Su Gibi_Ali Rıza Bey sizi tanıyoruz ama yinede bizlere kısaca yaşam hikâyenizi anlatır mısınız?
1952 yılında Yozgat - Gümüşkavak, Köyünde doğmuşum. Yozgat Erkek Sanat Enstitüsü Torna – Tesviye Bölümü, Goethe-Institut ve Gazi Eğitim Almanca bölümünden mezun oldum. Köydeki koyun, kuzu ve at gütmelerin dışında, üç yılı Almanya’da olmak üzere, atölye ve fabrikalarda işçi olarak çalıştım. Daha sonra kamu kuruluşlarında, idari işler, eğitim, halkla ilişkiler konularında yöneticilik yaptım. Emeklilik süremi hak edince de, bir dizenin peşinde koşabilmeyi, müdürlük makamına tercih ettim. Ve koşuyorum dizelerin peşinde. Şiire, ortaokuldayken, halk şiiriyle başladım. Hece vezniyle yazdığım şiirlerimde Kaptanî mahlasını kullandım. Bazı şiirlerim ve Düş ve Sokak adlı kitabım ödüle değer görüldü.
Edebiyatçılar Derneği, (Edebiyatçılar Derneği yönetiminde, Genel Sayman olarak görev yaptım.) BESAM (Bilim Ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) , Dil Derneği, T.H.T.(Tüm Halk Ozanları Topluluğu Derneği) ve Sanat Kurumu üyesiyim. BESAM adına Meslek birliği Temsilcisi olarak temsilcisi olarak, 2003-2004 yıllarında, Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Korsan Yayınlar Komisyonunda görev yaptım.
Işıkla Öpüşürdü, Düş ve Sokak, Hayalin Gözümde Kızıl Gül Oldu, Kendi Pınarından Akardı Gülmelerin ve Yüksek Debili Aşklar olmak üzere beş şiir kitabım ve bir hazır dosyam var. Yazılarım ve hece vezniyle yazdıklarım bunların dışında.
Çeşitli edebiyat-kültür-sanat dergilerinde ve Ankara Yerel Haber Gazetesi’nin Kültür - Sanat - Edebiyat sayfasında yazmaktayım.
Su Gibi_Şiir yolculuğunuz nasıl başladı?
Okula gitmiyordum o yaşlarda, köy odalarının alt köşelerinde oturur büyüklerimizin okudukları kitapları dinlerdim. Halen yaşamakta olan Sefil Sadık ağabeyim okurdu çoğu zaman. Çok da güzel okurdu hani. Tahsilli insandı. Hem ilkokul üçüncü sınıfı bitirmiş, hem de “Hayat Mektebi”ni su gibi içmişti. Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı, Köroğlu’nu, Pir Sultan’ı ve daha nicelerini ondan dinlemiş, Ondan öğrenmiştim ilkokula başlamadan önce. Yani dinleyerek. Çocukken âşık oldum şiire. Ama dokunamıyordum dizelere. Platonik bir aşktı belki de. İlk şiir denemelerim ortaokul sıralarda oldu. Artık dokunabiliyordum dizelere. Platonik aşkım sevdaya dönüştü o yıllarda ve bir daha bırakmadık birbirimizi. Ortak bir hayatı yaşıyoruz birlikte.
Platonik aşkım da değişmişti. O artık ne zaman karşılaşsam dilimi kilitleyip, terimi harekete geçiren ürkek bir kızdı. Ve o yıllar, samanı bitmiş atların yılkıya salındığı yıllardı.
Su Gibi_Etkilendiğiniz şair ve yazarlar oldu mu? Varsa kimlerdir?
İnsan sevdiği her şeyden belirli bir oranda da olsa etkilenir bence. Bu şekilde düşündüğümüzde; Dede Korkut destanlarından, Hüseyin Çırakman ağabeyimin pazarlarda sattığı destanlara kadar bütün destanları sevdim.
Yunus Emre’nin insan sevgisiyle yoğrulan şiirlerinin hamurunu, Dadaloğlu’nun, Köroğlu’nun yiğitlik mayasını, Pir Sultan’ın isyanını, Aşık Veysel’in koyunu kurt ile gezdirme hayalini sevdim. Türk ve dünya klasiklerini sevdim. Yerli ve yabancı şairleri sevdim. Günümüzde yaşayan şair ve yazarlarımızın yazdıkları yetkin ürünleri sevdim. Edebiyatımızın tümünü sevdim. Büyük dedem Karacaoğlan, sevdiklerim çoktur benim.
