Su Gibi_Sizi tanıyoruz ama yinede bizlere kısaca yaşam hikayenizi anlatır mısınız?
Ramazan Topoğlu_
Hayat hikayesi denilince “hayret” diyorum. Yaşanılmış zaman, yaşanılacak olandan daha hızlı biçimde geçmiş görünüyor. Bir çırpıda Gençliğin İhtiyarlık Dönemi sonuna yaklaşmışım. Aynaya bakıyorum. Gülümseyebiliyorum, ruhumu yüzümde gözümde görebiliyorum. Ege köylerinde su kenarlarında, ovalarda koşuştururken duyduğum mutluluğu anımsayabiliyorum, dağlarda eriyen kar suları bahçelere doldukça, sular dar yollara taştıkça, oradan atlar da su içerdi. Kuşların neşesini o yıllarda hissedildiği bilmek şimdi bile sevinç veriyor.
Babaların zamansız ölümleri aile dağıtıyor. Bol kardeşli ise en küçük yalnız kalıyor. Bir de lise dönemi 12 eylül öncesi olunca istediği gazeteciliği ve edebiyatı akademik okuyamıyor. Neden, komünist fasişt hikayeleri. Gidiyor diploma bulunsun diye İşletme okuyor. Oysa işleticilikte en başarılı insanlar okulsuzlar. Eski Akbaba dergisi yazarlarından edebiyat öğretmeni Erhan Tığlı, vatandaşın canı dışında ne bulursan oku ve sonra yaz demişti. Lise dengi okullar arası bir öykü birinciliğinden başka yarışmaya katılmak yarışmaktan korkmaktı belki de. Müteşebbis ruh olmayınca Ankara’da bakanlıklarda devlet memuru olmaktan başka seçenek yoktu, her alandaki sanata düşkünlük ise ayrı bir yaşama gücü. Eşinden ayrılıp, sevgilin ölse bile evladınla hayat yine güzel. Yeter ki ayakta kalması bil. Arasıra yıkılsan da, dost bildiklerin yıkılmışken üstüne toprak atsalar da ayağa kalkmasını bil. Ve yaşa.
Her gün her an, müthiş bir yeni heyecan.
Su Gibi_Şiir yolculuğunuz nasıl başladı?
Ramazan Topoğlu_
İlçe pazarında acıklı cinayet olaylarını anlatan destan denilen şiirleri daha ilkokula başlamadan hatırlarım. Kırmızı harflerle basarlardı. Tek yaprak. Köylüler alır ağlayarak okurlardı. Kırsal alanda kahramanlık ve dini şiirler sevilirdi. Bir de ilahiler. Bunların tümü ilgimi çekerdi. Dinleyip anlamaya çalışırdım. Daha sonra babama Yunus Emre’den şiirler okurdum yine ilçe pazarından aldığı kitaplardan. Okumaya söktüğümden itibaren. Köy evinin hayatında ovaya doğru oturur Türkçe kitaplarında renkli resimli şiirleri okurdum.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk bayramlarında ve ilkokuldaki kitaplarda.. O çocuk dilindeki şiirlerle ve Ahmet Kutsi Tecer’in Orda Bir Köy Var Uzakta şiiriyle. Üç isimli şairler hep bir şiir dizesi gibi gelmiştir bana. Bir de “Çocuktum ufacıktım, Top oynadım acıktım” diye başlayan Ziya Gökalp’in Ala Geyik adlı şiiriyle. Köy öğretmenimin dilinden duyduğum “Yaslı gittim şen geldim” şarkısında. Yine bayramlarda “Dağ başını duman almış” marşının sözlerinde. Köy kahvesinde soba başında kasketli yaşlı amcaların şiirsel bir dille anlattığı eski efe ve eşkıya hikayelerinde hep şiirsel bir dil olurdu.. Sonra Orhan Veli ile. Sonra Cahit Külebi ve Nazım Hikmet’in şiirleriyle. Güzel baktığın her yerdeki coşku şiir dizesi oluyor sonra.
Internetteki edebiyat siteleri büyük kolaylık sağlıyor. Antoloji.com ve benzeri sitelerde şiirsel yönü tozlanmış pek çok insanın tozu silkiniyor. En azından benim de şiirlerim bulunsun gibi doğru olmayan başlangıç yapıyorsunuz, geliştirmek bol okuma ve ruhunuzdaki algının üretkenliğine ve dilinize ve kaleminize bağlı oluyor artık. Bu arada bazı dergilerde de yayınlanıyor şiirleriniz.
