.
Tespih tanesi dizeler
Gönülden esen kavruk rüzgar,
Dağılan...
Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Devamını Oku
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Sevim...
Bursa’ nın dumanlı Kestel elinden
Karalı haberle yandığım gündü…
Yüreğin kor, gözün kanlı selinden
Yanıp çıra gibi, söndüğüm gündü…
Savuran yel miydi, kırılan dalı?
Duyan var mı, neydi son arzuhalı?
Yanağında mahzun, son gülün alı!
Kendi burgacımda döndüğüm gündü…
Gül yüzlü meleğim, canımdı Sevim.
Gönlümün sultanı, kalbimde devim...
Radyo Güllük için demişti “evim!”
Haziran ortası donduğum gündü...
Sanki şuracıktan çıkıp gelecek,
“Ben Sevim Erdoğan” deyip, gülecek.
Kaç gece kaç düşle uyku bölecek...
Böyle bir hayale kandığım gündü…
O hanım hanımcık güleç yüzüyle,
Onurlu duruşu, duru özüyle...
Sevgi dolu kara, kısık gözüyle
Bir soluk resmiyle andığım gündü...
***
Hani, yüreğini öptüğüm güzel!
Antalya Güllük’ de buluştuk, özel...
Barbaros Parkında çay içip, gazel
Söylediğin yere döndüğüm gündü…
Refika Doğan- 22 Haziran 2007-Antalya
Aramızdan ayrılışının bu beşinci senesinde, Allah’ ın rahmeti üzerinde olsun; sevdiğim can dostum, güzel insan, Sevim Erdoğan Tezel!
Sen, sevginin odağında yüreğini kanatarak yaşıyordun sevdaları. “Yenilgi” adlı şiirinde şöyle diyordun;
“Bir gönül savaşı sonrası
Kahverengi gözleri damıtırken yaşları
Affediyordu sevdiğini, kurumadan yanakları.
…
…
Bir sonraki savaşı başlatıncaya kadar
Umutla sürecekti
Gözyaşlarını silerek hazırlanışları.”
Senin anlayışında yenilgi, sevgilinin terki değildi; asıl, yüreğin kin ve öfke zehriyle kirlenmesiydi. Ki; sen buna asla izin vermedin. Bu yüzdendi kahverengi gözlerin damıtırken yaşları, kurumayan yanaklarının affedişi sevdiğini. Sen, bu yenilgiyi kabullenebiliyordun. Oysa yenilgiden öte bir zafer, bir olgunluk, bir öz saygı idi senin kendine, sevdiğine ve sevdaya karşı duyduğun. Sen, yüreğini kirleterek değil; sevda bayrağını göndere çekerek kazanıyordun yenilgi denilen o tevazuunu aslında.
“Senin de zehrin vardı
“Sarmaşığımsın” der, zerk ederdin benden beter
Elmanın ikinci yarısıydı payımı bıraktığın son gidişin/dönmediğin.
…
Nedendir kökümdeki acı helezanî dal/Sarmal
Sarıyorum/Gidiyor, sımsıkı sarılıyorum/Ölüyor
Sen bari dön ne olur/Kal
Son gidişin, son olsun dönemeyişin.
Zehirli sarmaşığın kökünde kederi
Başımın belası dediğim sen, bana sarıldığında değişecek
Dile düşen acı bilinen kaderi.”
Sen sevgini ve sevginin dile getirilişini tıpkı bu dizelerindeki sarmaşığa benzetirdin; sevgili, seni seviyorum dedikçe; yüreğine zerk edilen o tatlı zehir sarıyordu bütün benliğini, tutsak ediyordu.
Bir elmanın iki yarısından biri –bir daha dönmemecesine- gidince, o sarmaşık ruhunu, yüreğini kanatan zehirli bir iksir olup acıtıyordu. Bu kadar severken, apansız çekip gitmeleri “sevgisinden korkan yiğidin” - bilinmeyen – bir bildikliğine verecek kadar gani gönüllüydün.