Tüm bu sevdiklerime rağmen git gide azalıyor beğendiklerim, sevgim azalmasa da. Seçme konusunda, beğeni konusunda önceden olduğum kadar rahat değilim. Zor seçici oluyorum gün geçtikçe. Nâzım’ı yeniden okuyorum, Neruda’yı, Brecht’i, Aragon’u, Melih Cevdet’i yeniden…
Yararlandığım yerli ve yabancı şairler olmasına rağmen, ben hep kendi dilimde düşündüm kendi dilimde yazıyorum. Seviyorum kendi estetiğimizin bahçesinde gezinmeyi.
Su Gibi_Şiir akımları, şiirde biçim, öz konusunda neler söylemek istersiniz?
Cumhuriyet kültürü yönünü Batı'ya çevirmiştir. Bu nedenle Batı akımlarını bilmeden şiirimizin bu akımlardan nasıl etkilendiğini de belirleyemeyiz. Sadece kültürlenmeyle (eğitim ve öğrenmek) yetinmemeli, kültürleşmeliyiz. Yani başka toplumlarla, başka kültürlerle karşılıklı etkileşime girmek gerekir. Bu kültürleşmenin edebiyatın, şiirin dışındaki türlerinde gerçekleşmesi, edebiyatımıza hız ve güç katmıştır. Şiir söz konusu olduğunda, asırları aşan şiir birikimimizin, hiçbir toplumun şiirinden daha gerilerde olduğu söylenemez. Tüm bu birikime rağmen, Horatius’un, Ovidius’un lirik şiirlerini, Vergilius’un destanlarını okumak, eski Yunan ve Latin edebiyatlarının mitolojisini, doğa ve insanı sevgisini, acı, yiğitlik, kin gibi insani değerlerin, erdeme yönelmesiyle gelişen hümanizmayı bilmek gerek.
11.yüzyıldan itibaren, kişinin yaşam ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayan, edebiyatta ve sanatta öbür dünya düşüncesini egemen kılan Orta Çağdaki kilise baskılarına rağmen, halk ozanlarının aşk ve yiğitlik konularında söyledikleri Baladları ve destanları, Rönesans’ın da hazırlayıcılarından olan Dante’nin ünlü eseri İlahi Komedya’yı bilmek anlamak gerek.
Rönesans (Yeniden Doğuş) döneminde kilise baskısına karşı kendi ulusal dilleri ile eserler veren, Ronsard’ın şiirlerini, Montaigne’in denemelerini, Shakespeare’in eserlerini bilincin ışığında okumak gerek.
Fatih Can, bu söyleşi hayli uzayacak gibi, akımları sadece şairlerle ele alalım istersen.
Klasik Akım 17. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan bu akımın kurucusu Şair Nicolas Boileau, ve bir çok ünlü yazarla birlikte, Şair Baudelaire de bu akımın içindedir.
Akıl ve sağduyuya dayanır. Dil, anlatım ve şekilde en olguna varmayı hedefler. Konunun seçilişinden çok ele alınıp anlatılışı önemsenir. Bence bu akımın en güzel yanı, anadili kullanmaya verdiği önemdir. Günlük konuşma dilinin yerine üst dil kullanmayı önemser. Yer, zaman ve eylem birliği önemlidir. Kahramanlar hep soylu tabakadan seçilir.
Bu dönemde Batıyla sıkı bir ilişkisi olmayan edebiyatımızda, bu akımın etkisi de görülmez. Ama illa da biz de olalım diyorsak, Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den yaptığı çevirilerini, Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”adlı komedisini ve La Fontaine’den yaptığı çevirilerini, birkaç çekiç darbesiyle, bu akım içine sokabiliriz.
Romantizm (Coşumşuluk) 1830’lu yıllarda klasisizme tepki olarak doğmuştur. Bu dönemin önemli şairleri, Goethe, Alfred de Musset ve Lord Byron’dur. Bizim edebiyatımızda, etkisi büyük olmuştur. Recaizade Mahmut Ekrem’in şiirlerini bu akımda içinde görürüz.
Realizm (Gerçekçilik) Sanatın çeşitli türlerinde çok önemli eserler veren bu akımdır.
Natüralizm (Doğalcılık) Realizmim bir üst basamağı varsayılan bu akımdır.
Parnasizm (Parnesse Okulu) Şiirdeki gerçekçilik de diyebileceğimiz bu akım, romantizme tepki olarak doğmuştur ve bir anlamda realizmle natüralizmin sentezinden oluşmuştur. Şiir salt biçim olarak görülür. Biçimin güzelliğidir önemli olan. Ölçü ve uyağa çok önem verilir. Ritim önemsenir.