Su Gibi_Etkilendiğiniz şair ve yazarlar oldu mu? varsa kimlerdir?
Ramazan Topoğlu_
Şiiri bir yere gelmiş bütün şairlerin şiirlerini okuyorum zaman yeterliyse. Bol şiir okuyan kişi, bütün akımların bütün şairlerin harmanlanmasından edinmeler elde ediyor. İdeolojik davranmayanlar Nazım’dan hep etkilenmişlerdir, ancak tür özgeliğinden dolayı pek cesaret edilemez. Attila İlhan’dan pek çok kişi etkilenmiştir, Özdemir Asaf’dan da. Etkilenme temelde bu şairlerden hareketle ilerleyen zamanda şiirde bir yere saklanıyor.Bunun bir sakıncası yoktur. Tüm şairlerin ortak özellikleriyle şiir yazılış biçimleri, algılar, imgeler de kendi adresiyle kucaklaşıyor ve bu böyle sürüp gidecek sanıyorsun. Her şairden etkilenilmeli ancak taklit edilmemeli görüşünü hepimiz taşıyoruz sanıyorum.
Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirleri duygulandırır. Yahya Kemal’i, Necip Fazıl’ı sevmiyorum diyen şiirden anlamaz derim. Ben bütün şairleri sevdim. Hatta şiirlerini okumadığım şairleri bile. Yaşar Kemal’in tüm romanları şiirsidir, sudur, destandır.. Köy edebiyatının Baykur’tlarının, Makal’larının öyküleri hep şiirimsidir. Ahmet Muhip Dranas’ın, Ahmet Arif’in bir şiiri nasıl sloganlaşıp filmleri konu oluyorsa Sezai Karakoç’un da olmaktadır olacaktır. Sebahattin Ali’nin Aldırma Gönülü herkesi etkilemeye devam etmektedir. İsmet Özel’in son iki yil dışındaki tüm şiirleri, kendince değişik içerikte derecelendirilse de büyük şairdir. İdeolojik yönleri kendilerine bırakılmalı. Asaf Halet Çelebi şiirleri yaşamadığımız yarının şairi olarak söylenmesini doğru olarak biliyorum. Sunay Akın’ın şiirlerini burun kıvırmak belki de kıskançlıktır. Antoloji’de çok değerli şairler bulunmaktadır adı duyulmayan. Adını duyurma konusunda hünerli olup şiirleri sıradan şairler de bulunmaktadır.
Cahit Külebi’den, Nazımdan. Hasan Hüseyin’den, çoğaltabiliriz, herkes etkilenmiştir. Yararlanmıştır.
Su Gibi_Şiir akımları, şiirde biçim, öz konusunda neler söylemek istersiniz?
Ramazan Topoğlu_
Serbest şiirin egemen olduğu, sonradan birinci yeni olarak da anılan, Garipçiler akımının Türk şiirinin sevilmesinde önemli rol oynadığını düşünüyorum. Alaycılık, esprituallik, küçükteki büyüklükler, dilin yalınlığı, yaşam, doğa, insan sevgisi, aşkın yeni keşfedilmişçesine güzelliği okuyanlara şiiri sevdirmiştir. Bu akım bütün şairlerin kolayca anlayıp yararlandığı bir hoş dünyanın şiirleri olarak yazılmıştır, yazılmaktadır.. Aşırı şairvarilik pozörlüğü, sıkıştırılmış mecazlı anlaşılmazlıklar şiirden kovulmuştur. Bu akımın üç temsilcisi belleklere daha iyi kazınmıştır, unutulamazlıkları da kolayca perçinleşmiştir. Garipçilere bir bakıma tepki olarak ortaya çıkan Hisarcıların (Hisar dergisi) öğrendiğimize ve şöyle basit bir irdeleme sonucunda verilen bir kararla önemli olduklarını ancak çok etkili oldukları söylenmiyor. Bu konuda fikir sahibi olacak kadar derin bilgi sahibi değilim.