Sevgilinin -geride kalan- yarım elmaya sinen kokusunu misk-i amberle eş tutarak, içine çeken… Yarım elmasına doyamamanın öfkesiyle o gidişe lanet ekerken, yine de kıyamayıp o laneti biçmediğindi sevgi anlayışındaki hoşgörü, bağışlayıcı yan. Ve umutların…
Her ne kadar gidişleri zalimlik olarak algılasan da; sevgilinin dönüşüne ilişkin taşıdığın umut hiç tükenmiyordu yüreğinde.
“ Aşk-ı Memnu oldu yürekte sızı
Kalmadı dermanı kahroldu bazı
Âşıklar çalıyor gam ile sazı
Sevim can karalar takıyor dön… Gel.”
Sen sevdiğin zaman; yüreğinle, ruhunla seversin, vaz geçersin kendinden; can olursun sevgilinin bedenine, can bulursun o bedende kendine. O sevgili ki; kapayıp giderken kapıları, can da gider onunla birlikte küllerini alev alev yakarak. Ve yine umut… Gözün kapıda, kulağın seste; sevgiliden bir haberdir umudun… Dayanılmaz yürek sancılarıyla “Dön… Gel” Nidalarına cevaben umutla beklenen bir haber yıllara akarak gölge düşürse de umuda; sen sevmeye devam ederdin, yüreğinde gizli sevda nakışlarıyla, büründüğün karalarınla.
Bazen;
“Gel demedim ki
Gelirdin oysa
Koşa koşa
Sımsıkı kapadım kavanozun kapağını
Gururum tozlu raflarda kaldı
Sevdamsa dimdik ayakta
Biliyorum, dualarım gitmeyecek boşa
Umut işte! Geleceğini düşlemek, ama…
Sallanan sandalyem bahçe kapısını gören tarafta
Duyduğumda gıcırtısını
Yavaşça açılışını…
Koşacağım sana
Kollarına
Tükenmeden beden
Bari bir haber yolla
Güvercinle
Ulakla.”
Diye seslendiğin yorgun haykırışlarına inancını, umudunu katık ettin hep.
Sevdalarında umudunu yitirmeyen, sevgilinin her an gelebileceğini düşünen duru ve çoğaltıcı bir sevgi anlayışı… Gidişler karşısında bir kavanoza benzettiğin yüreğinin kapağını sımsıkı kapatıp, rafa kaldırsan da gururunu; sevdanı sahiplenerek onurla ayakta tutabilen nadide bir benlikti seninki.
Öyle bir benlik ki; dönüşe ilişkin ettiğin her dua’nın yerine geleceğine, bir gün mutlaka gerçekleşeceğine inanacak... Küçükte olsa gönderilecek bir haberin ardına düşüp, sevgiliye sarılabilmeyi hayalleyecek kadar saf ve Yunus’ ca…
“Şimşek gibi çakıp
Sel gibi coşmuştun
Sen bana gitmek için mi gelmiştin
Ve gittin
Ben…
Bittim
Oysa kalman için neler yapmadım ki…
…
Neden?
…
Ahh be koca adam…
Bu kalp seni yanana kadar değil
Ölene kadar sevdi de
Sen bana gitmek için mi geldin
…
… “
Bir gün kaderin dipsiz kuyularında, o koşulsuz ve ölümüne çok sevdiğin, benliğini adadığın “şimşek gibi çakan, sel gibi coşan” Koca Adam” ından, yüreğini sarandan koparılacağını düşünememenin acısıyla bitip tükenen, onu yaşatmak için canından can veren zarif yüreğin her şeye dayanabilirken; zamansız ölümleri, sevdiğin o koca adamın yokluğunu kabullenemedi. Yıllar içinde ona, yani “Koca Adam” a, sevgili eşine duyduğun aşk küllenmek yerine, her geçen gün yüreğini dağlayan bir ateş parçasına dönüşüyordu. Artık yarımdır canın, can bildiğinin yokluğunda.