Parnasyenler şiirde duygusallığı reddedip, ayrıntılı ve nesnel betimlemelere yer vermişlerdir. Müziği önemseyen bu akımda, duygunun yerini düşünceler almıştır. Sanat, sanat içindir düşüncesi hâkimdir. Şiirden yarar beklenmez, güzelliktir önemli olan.
Gautier, Banville, François Coppee, Jose Maria,heredia ve bizim şairlerimizden Tevfik Fikret bu akım içinde eserler vermiştir.
Sembolizm (Simgecilik) 19.yüzyılın ikinci yarısında Parnasizme tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır. Şiir sessiz bir şarkıdır. Müzik amaçtır. Şiir bir şey anlatmak için yazılmaz, bu nedenle, düşüncelere değil duygulara seslenmelidir.
Şiirde farklı çağrışımlar yaratabilmek için anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince yorumlayabilmelidir.
Şiir kendini kolayca ele vermemelidir. Gizem önemlidir. Uyak kesin olarak reddelir. İdealizm ve sezgicilik savunulur. Her şeye buğulu bakış ve örtülülük önemsenir.
Sembolizmin belirgin özellikleri; lirizm ve çirkin olanı hayallerde güzelleştirme isteğinin bir sonucu olan karamsarlıktır.
Baudelaire, Verlaine, Rimbaud, Puşkin, Mallarme ve bizim edebiyatçılarımızdan; Cenap Şahabettin, Ahmet Haşim bu akım içinde yer almışlardır. Biraz zorlarsak, Cahit Sıtkı Tarancı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bazı şiirlerini bu akıma dahil edebiliriz.
Empresyonizm (İzlenimcilik) 1890-1910 yılları arasında Fransa’da gelişen bu akım, gerçeküstücülüğü hazırlamıştır. Dış dünya ile ilgili gözlemlerin, sanatçının iç dünyasında oluşturduğunun, değişik ruhsal durumuna göre yansıtılmasıdır.
Sürrealizm (Gerçeküstücülük) Çıkış kaynağı Freud’dur diyebileceğimiz bu akım, 20.yüzyılın başlarında Andre Breton’un öncülüğünde gelişmiştir. Bu akım herkesin içinden geldiği gibi yazmasını önemser. Akılcılığın, inancın ve geleneğin karşısındadır.
Paul Eluard, Andre Breton’un yanına Orhan Veli’yi de koyabiliriz.
Fütürizm (Gelecekçilik) 20. yy başlarında, Kübizm’e tepki olarak ortaya çıkmıştır. Şair Marinetti’nin öncülüğünde Umberto Boccioni, Carla Larra, Giacomo, Bala, Gino Severini, Luigi Rusolo gibi İtalyan şair, ressam ve heykeltıraşlar 1909 yılında Fütürist Manifestolarını açıklamışlardır. Dış dünyayı bir tarafa bırakarak tamamen iç dünyayı tuvale aktarır. Savaşların, hızlı makineleşmenin insanın iç dünyasını, duygularını nasıl etkilediği bu resimlerde rahatlıkla izlenebilir.
Dadacılık Şair Tristan Tzara’nın öncülüğünde, 1916 yılında kendini gösterir. Alman Şair Hugo Ball, Fransız Andre Breton, Louis Aragon, Paul Eluard da bu akım içinde yer almış ve daha sonra; Breton, Aragon ve Eluard bu akımdan ayrılmıştır.
Sürrealizm (Gerçeküstücülük)
Freud’un psikanaliz çözümlemelerinden beslenen Andre Breton, gerçek ile düşün bir araya gelmesiyle gerçeküstü hale dönüşebileceğini öne sürmektedir. II. Dünya savaşından sonra ortaya çıkmıştır. Sürrealistler, Freud kuramını sanatla birleştiren ve ilk uygulayanlar olmuşlardır. İnsanın bir anlamda anlık ruhsal çelişkileri, karşı çıkmaları ve buna benzer tepkileri sanata yansımış, sonuçta bu akım doğmuştur.
Gerçekçilik (realizm) , Şiirde öncülüğünü Eluard ve Aragon yapmıştır. Bir estetik ve edebi kavram olarak 19. yüzyıl ortalarında Fransa’da ortaya çıkmıştır. Hem klasizme hem de romantizme bir başkaldırıdır. Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından kurtarmak, çağdaş eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek sınıflar ve temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar arasından seçmekti. Realizmin amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelemektir.