Türk şiirinin en önemli fenomeni Nazım Hikmet’tir. (Eski yıllarda mecliste, bir milletvekilinin “Nazım bir vatan hainidir” deyince, Çetin Altan’ın “en büyük şairdi” demesi üzerine linç eden yobazlar dışında..) Nazım şiirleriyle birlikte Sosyal Realite/toplumsal gerçekçilik akımı başlamış var sayılıyor. Belirli ölçü ve biçim kuralcılığı önemsizleşmiş, şiirin duygusal ve düşünsel söylemi şair zekasının doruklarında akıllıca, duyguluca çok etkili hale gelmiştir. Garipçiler öncesindeki milli şiir akımları hızla evrimleşerek gelişmiştir. Kurtuluş savaşı sıralarında Milli Edebiyat akımı kaçınılmazdı. Ve gerekliydi.
Necip Fazıl, Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi usta şairlerin heceyi zenginleştirdikleri tespitine, Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seygi Orhon’un (bu isimleri aklımda sırasıyla tutmak mümkün değil, kitaptan bakıyorum) Yedi Meşaleciler adı altında yurt sevgisi güzellikleri temalı aruz ve hece şiirlerinin önemli katkılarını anlayabiliyorum.
Mehmet Akif Ersoy milli edebiyat akımından sayılmalı, Yahya Kemal’in ise bir başkalığı unutulmamalı. Yahya Kemal’in bestelenen şiirleri için, daha yazılırken adeta bestelenmiş diye konuştuğunu hatırlıyorum Zeki Müren’in.
Birinci yeni unvanına yakışan Garipçilerden sonra, diğer şiir akımlarının akıntılarından okuyucu değil de, şairler dünyasında kendilerince doyuruculuğa ulaşılınca, soyut yönü ağır basan, somutun bile soyut süzgeçle başkalaştırılmaya çalışıldığı, anlamı sıkıştırılmış, hatta kilitlenmiş İkinci Yeni Şiir akımının ortaya çıktığını öğreniyoruz. Çıktığında ben doğmadığım için böyle konuşuyorum.
İkinci yeni şiirlerinde belli kıvamdaki şiirlerin duygu ve düşüncede şiirsel beyin antrenmanı yaptırdığı kabul edilmelidir. Ancak şiir dünyadaki her şeyi anlatabilme sanatı ilkesi vurgulanırken büyük ölçüde de anlaşılmaz kılındığı da kabul edilmelidir. İkinci yeni şiiri şairlerin ve sanatçıların şiiri olmuştur, fildişi kuleden ışımıştır görüşleri de yaygınlık kazanmıştır. Tamamen yadırganması, anlaşılmaz kılınmasını da doğru değildir. Simgecilik, gerçeküstüstücülük dadaizm akımlarından etkilenmelerin yararı olmuştur. Ancak bu şiirler kültür düzeyi geliştirilememiş halkın şiiri değildir. Edip Cansever, Sezai Karakoç, Cemal Süreya, Metin Eloğlu, Ülkü Tamer duyduğuma göre biraz anlaşılır karşılanırken, Turgut Uyar, Ece Ayhan Ülkü Tamer gibi şairlerin daha simgesel ve zor olduklarını söyleyenlere de ne denli katılmak gerektiğini kestirecek kadar da bilgi sahibi değilim. İlhan Berk dışında da anlamsızlığı tam anlamıyla savunmadıkları da konuşuluyor. Ben bilmiyorum duyuyorum sadece. İkinci yeni şiiri Attila İlhan’a göre de soğuk savaşın şiiriymiş. Kemal Özer’e göre İkinci Yeni yakın akrabaları tarafından sahip çıkılmadığı için ölüsü belediye tarafından kaldırılıp, kimsesizler mezarlığına gömülen, ama mirasından hala herkesin yararlandığı bir tuhaf akraba olarak değerlendirilmiş. Baksanıza şimdi de bambaşka ideolojinin insanları Üçüncü Yeni kopyası çekiyorlar. Üçüncü yeni demekle anlaşılmaz bulunan ikinci yeniciler kadar bile anlaşılmayacaklarını, önemsenmeyeceklerini biliyorlar da bilmemezlikten geliyorlar. Kavramdan yararlanmaya çalışıyorlar.
İkinci Yeni şiiri herkes tarafından anlaşılmasa bile bazı kalıpları kırarak Türk Şiirine büyük katkılarda bulunduğunu kabul etmek istiyorum. Hatta ikinci yeniden öyle bayıldığım şairler ve şiirleri bulunmaktadır.