“Biz…
Dostça sarıldık birbirimize
Mertçe ayrıldık
Öyle olması gerekiyordu
Şartlar bunu gerektiriyordu
Senede bir de olsa, ayrıldığımız yerde karşılaştığımızda
Elbette sarılacağız yine
Belki eskisinden de sıkı
Sımsıkı
Ama dostça
Evet dostça
Bunu yapabileceğiz
Zor da olsa
…
…
Senede bir gün de olsa, aynı yerde
Gözlerimiz iki çift yerde
Aynı yerde. “
Diyordun Sevgili Sevim Erdoğan TEZEL… Senin anlayışında ayrılıklar nefretin değil; paylaşıma, saygıya dayalı dostluğun gönül bahçesinde bir zambak gibi dimdik ayakta duran sevgi çelengidir. Solmaksızın açar daima dostluğa. Eğer koşullar ayrılığı zorunlu kılmışsa, bunu olgun benliğinin mahzeninde damıtırsın, insani değerler ve dostluk adına.
Elbette bu o kadar kolay değildir. Nitekim sende bunun ayırtındasın. Ama inanmış Yunus yüreğin, sevgiyle hemen her zorluğun başarılacağına. Zira asıl sevmek budur; yeri geldiğinde sevdasını yüreğinin derinliklerine kilitleyerek, dost kimliğiyle sevdiğinin yanında olabilmek, beklentisiz.
“Dudaklarımda bir elmaşekeri tadı
Böler kahverengi düşlerimi
İnadına kırmızı
Satır arası
…
…
Düşlerimin rengini değiştirmek maksadı
Sevda soktu araya
İnatçı
Açıldı rengi düşlerimin
Kırmızıya çaldı koyusu
Her satır arası, önü, arkası
İnadına kırmızı
…
… “
Bütün renklere sevdalı yüreğin, ille de kırmızıda gömülü kaldı inatla! Her renkte kırmızı aradın, kırmızıyı gördün, kırmızı hayalledin! Çocuksu, saf duyguların elma şekerinde saklı kırmızısı…
Sen zoru seçtin; her genç gibi baharı yaşadın baharında, rengârenk çiçekleri seyrederken uzaktan, kimisini dokundun, kokladın sevdin yakından.
Olgunluk dönemini tıpkı “Günebakan Çiçeği” ne benzettin; güneşe âşık… Öyle bir inanç, öyle bir inat ve aşk ki; ne buzula, ne zincire boyun eğmedi güneşe dönük yüzü...
“Baş ağrılarıma sebep lodostu
Sense lodosçulardan biri
Toplayan kırıntıları
Koca bir çınardım
Son lodos kırmıştı dalımı
Savurmuştu denize acımasızca
…
…
Bir istiridye kabuğu içinde
Denizin dibinde
Sürüklene sürüklene
Şimdi…
Sahilde kumlar üzerindeyim
Dinlenirken lodosçu beklemekteyim
Hemen oracıkta
Bak!
Bastığın bir çakıl taşının altında
Kapalı bir istiridye kabuğu içinde
Sana cevherim. “
Demiştin, lodosa benzettiğin sevdanda lodosçu sevgiliye. O lodos ki; baş ağrılarına sebep olacak kadar güçlü ve önüne geleni silip süpüren…
İşte böyle bir lodosla savrulup gittin denizin derinlerine koca çınar! Med-cezirlerle boğuştun, yenilmedin kum tanesi gibi sürüklenirken… Ve bir istiridyede cevher olup bekledin, kavuşmayı umut ettiğin sevgiliye. Verdiğin mücadele; zafere koşan, ayakta kalmayı ve hâlâ inanabilmeyi başaran bir varoluş mücadelesiydi. Denizin derinliklerinden sahile, kumlar üzerine gelebilmeyi başaran ve hâlâ kendisini o zorlu aşamalara sürüklemiş lodosçusunu -yeniden, hep yeniden- bekleyendin yürek gücünle…
“Geldin yine
Her gece olduğu gibi/yeniden/yine
Ruh gibisin, güçlükle görebiliyorum seni
Bulutlar mı elbisen yine
Kucağında yıldızlar…
Devşirmişsin bana
Benim için yine …”
Dediğin “ Geldim Yine” şiirinde, sevgilinin geliş gidişleri Gel-Git’ e dönüşse de; razıydın yine de, bulutlardan giyindiğin elbisenle onu görebilmeye! Her zamanki yerinde sallanan sandalyende; yanaklarına değen -sevgilinin- parmak uçlarıyla, kelebek öpüşleriyle sevdana, aşkına serdiğin yüreğini;
“Gel, her gece gel yeniden” yakarılarıyla, ne kadar derinden ve özlemle sevdiğini gizlemeyerek...