Realizmin iki güçlü temsilcisi Gustave Flaubert’in Madame Bovary adlı romanı ile Emile Zola’nın Nana adlı romanında cinsellik ve şiddet edebi bir mikroskop altında incelenerek olanca çıplaklığıyla ortaya konulmuştur. Realizm felsefesinin altında güçlü bir felsefi belirlenimcilik yatar. Realizm, 20. yüzyıl romanının gelişimine önemli katkı sağlamıştır.
Toplumcu Gerçekçilik 1917 ve 1934 yılları esas alınarak iki döneme ayrılır. Burjuva eleştirel gerçekliğine ve burjuva sanat akımlarına karşı ortaya çıkar. Mayakovski, Ritsos, Brecht, To Huu, Neruda ve Nâzım Hikmet bu akım içinde yer almışlardır.
Batı Akımlarını bu şekilde özetlerken kendi edebiyatımızı da bilmeliyiz. Eskiyi bilmeden yeninin yerini ve farkını belirleme olanağımız da yoktur. Bu konuda âlim olmak zorunda değilsek de cahil de olmamalıyız. Bilgili ve donanımlı gerçek şair örneği arıyorsak,
Mevlana, Yunus Emre, Fuzulî, Nedim, Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve
Ahmet Haşim gibi şairlerimizi örnek alabiliriz.
Beş Hececiler, Toplumcu Gerçekçiler, Garip Hareketi, İkinci Yeni gibi akımlar incelenirken, Divan Şiirini gözden uzak tutmak bir eksikliği beraberinde taşıyacaktır.
12 Eylülden sonra, yeni bir akımdan söz etmek yerine, post modern kültürün, kültürümüzü nasıl baskı altına almaya çalıştığından söz etmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Sorunuzun şiirde biçim ve öz kısmına gelince, şiirin güzelliği öz-biçim uyumuna bağlıdır. Biçimi, içerikle birlikte düşünmektir doğru olan. Bununla birlikte içeriğin biçime teslim olmasına da pek razı olmuyor gönlüm. Biçimi içerik belirleyebilir düşüncesi öne çıkıyor. Sonuçta biçemdir (tarz) önemli olan, şiirin bütünlüğüdür.
Şiirde imge, çağrışım zenginliği şairin estetik anlayışı önemlidir. Şiir estetiği diye bir kavramı önemsemek gerekir.
Şiiri edebi ölçütler içinde düşünüyorum. İdeolojinin yok sayılamayacağının bilincindeyim ama sanatın amacı sanatın kendisidir. Şiirin estetiğine uymayan, şiir disiplinini zedeleyen başka disiplinlerin şiirin önüne geçirilmesi şiiri zedeler.
Su Gibi_Türk Şiiri ve edebiyatının geleceğine ilişkin düşünceleriniz nelerdir?
Türk Şiirinin her şeye rağmen ilerlediği görüşündeyim. Bir zamanlar olduğu gibi, günümüzde şiirimiz çevirilerden çoğaltılmıyor. Bir başka deyişle çeviri bilgisiyle şair olunamıyor artık. Birçok şair şiire gönlünü ve emeğini veriyor. Şiirimize Dünya şiirinin gerisinde kaldı diyemeyiz. Dünya şiiri içinde iyi bir yer edindiğini söyleyebilirim.
Su Gibi_Şiirin yaşam felsefenize kattığı anlamlar nedir
Şair olmanın bir ayrıcalık olduğunu düşünmeyecek kadar insanım. Şairin şiirinin önüne geçtiğini, şiirini ilerletebilmek için, itin deri sürüklediği gibi şiirini sürükleyip durduğunu düşünmek bile istemiyorum. Şairin münevver olmasıdır güzel olan. Bir takım zaaflarının esiri olması değil.
Su Gibi_Dergicilik ve gazetecilik yönünüzün şiir yaşamınıza getirileri nelerdir?
Şiirin geliştiği, meyveye durduğu yerdir edebiyat dergileri. Şair orada sınar şiirlerini. Kendi dışına çıkmıştır şiirleri. Nesnel bakışlar altındadır. Gün ışığındadır. Şair yayımlanan şiirinin sevincini, yayımlanmayıp dönen şiirinin hüznünü yaşar edebiyat dergilerinde. Edebiyatın olmazsa olmazıdır edebiyat dergileri.