İkinci Yeni’den sonra, İkinci Yeni ününden periyot izleyerek; “Üçüncü Yeni: Ölçülü şiir, kurallı nesir” ilkesiyle kuralsız şiiri dışlayarak üçüncü akımı yaratma çabası içinde olanları benimsemiyorum. Siz bu kapsamda üçüncü yeni akımı kavramı yerine Yeni Milli Edebiyat Akımı türünden bir adlandırma yapsaydınız daha yerinde olur diye düşünüyorum. İkinci Yeni şairlerinin sınırsızlığıyla, üçüncü yeni adıyla kurallı şiirle sınırlı kalma, şiir zekası yönünden üçüncü yeni tanımını hak etmiyor.
Hele hele Nazım Hikmet’in Nurullah Ataç’ın Türk dili ve şiirini bozduğunu söyleyen kişiler tarafından Üçüncü Yeni Akımı isminin kullanılması tam anlamıyla gülünçtür. Bu kişiler edebiyatçı mıdır şair midir bilemem. Mutlaka öyledirler, ancak tutucudurlar. Şiirleri vatan millet diye diye vatana ve millete çok az değer kazandırır. Serbest şiirin iflas ettiğini söylüyorlar. Acı gülümseme. Hece ve serbest şiir bitmez. Öz, imge değişir gelişir bitmez. Birbiriyle yarışırlar bitmez. Aşırı vatan, millet din iman duygularının kolaycılığında beğeni sağlamak istismardır. Yaradan, din, kahramanlık, milliyetçilik ve öteki kutsal duygular üzerine de şiirler yazılmalıdır. Bu ülkemizde başarılı biçimde değil, duygular istismar edilerek yapılmıştır genellikle.
Günümüzün şiir akımı kendini yaratacaktır. İster modernist ister üçüncü yeni. Fakat belirli ideolojik kitlenin tutsağı olmayacaktır, olamaz. Bu durum karşısında dar bir şiir grubu Üçünçü yeniyi dillerine doladıklarına göre, günümüz şiirinin adı o olamayacaktır. Bunun içeriğinde dizginlenmiş küresel tat, yerel foklor, psikoloji, akıllı kahramanlık ve ulusalcılık, volümü ayarlı evrensellik, el sürülmemiş imgeler, düşler, bilinçle kutsanmış büyülü düşler, duygular, düşünceler olacaktır. Çağımız insanının keşfedilmemiş kutsal değerleri olacaktır.
Şiirde Öz ve Biçim’in bir bütün olduğunu düşünenlerdenim. Biçimin şiir özünün molekülüne göre kıyafetlendiği aklıma geliyor. Neredeyse kendiliğinden oluşmaktadır. Şiir denilince bazen, soğuk sıcak hava akımları, rüzgar, yağmur, bulut, esen rüzgar, rüzgarın geçtiği yerler, rüzgarla ağaç yapraklarının şakıması, rüzgarın uğultusu ve tüm bunların arasında uçuşan insanlar aklıma ve duyguma düşüyor.
Su Gibi_Niçin şiir yazıyorsunuz?
Ramazan Topoğlu_
Uzun lafın kısası asaletini duygu ve imge zorlaştırmasının imbiğinden süzerek yeniden sağladığım kolaylaştırmayla öteki insanlarla ruh kucaklaşması yaratmak için şiir yazıyorum. Gönül dehlizimdeki duygu ve düşünce ayrıcalıklarının şifa veren zehrini ruh ikizlerimle paylaşmak için şiir yazmaya çalışıyorum. Şair sayıldım mı bilemiyorum, bu umurumda da değil. Şair değil de istenilirse duyguyu bir başka söyleyici de denilse de zararı yok. Çok az insan şiir okuyor. Okuyucu için şiir yazdığımı söyleyemem. Çok az dergide şiirim ve öyküm yayınlandı. Yalnızca anlaşıldığım kişilerle paylaşmak için yazıyorum. Çok okuyan, şairi denetleyen, şairi üretkenliğe yiveleyen bir okuyucu kitlesi olsaydı bugünkü şairler bulundukları yerde iki katı daha değerli olurlardı. Şiirden anlamayan insanımızın çoğu hece şiirindeki kafiye uyma hayranlığıyla şiiri dinliyor ve okuyor..
Hiç kimse tarafından okunmasa bile şiirleştirmek istediğim duygum varsa yazarım. Öylece kalır. Ölünce kızım mezarımın başında bana okur en azından.
Su Gibi_Türk Şiiri ve edebiyatının geleceğine ilişkin düşünceleriniz nelerdir?