Ve her şeye rağmen sevdiğine ; “beyaz zambak desenli kahverengi yorganını iyice ört üstüne / üşüme” diyen duyarlılığınla…
Bir çocuk hassasiyetiyle önemseyerek ve ayağa kalkıp sevgiliye gideceğin günü umut ederek, Sevgilinin bir daha ne zaman geleceğini bilemediğin gidişlerine hazırlardın yüreğini.
“Yitirilen” şiirinde Sevdayı; Uludağ’ ın doruklarından esen rüzgârlara benzetirdin; serince paylaşılırken, kavşakta kesişen iki şehir gibi “poyraz” a dönüşen…
Patika yolda bir yanın uçurumken diğeri dönüşü olmayan yokuş, yamaç, yasak bölgeydi! Bu zorlu dönüşte ödenen bedeldi yitiklik! Sen ise; sevgine inanmanın, umut etmenin erinci içinde, iliklerine kadar ıslanmayı göze almış, dönmeyecek olan…
Hayat öyle sürprizlerle dolu ki… Bazen seçme seçilme hakkımız ya da fırsatımız olamasa da;
Hiç umulmadık bir anda çıkagelen başka hayatlara, başka yüreklere döşek olan bir koca yürek alt üst eder yaşamını, sevdaya kenetleyerek. İşte, parmakta başkasına ait bir yüzük, yürekte konuk edilen sevgiliye ait bir resimle ikiye bölünmüşlüğün bir türlü gerçekleştirilemeyen seçimi! “İki Ağır Yük” te, böyle diyorsun ya Sevim can! O koca yüreğin tıpkı bir sandalcıya benzer! Yüreğine sandal, kendine de kürekçi sıfatını yakıştırırdın. Gücünü aşan, çekmekte zorlandığın kürek, hayatını parçalara bölerek eşitlemeğe çalışsa da; elde kalan yine iki kürek ve bir sandaldı! Yükünün ağırlığıyla yaralanan sandal; sisler içinde limansız, kimsesiz, dalgalarla boğuşurken su alarak batar, bir arpa boyu yol alamadan kurtuluşa…
Kolay mı; yükün ağırlığıyla göçen yanakların, çöken omuzların acımtırak hüznünü yaşamak? Kolay mı; alyansında başka isimle, yüreğinde başka resimle seçimsizliğin arbedesinde yaralı kalmak? Yakamozlar bile davetkâr çağrılarıyla kurtaramazken karanlığa gömülen sandalı; kolay mı?..
Hayatın zorluklarını, dayanılmazlıklarını görebilen, algılayabilen, zaman zaman da yaşayabilen…Ama mutluluğa da şüphesiz inanmış olgun yüreğinle, usunla; dayanılmaz denilen yürek sızılarına dayanıp katlanabilendin!. Gücünü aydınlık yarınlara inancından, taşıdığın umut denizinden alıyordun; yüreğine yaşanılan acıları, dayanılmazlıkları değil; yaşanmamış ve yaşanacak olan güzelliklere olan inancını ekerek…
Nitekim “Umut Zerreleri “ şiirinde de böyle diyordun Sevim…
Yürek sevmiş, ölümüne bağlanıp inanmışken; “Git Gidebilirsen!”...
Bir zamanlar baharı yaşamışken onunla ve her anımsadığında acıyan canın, kanayan yüreğinde yaşatıyorken sevgiliyi…
Ve hâlâ sevgilinin kuş kanatlarına yüklenmiş haberini bekliyorken; gitmek!..