Gazetelerin sanat-edebiyat sayfalarını, ürünlerin halkla buluşması, yetkin şiirlerin, daha fazla sayıda insana ulaşabilmesi, paylaşım ve gelişim açısından önemli buluyorum.
Su Gibi_İnternetin şiirsel gelişime etkisi var mıdır?
İnternet ortamında şiir veya şiir sanılanları yayımlamak için bir takım formaliteleri yerine getirip üye olmak yetiyor. Gerisi kolay yaz ve yayımla. Şiirini edebiyat dergisine gönderip beklemek zorunda değilsin. Geri dönme olasılığı hiç yok. Yani sen çal sen oyna, her şey yolunda. Yerini belirlemen de kolay, eş dost kazanıp şiirini tıklatmak, yorum yazdırmak vb. gerisi. Yaklaşık iki yüz adet edebiyat dergisinden haberin olmasa bile şairsin artık. Bu kadar kolay!
Ama tüm bunlara rağmen birçok insan iyiye güzele ulaşabilmek için emek veriyor. Az da olsa güzel şiirler var. Bu güzel şiirlerin olması ve git gide kendini geliştiren insanların olması çok önemli bence.
Su Gibi_Şiir kitap satışları neden yazım edebiyatına göre daha düşüktür, sizin yorumunuz nedir?
Şiir sanatların en zor olanıdır da ondan bence. Şiir kitaplarının satışını artırmak istiyorsak, kültürlenme ve kültürleşmeye önem vermeliyiz. Birikimli insanlar, sanat yapıtlarının önemini daha iyi anlar diye düşünüyorum.
Su Gibi_Şiirlerde tematik çalışmaya önem veriyor musunuz? Yoksa konular kendiliğinden mi oluşuyor ve tematik baktığınızda çalışmalarınıza seçimlerinizdeki yoğunlaşma hangi konulara?
Önceden bir tema belirlemem. Şiirlerimin değerlendirilmesi ise bana değil okuyucunun ve eleştirmenin yapması daha uygun olabilir diye düşünüyorum.
Su Gibi_Zaman içinde değişime uğrayan dil yapımız için ne düşünüyorsunuz?
Söyleşinin daha da uzamaması için, ayrıntılılara girmeden, konu başlıklarıyla yanıtlayım.
“Şiirsel iletişim, estetik işlevi olan dilsel iletişimdir.” Şiir diline; İletişim ve işlev, insan, içerik, sunuluş ve kalıcılık açılarından bakmak gerekir.
Dil yönünden ele alınınca, göstergelerin seçimi, göstergelerin bağdaştırılması, eksiltili anlatım, göndergesel anlam, yan anlam, duygu, çağrışımlar, kavram karşıtlığı, ad ve/veya deyim aktarması, sapmalar, uyak, ölçü, ritm, biçim, ses yinelemeleri, benzetmeler gibi öğeleri bilmek gerekir.
Bunların bilinmesiyle dil içinde bir yer edinebilecek ve bireysel dilini oluşturabilecektir şair.
Su Gibi_Şiirde gerçeklik ve soyutluk hakkında düşünceleriniz nedir?
Önce şiirin zor anlaşılırlığıyla, anlamsızlık arasındaki farkı fark edebilmek gerek. Anlamı kavrayabilmek için okuyucunun biraz zorlanması iyidir. Kolay elde edilen çabuk tüketilir. Ama okuyucu tüm çabalarının sonunda bir anlamsızlıkla karşılaşmamalı. Şiirde anlama giden yola dair işaretler bulabilmeli.
Derinliği bir türlü yakalayamayan şairin, suyu bulandır derin sanılsın düşüncesiyle şiirini bulandırması yükselen değer oluyor. Yine de yüzme bilen biri nasıl suyun sığlığını bilirse, şiirden anlayan da bu bulanıklığın bir derinlik olmadığını, derin suların da fazla bulanmadığını bilir.
Şiir düşündürebiliyorsa, düşündürürken duyguları da coşturup harekete geçirebiliyorsa, duygu ve duyarlılığı diri tutabiliyorsa soyutu somut bir güç haline dönüştürür.
Git gide anlamsızlık beldesinin merkezine yönelen şiirden ise bir devinim beklemek boşunadır
Şiir ancak insanla ve toplumla olan etkileşimiyle bir güç oluşturabilir. İnsana verebildiklerinin insanda yaratacağı karşılıklarla, toplumsal etkileşimiyle ve tarihsel süreçteki serüveni ile tarihi ve toplumsal bir değer kazanabilir.