Ramazan Topoğlu_
Türk Edebiyatı öykü ve romanıyla daha çok dikkati çekti ve uluslararası alanda batı ve doğu edebiyatında bilinen yazarlar kadar ün sağladılar. En kolay örnek Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’tur. Spor ve ekonomi alanında elde edilemeyen başarı sanat yoluyla sağlanmıştır. Bir o kadar da sanatçılar Türkiye’de eziyet edilmiş hatta öldürülmüştür. Bizim şairlerimiz, burada adlarını sıralamayacağım, Bertold Brecht, Louis Aragon, Borges, Ömer Hayyam, Paplo Neruda, daha fazla örneğe gerek yok, en azından bunlar kadar değerlidirler. Ancak nüfusa oranla okuyucu sayısı başka ülkelere oranla giderek düşmektedir. Anketler, satılan kitaplar ve istatistikler bunu göstermektedir. Merak edenler istatistik sitelerindeki rakamlara bakabilirler.
Oysa kitap pahalı değildir. Bir paket sigara parasıdır. Hatta internette on binlerce şiir bulunmaktadır. Ancak insanımız kağıt oyununu tercih etmektedir. Ne diyebilirsin ki. Okuyucu kitlesi eski yıllara oranla azalmaktadır. Sanatçıları şevklendirme ateşleme açısından pasifleyici bir sorundur bu. Usta bir edebiyatçı ne der bilemem ama, bir okur izleyici olarak öyküde okunurluk cazibesinin azaldığını düşünmekteyim. Şiirsellikle öykü arası debelenen soyuta yakın duygusal görülen mekanik kurgularla yazılan öykülerin pek okunduğunu düşünmüyorum. Mizahta bir Aziz Nesin daha gelmemiştir artık. Öyküde bir Sait Faik de göremiyorum. Peki lazım mı. Değil herkes çağını yaşar ama bu yeni öykü yazarlarıyla bir öyküyü ancak yaklaşık yüz kişi zor okuyor. Özdemir Asaf bir bulunmaz efsane olacaktır. Romanda daha başarılı isimleri biliyoruz. Ancak romancılığı meslek edinmiş okunmayan gamzeli magazinsel kişiler de romancı sayılabiliyor. Şiir daha umut verici. Öykü bocalamada. Yenilik adı altında ikinci yeni şiir anlaşılmazlığı kokusu var gibi adeta değişik olsun diye yazılan öykülerde. Adeta okuma beni diye bağırıyor öyküler. Yoksa bana mı öyle geliyor? Hayır canım, tabi ki bütün öyküler öyle değil. Samimi biçimde ben soruyorum, bu kez siz yanıtlayan. Bir edebiyat dergisi aldığınızda içindeki öykülerden kaçını okuyorsunuz? Yanıt sizde kalsın. Şiirde romanda da var bu sorun. Ancak Türk Edebiyatı insanının kültürel ve sosyal düzeyine göre hep yerini koruyacaktır. Televizyon programlarını halkın arabesk yönü belirliyor ama şiir, öykü, roman alanında halkın okumazlığı düzeyi düşürmüyor, ama yazma şevkini azaltıyor.
Su Gibi_Şiirin yaşam felsefenize kattığı anlamlar nedir.
Ramazan Topoğlu_
Duygunun dizginlenmesi. Duygu ve düşüncenin sınırsız coşkusunda akıllı çılgınlık. Ruhun görülmeyen dokularının yenilenmesi. Hissedemediklerimi, kendi çabamızla göremediklerimi başkalarının da rehber yardımıyla görerek ve hatırlayarak zenginleşme. Duyguda, imgede olgunlaşma. Yeni bitki ve böcek türleri gibi yeni yaşam keşifleri. Bakma, görme, algılama, sezme yetilerinin akılla yoğunlaştırılarak bilgelikle süslenmesi. Abartısız yalınlıkla sevinç dolu bakışlar. Duygunun yivelenip düşünceye önce peşkeş çekmesi sonra kol kola yol alması.. Uyurken bile hayatı tatlandırması.
Su Gibi_Şiirde gerçeklik ve soyutluk hakkında düşünceleriniz nedir?