O şehir tanıkken yaşanılanlara, aşk’ lara, sevdalara… Tanıkken baharın rengârenk cıvıltılarına, sevgili kokusunun sindiği sımsıcacık şiir tadını bırakarak gitmek! Ama nasıl…
Hayatın hayhuyu içinde hoyratça tüketilirken sevgiler, kırılıp dökülürken yerlerde sevdalar ve derinlikten uzak sevgililer; “Sevgililer Günü” gibi yaldızlı aldanışlarla günü geçirirken… Sevgiyi, aşkı, vefayı ve bir omuza dayanmanın ne demek olduğunu bilen, hisseden bir yüreğin böyle bir gündeki yalnızlığına, burukluğuna, öksüzlüğüne yazık! Bekleyenin bin kere ölüp dirildiği; beklenilenin savrukça ıraklığı yüreğe hançer değil de nedir?
O karagözlerin, o esmer yüzün, o güzel yüreğin sevgiyle Sevim’leştiği yıl, 1954 Mart’ ı…
Doğduğun güne sevinirken, takvim yapraklarının hazanında bir başına O’ nu bekleyerek geçirilen doğum gününün hüznü sözcüklerle ifade edilemiyor bitmeyen bu “Bekleyiş” lerle!
Sen, zaman zaman karamsarlıkların, aşırı hassasiyetlerin yaşandığı anlarda hep şiire sığınır; sözcüklerin derinliğinde kulaç açarak nefeslenmeye çalışırdın, sorgulardın kendini; ”Neler Oluyor Bana” diyerek…
Sıcacık yüreğin, aile ve dostlarına bağlılığınla daha da derinleştirirken sevgiyi; her “Torunum” deyişinde, sesine bambaşka tınılar yüklenirdi.
Senin, torununa olan sevgini ayırarak çok özel bir yere koyduğunu, muhafaza ettiğini biliyordum!. Aradaki -sözcüklere sığmayan- sevgi bağı ve iletişim, inanılmaz bir noktada cezbediyordu görüp tanıyanları.
Okuma aşkıyla dolu yüreğinde ülkene, insanlığa, değerlerine bağlı yetiştirdiğin çocukların gibi, torununu da hayırlı bir evlat olarak yetiştirme amaç ve çabanı biliyordum Sevim can!
Farklı kültürleri daima özünde harmanladın sevgiyle.
Dost, dostluk dendi mi akan sular dururdu senin yüreğinde. Şen şakrak ve paylaşan yüreğin unuturdu kendi derdini tasasını. Yüklenirdin dostların kederini; unutturma çabasıyla çırpınırdın dostların için mutlu tebessümlerle.
Umut taşırdın yarınlara. Dostluk bahçesine her defasında -açmaya hazır- güller dikerdin. Bir adıma on adımla karşılık vererek; verici, yapıcı, çoğaltıcı olurdu yüreğin dost yüreklerde. “Can Dostuma” nasıl koşmayayım ki! Der; koşardın beklentisiz, dostlarına…
Ne kadar güçlü bir yürek ve derinlikli bir us taşırsa taşısın bedenin; insan benliği gün gelir bezer, bunalır, yorgun düşüp daralır kahırdan, kederken. Yalnız gecelerin koynunda sığındığın yorganındır gözyaşlarını silen! Bazen şiirler yazarsın meçhule, bazen -yumruklanan duvarlardan hınç alırcasına- savrulan okkalı küfür ve ilenmelerle doğmayan güneşin doğuşunu beklersin geceden…
Mutluluğu aradığın ummanlarda soğuk düşlerle üşüyerek ve nihayet yaşanılanın kader olduğu teslimiyetiyle kabul edilen Mecnun geceler… Kendini yaşam dolu sanırken, ölümü düşünebilmek acıdır buhranların kıskacında, çokça severek…
Çok zor bunları şiire dökmek, çok…”Sorular… Sorular”… Yanıtı olmayan dilsiz, kanatsız, uçsuz bucaksız sorular…Bizim sorularımız!..