İyi bir şiir; insanlığın geçmişinden günümüze edindiği birikimlerin, duygunun, sezginin ve düşlerin birlikteliğiyle, yarına ufuk çizebilendir.
Su Gibi_Şiirde denge unsurunu nasıl yakalarsınız?
Yakalanamıyorsa biraz da kaçsın!
Su Gibi_Şiirde kelimelerin gücü hakkında düşünceleriniz
Kelimelerin gücü kendi anlamları kadardır. Kelimelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan imgedir, kelimelerin kendi anlamlarının dışında da farklı anlamlar ve çağrışımlar oluşturabilen.
İmgeyle ulaşılmak istenilen ise, insanların duygu ve düşüncesinde farklı yansımalar oluşturabilmek, sözü edilmeyeni de çağrıştırabilmek, benzeyen ve benzetilen ilişkilendirmesiyle zihni beklenmedik algılara yönlendirebilmektir.
Su Gibi_Şiirde gelmek istediğiniz yer nedir?
Bu bir yolculuk benim için, belirlenen bir nokta değil. Şiirle olan serüvenimde şiirimin götürdüğü yere kadardır yolculuğum.
Su Gibi_Sevdiğiniz bir şiir ile sohbetimizi bitirsek...
Öpüşerek Geçelim Bu Akşam Uçurumdan
Gün dönüyor Nihan!
gün dönüyor
tepeye dikilmiş güneş
düşündürüyor
Bir zamanı paylaştık
soluk soluğa
ya şimdi
her şey
karlı bir cam ardında
Tut tutabilirsen
daha dün yaşadıklarını
çağır getirebilirsen
seni terk eden soluğunu
Gün dönüyor Nihan!
gün dönüyor
mekânı yüklenmiş zaman
bizi de götürüyor
Çiçek büyütmüyorum artık
kuş beslemiyorum
toprak kokusuna yollar
gün eğimine
bir iz daha bırakıyorum
bir iz daha dizlerimle
Gün dönüyor Nihan!
gün dönüyor
yakıp geçen günlerden
teselli bir şelâle
saçların süzülüyor
Gezgin bir siluet gibi
düzensiz yüzüyor bulutlar
tekler yönsüz yürüyor
Kimse
ne kimseyi kurtarabildi
ne geçmişi
kim bilir
belki de aşk değildi bu
cemresiz toprağın tükenişiydi
Alışkanlıklarımı kaldırıyorum
ağır ağır
anıların rafına
anılar... Nihan!
anılar...
hâlâ ellerinin sıcaklığında
Bir kör kurşundur bazen
alıp götüren
bir kör kurşun gibi söz
bir ömrü mezada veren
O doğru bakış
bir beklenti şimdi
bir beklenti
baharın ve düşlerin on ikisinden
Belki de budur aşk Nihan!
aşk budur zahir
vurulurken
sevgilinin saçlarını okşayan
Niobe'nin Kızları da
taş olmuş diyorlar
Ana Tanrıça da
duydun mu Nihan!
bir hüzün gibi duruyormuş
elleri
hasretmiş okşanmaya
Yapma öyle Nihan!
çekip durma canımdan
seni senden kurtarmayı
neden düşleyeyim ki
Sen
kendin çık Nihan!
sadece kendinle çık
dilek şartlarda yaşamaktan
gel şimdiki zamana
yoku yaşamasın an
öpüşerek geçelim bu akşam uçurumdan
Ali Rıza Kars
Su Gibi Şiir Grubu ŞairleriKayıt Tarihi : 18.6.2007 10:38:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Su Gibi Şiir Grubu Şairleri](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/06/18/siir-tadinda-soylesi-ali-riza-kars.jpg)
kısada olsa tarihçeyi hayatını okudum,geçirdiğin günleri,olayları bir sinema filmi gibi önümüze sermişsin.Şiire vermiş olduğunuz bunca emekten dolayı ve yılmadan,omuz vererek bu günlere gelebildiğiniz için,sizleri kutlar ve tebrik ederim.
Allah sıhhat ve afiyet versin .Atiye doğru bütün şiir dostlarınızla elbirliği,gönül birliğiyle nice hizmetler vereceğinizi canı gönülden umuyorum.Yolunuz açık kaleminiz,hakta ve doğruda vatan,bayrak,din,toplumun menfaati uğrunda çalışacağına inanıyorum,
saygılar sunarım
kardeşiniz
osman karahasanoğlu
TÜM YORUMLAR (2)