uyuyanları uyandırmak için feryat etmeye devam edeceğim.
Su Gibi_Sevdiğiniz bir şiiri bizimle paylaşır mısınız? ....
Türkan Dinçer_
Ben şiirlerimin hepsini çok seviyorum. Onlar benim çocuklarım gibi. Hiçbir anne çocuklarının arasında ayrım yapamadığı gibi bende şiirlerimin arasında ayrım yapamıyorum.
Ama yinede çok sevdiğim şiirlerimden bir tanesini sizlerle paylaşayım.
(Bu şiir benim için çok özel.)
—Seni Seviyorum Çünkü
—Seni seviyorum çünkü
Bedenimde gençliğim,
Ruhumda, yasama sevincim,
Ellerimde tuttuğum umudum,
Gözlerime aldığım ışıksın,
Ayaz gecelerde,
İçimi ısıtan ateş
Sabahlarımda doğan güneşsin,
—Seni seviyorum çünkü
En ulaşılmaz hayallerimin,
Tek gerçeği
Yorgun ayaklarımın bastığı, toprak
Susuz bedenimi ıslattığım yağmur
Katıksız sofralarımda,
Yediğim ekmeğimsin
—Seni seviyorum çünkü
Yolumu kaybettiğimde,
Yol gösteren, kutup yıldızım,
Yaşam denen maratonda,
Koşmamı sağlayan ayaklarım,
Kuş misali süzülen kanatlarım,
Kurumuş dudaklarıma verdiğim,
Bir yudum suyum,
Tarlamda büyüttüğüm başağım,
Harmanda öğüttüğüm samanim,
Hayata tutunduğum,
Tek dalımsın.
—Seni seviyorum çünkü
Beynimin sınırlarını zorlayan,
Sevda,
Yaşlanmamı engelleyen,
Gençlik aşım,
Geçmişte ve gelecekte,
Var olacak erk’im
Korkularımda gülümseyen,
Venüs’üm
Üşüdüğümde sarıp, sarmalandığım,
Yorganımsın.
—Seni seviyorum çünkü
Masmavi denizde yüzdürdüğüm,
Aşk gemim
Oltamın ucuna takılan,
Küçük bir balık,
Batan gemiden çıkarttığım,
En büyük hazinem
Dünyanın en değerli elması,
İnci tanem
Yüreğime ektiğim,
Sevda tohumları
Gözlerimin alabildiği
En büyük sonsuzluk
İçimde gün, gün büyüttüğüm,
Bitmeyen aşkım
Yaşam direğim, sevda çölümsün.
Gülen yüzüm,
Ağlayan gözlerim,
Seven yüreğim
Ve
Sen benim yaşamamın tek sebebisin
—seni seviyorum, çünkü
Son nefesime kadar seveceğim,
Tek kişisin.
Türkan DİNÇER
Bu güzel ve anlamlı söyleşi için çok teşekkür ediyorum. Biliyorum ki bu tür söyleşiler her zaman her şekilde bizlere bir temel hazırlayacaktır.
Çalışmalarınızda başarılar diliyor saygı ve sevgilerimle her şeyin gönlünüzde olmasını temenni ediyorum.
Su Gibi Şiir Grubu ŞairleriKayıt Tarihi : 3.12.2007 21:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Su Gibi Şiir Grubu Şairleri](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/12/03/siir-tadinda-soylesi-turkan-dincer.jpg)
çok içtenlikle yapmışsınız söyleşinizi...çocukluğunuzdan, öğrenciliğinizden, gençliğinizden ve yetişkin bahsederken ki samimiyetinizi aldım ve mutlu oldum sizi tanımaktan...gerçekçi ve net yanınız, hayata duruşunuzdaki açıklık zaten edebi kimliğinize de yansımış...
projemize destek verdiğiniz için teşekkür ederim...
sevgilarimle, saygıyla...
sayın dinçer i yakından tanıma olanağını bulmuş olduk.her iki saygı değer emektara tekrar teşekkürler ederim.
TÜM YORUMLAR (3)