Ramazan Topoğlu_
Şiirde realizm/gerçekçilik ile gerçeklik arasında biraz fark var gibi geliyor bana. Gerçeklikte bilinen, kolay algılanan olguların doğal akışı bulunmaktadır. Soyutta düşsellik, belirsizlikte yakalanmaya çalışılan büyü vardır. Her ikisinin şiirsel gücü farklıdır. Soyut şiirler ikinci yeni akımına yakındır desek yanlış olmaz. Gerçeklik ve soyutluk bir şiir içinde yer aldığında şiirin sevindiğini sevildiğini iyi biliyorum. Üzerinde pek fazla durmaya gerek yok, şiirin ruh halini bunu kendiliğinden belirler. Soyut ve somut şiirde büyücüdür.
Su Gibi_İnternetin şiirsel gelişime etkisi var mıdır?
Ramazan Topoğlu_
Internetin şiirsel gelişime katkısının olmadığını söylemek komik bir teknik arıza olur. Kitap sayfalarında, dergilerde yayınlanan şiirlerin hazzı, manevi değeri tartışılmasa bile internetin sağladığı kolaylık binlerce kişi arasında şiirsel iletişim kurmaktadır, okunmaktadır, yorumlar yapılmaktadır, şiir grupları kurulmaktadır, toplantılar yoluyla şairler birbirleriyle tanışmaktadırlar. Katkısı çok büyük. Uzatmaya gerek yok. Kötü maksatla kullananlar varsa o onların seviyesizliğidir. Suç Internette değildir. Herkes şiir sitelerine istediği şiiri asıyorsa ne sakıncası olabilir ki. Okursun ya da okumazsın olur biter.
Su Gibi_Şiirde kelimelerin gücü hakkında düşünceleriniz?
Ramazan Topoğlu_
Şiir zaten bir bakıma kelimelerin büyülü ve etkili gücüdür. Kelimelerin yani Türkçesiyle sözcüklerin anlamlı birlikteliği öyküdür, romandır, şiirdir. Şiirde sözcükler öyküdeki cümlenin çok soylu seçkinleşmesidir. Ama yozlaşmadan. Sözcük dağarcığı şiir yazmayı kolaylaştırır. Vuslat, lal, umarsız gibi (siz de bir sürü örnek verirsiniz) sözcükler şiirde çok kullanılıyor. Bunlardan kaçınılmalı. Bazı bilinmeyen paratoner sözcüklerin şiirde kullanılmasının hiç bir sakıncası yok. Olayları simgeleştiren sözcüklerin de. Örneğin Atlantis sözcüğü o kayıp ülke konusunda bilgiler de verir. Yine örneğin “Şanidar” denildiğinde Çiçek gömütlü adam söylencesi şiirle öğrenilir.. Bilinmeyen sözcükler şiirle dağarcık aşılar. Genel olarak da halkın dili kullanılmalıdır. Kültürel ağırlığı olan simge sözcüklerin kullanılmasında sakınca bulmuyorum.
Su Gibi_Şiirde duygu yoğunluğunu bütününe yansıtmayı nasıl başarabiliriz?
Ramazan Topoğlu
Her şiirde duygu yoğunluğu olmayabilir. Duygu şiirin bütününe değil bazı bölümlerine serpişmiş kalabilir. Şiirin bir bölümünde duygu yoğunluğu, bir bölümünde düşüncenin duyguyla dalaşması, bir bölümünde aforizma, bir bölümünde felsefe de olabilir. Olması gerekir demiyorum.
Ancak şiirsel şiddetin her bölüme eşit yayılması anlamında soruluyorsa aynı ruh hali ve o andaki şair zekasıyla şiir yazılmalıdır. Günlere yayılan şiir mekanik kalabiliyor. Şiir sonradan düzeltilebilir, yada düzeltilirse ilk yazıldığındaki orijinallik zedelenebilir. Şairden şaire değişiyor bu. Karışılmaz. Yeter ki dizeler kilitlenmesin, dizeler zorlaştırılmasın, zorlaştırma ve anlaşılma derinlik sanılmasın. İmgelerinden alerji duyulmasın.. “Kirpiklerimde akan nehrinde görürüm seni” denildiğinde duygu yoğunluğu ne kadar olur bilemem. Etkileyici örnek sizin sevdiğinizdir.
Su Gibi_Şiir kitap satışları neden yazım edebiyatına göre daha düşüktür, sizin yorumunuz nedir?
Ramazan Topoğlu
Yalnızca şairlerin suçu değildir bu. Ülkenin genel ekonomik yapısı, kültürel yetersizlik, arabeske yöneliş şiir gıdasını sağlamakta, şiir okumayı azaltmaktadır. Televizyon ve radyolardaki şiir programlarında okunan şiirler de genellikle ağlatıcı olanlardır. Çünkü halkın ilgisini onlar çekiyor. Televizyonda okunan şiirde ağlayan insanımız kitaptan şiir okumaz. Şiir kültürü yoktur yada çok azdır halkta. Şiir kitaplarını alanlar şair ruhlu insanlar yada şairlerdir. İkinci yeni şiirlerini sıradan halk okumamıştır.
Halkımız (tabi ki hepsi değil) Karacaoğlan’dan, Yunus’tan, Mevlana’dan ve halk edebiyatı şiirlerinden bile okumaz, ANCAK OKUYAN OLURSA DİNLER, DİNLERKEN DE KONUŞUR..
Kültürün önem verilmediği, insanların aç olduğu memlekette halk şiir okumaz. Arabesk takılır. Arabesk müzik dinler. Şairler şiirden geçimini sağlayamaz, bir tane arabesk şarkısı ünlenmiş, sanatçı bile sayılamayacak kişi ise yat kat sahibi olur. Öylesi karışık bir kültürel ve sosyo-ekonomik bir sorun. Bir şair şiirden kazandığı parayla bir ev bile satın alamaz diyeceğim ki, yanlış olur, geçimini bile sağlayamaz. Roman yazarlarından belirli süre sonra bazıları kazanır. Kazanmaya başlayınca da herkes kıskanmaya başlar. Keşke dünyadaki bütün insanlar yazdığı kitaplardan zengin olabilseydi. İngiliz, Fransız şairler kazandıklarıyla bir ada bile satın alabiliyorlar, Bütün insanımız şiir, öykü, roman okuyabilseydi hapishanelerdeki insan sayısı dörtte bir azalırdı. Bazı güçler ve gizli kurumlar da bundan pek memnundur. Biliyorsunuz değil mi?
Su Gibi_Şiirlerde tematik çalışmaya önem veriyor musunuz?
Yoksa konular kendiliğinden mi oluşuyor ve tematik baktığınızda çalışmalarınıza seçimlerinizdeki yoğunlaşma hangi konulara?
Ramazan Topoğlu
Şiirde tema kendiliğinden oluşuyor ve şiirin başına yerleşiyor, daha sonra ise ruh haline göre tematik otomasyon başlıyor, gelişiyor. Kendiliğinden. Siparişlenen temada şiirsel doku zayıf kalıyor. Örneğin hasret konusunda şiirler gönderin denildiğinde önceden bu temada şiir yazılmış durumdaysa şiir gönderilebilir. Oturup yeni yazılmaya başlanılırsa büyük ustalık işi. Yapay oluyor çoğu zaman. Sipariş konu/tema üzerinde yazılan şiirler zorlamalı oluyor.
Ruhta/gönülde oluşuyor tema. Sırası gelince ortaya çıkıyor.
Su Gibi_Zaman içinde değişime uğrayan dil yapımız için ne düşünüyor sunuz?
Ramazan Topoğlu
Dil düşüncenin kalıbıdır, anlaşım aracıdır. Mustafa Kemal otuz ikide TDK’nu kurduğundan bu yana Türk Dili yabancı dillerin boyunduruğundan üçte iki halkın benimsediği türde gelişmiş ve değişmiştir. Kırk yıl önceki gazeteleri bakarsanız anlayamazsınız. Müselles yerine üçgen türetmiştir ve benimsenmiştir. Bu Mustafa Kemal’in Türkçeleştirdiği bir sözcüktür. Dahiliye Nazırı şimdi İçişleri bakanıdır. Hariciye Dışişleri. Tayyare uçak olmuştur. Muallim öğretmen. Mektep okul. Türkçeleri güzel ve anlaşılır değil mi? Şiirde antifriz sözcüğünü kullanacaksınız bu şekilde kullanırsınız, donma önler su dediğinizde şiirselliği azaltır. Başarı yerine muvaffakiyeti kullanamazsınız. Çocukluktaki tayyareden söz ediyorsanız o şekilde kullanırsınız. Uçak öyle güzel bir sözcük ki. İtiraz eden var mı? Yok. Nazır yerine bakan sözcüğü önerildiğinde geri kafalılar dalga geçmişler. Şimdi Bakan sözcüğü en güzel sözcüklerden birisi. Hatta bakanı herkesçe istenen.
Dil Kurumu işlevi 12 Eylül sonrası çökertildi. Şimdi batıdan gelen sözcükleri Türkçeleştiriyor. Doğu dillerinden gelmiş ve gelen sözcüklere pek dokunmuyor. Ancak dildeki özleşmenin sınırını halk benimser. Kompütür yerine bilgisayar denildiğinde yine geri kafalılar neyi sayacak diye dalga geçmişler. Oysa bilgisayar anlaşılır bir sözcük. Ancak Türkçe olmayan kitap yerine başka bir sözcük tutmamıştır. Tutmadıysa zorlamaya gerek yok. Örneğin milli yerine ulusal sözcüğünü benimsemiyorlar. Ancak Millete Sesleniş zarif olmadığından Ulusa Sesleniş tercih ediliyor.
Karaman Oğlu Mehmet Bey kadar çağdaş olamadılar dil konusunda. Vatan millet diye diye kendi özümüze de aykırı düştüler. Yabancı batıdan gelen sözcükleri kullanmak yoz kültürün zibidileri tarafından yeğ tutuluyor. Çok acı. Tükçe anlaşım aracı, düşüncenin kalıbı oysa. Türkçe manalaşım aracı değil. Arapça Farsça ve batı dillerinden gelen sözcüklerin karşılığı bulunmalıydı. Artık aşırı milli duygularla kültürel beyni durağanlaştırılan insanımız bunları benimsemekten aciz görünüyor. Keşke dünyada bulunan tüm insanların bir tek dili olsaydı.
Su Gibi_Şiirde gelmek istediğiniz yer nedir?
Ramazan Topoğlu
Hedeflediğim hiç bir yer bulunmamaktadır. Kendi duygularım ve düşüncelerimin doygunluğa erişmesi yeterlidir. Çok okunan şair olmak zordur. Ancak teknik açıdan gelişim içinde olmak da gerekmektedir. Teknik eksikliğimi, tembelliğimi ayıklamam yeterlidir. Aslında algıladıklarımı, yaşadıkları şiirleştirmek isterim. Kalbime neşter atılırken okuduklarımın çoğunu unuttuğumu hayretle hatırlıyorum.
Su Gibi_Sevdiğiniz bir şiiri bizimle paylaşır mısınız? ....
Ramazan Topoğlu
Biraz bencillik edip kendi şiirlerimden birini paylaşayım. Şiirde şair ayrımı yapmıyorum. Bütün şiirleri okuyorum fırsat buldukça. Kendi şiirsel dokumla bağdaşmayan şiirleri bile yadırgamadan, küçümsemeden okuyorum. Bir şey söylemek istiyorum. Şairlerin çoğu şiir okumuyor.
BOŞ SAYFALAR
Kitapların başında,
Yazısız bırakılan ikinci yaprak kadar boşum.
Kitapların sonunda,
“İçindekiler” yazan,
Sayfalar kadar doluyum.
Bir hayat gibi...
Kederli gün nöbetlerinde,
“İçindekileri” başta yazılan,
Sayfalar kadar doluyum.
Sondaki boş yaprağa gelince,
Göçmen kuşlar denli yolcuyum.
Hayat sonunda, yeni hayatlar gibi...
Ayaklarımda,
Teneşirden arta kalan
Sevilenden hatıra sabun.
Dağlara uçarım.
Bir kartal gibi...
Ayak basılmayan kayalıkta,
Yılanlar serum hortumlarına dönüşür.
Çukurlarda çocuklar oynar.
Hiç sevilmemiş insanlara sevgili olurum.
Tüm açlara lokma.
Tüm insanlar için yaşlanır onlar adına sadece ben ölürüm.
Kayalıkta yarısı tüketilmiş sabunla yıkanırım.
Suyumu dağ çiçeği döker.
Dönerim kitabın baştaki boş sayfasına yeniden.
Teneşirden arta kalan sabunu tüketerek.
Zümrüdüanka gibi...
Ramazan Topoğlu
Su Gibi Şiir Grubu ŞairleriKayıt Tarihi : 29.11.2007 21:39:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
şiirleriyle geç tanıştığım şair arkadaşlarımızdan...ve söyleşimizdeki samimi anlatımıyla keyifli bir okuma yapmış oldum...bireysellikte çoğula geçebilen düşünce yapısını, bilgi aktarımlarını yaparken ki beklentisiz paylaşımcılığından söyleşi amacına ulaşmıştır, nazarımda...
projemizi desteklediğiniz için teşekkür ederim...
saygıyla, selamlar...
TÜM YORUMLAR (1)