*
Seni çok özlüyorum Sevim can! Kimselere duyurmadığım haykırışlarımız saklı içimde; öyle saf, öyle yalnız ve suskun…
Ebediyete intikal edişinin bu beşinci senesinde dolu dolu tükenmez sevgilerimi, saygımı ve dinmeyen hasretimi gönderiyorum sana; soğuk mermer taşlarıyla değil, kıyamam! - Akdeniz’ in mavi sularında sevgi kırıntıları arayan- martılarla bazı, bazı penceremin pervazına tünemiş güvercinlerle, ama en çok turna kanatlarında…
Sen ki; yokluğunda çoğalarak kök salan dostluk ÇINAR’ ım;
Şad olasın, rahat uyuyasın mekânında diyerek; rahmetle, saygıyla, sevgi ve hasretle eğiliyorum aziz ruhun önünde…
ne kaldı ki şurada doğum gününü kutlamaya sevgili Sevim Erdoğan Tezel...
1 dk sonra doğum gününü kutluycaz radyogüllükte ama yüreklerimizdeki acı ve özlemi ancak sen orada hissedebilirsin bir de yüce Tanrı' m...
seni çok özledik ve çok seviyoruz ey!..
MERHABA GÖNÜL DOST DEĞİŞİK BİR TEMA GÖRDÜM ŞİİRİNDE YANİ FARKLI BİR ESEN RÜZGAR VAR BURADA NASIL DESEM Kİ BİLMİYORUM AMA ÇOK GÜZEL OLMUŞ TEBRİK EDERİM YANİ SÖZDE GÜZEL DEĞİL ÖZDE GÜZEL BUNU BİLESİN VERDİĞİN RENK ŞİİRİ UÇURP GÖTÜRMÜŞ BAŞKA DIYARLARA....SAYGILAR....
Tespih tanesi dizeler
Gönülden esen kavruk rüzgar,
Dağılan...
Heceler
Kalem ağır işçi
Bir satırarası
Bir hüzün tane,
Bir satırarası
Bir deli sevda
Son satırarası...
İşte;
Yangın yeri burası
Kalemle işlenen; al yazma oyası
Misali sevda, gönül yarası
Düşündüğü yeri kemiren
Her dağılan tanenin renkli boyası
Müddeti hayat, ucu her daim açık kalem
Dağılan tespih tanelerini
Dize dize toplama sanatı
Son tane
Vuslat...
Kayıp.
Genç Kalemlerde şiirin Onur Birincisi oldu.
Seni kutlayamam... Duacın olurum ancak...
Allah rahmet etsin.
Bir satırarası
Bir hüzün tane,
Bir satırarası
Bir deli sevda
Son satırarası...
İşte;
Yangın yeri burası
Son satır arası...
Evet öyle...
Duamla...
Ali Gündüz Beyefendi'ye...
Sizi şiddetle kınıyorum. Sayın Sevim Erdoğan Tezel hanımefendi ile bir tanışıklığım ya da irtibatım yoktu. Bir şekilde, bugün açtığım mesajlardan vefatını öğrendim; insan tanımasa bile vefattan etkileniyor. Buraya geldim ve aşağıda alıntıladığım mesajınızı gördüm:
'Haftanın şairi seçilen şairin şiirlerini okuyarak, yorum yaparak, listemize alarak ve puan vererek destek olalım.'
Ya bu nasıl bir destek olmak yöntemidir? Neye destek olacağız? Vefata, kaybettiğimiz bir kişinin şiirlerini listemize alarak, yorum yaparak mı destek olacağız? Destek kelimesinin anlamını bilmiyor musunuz siz?
Burada sıklıkla kullanılan ve benim de nedensiz sinir olduğum 'şair yürekler' sözünü hatırlatırım. Acınızı yaşayın arkadaşlar, bu yaptığınız nedir ya?
İnanamıyorum size...
Allahtan rahmet diliyorum...Yazacak söz bulamıyorum...Kim demiş kelimeler tükenmez...
Üstelik hiç de ölecek bir hali yoktu. Ömür sermayesı bu kadarmış..
Ölüm bu sefer bizim ailemizin şairlerin kapısını çalmış, soğuk yüzünü sıcak bir haziran yazında gösterdi bize. Canım acı dostlarım hemde çok...Çünkü geçenlerde kitabına hakkımda birşeyler yaz demişti va yazmıştım şu an baskıda kitap ve yetim kaldı adeta...Öksüz kitap bu olsa gerek...
o artık buraya gelmeyecek,
oraya gelmeyecek,
desem duymayacak,
duysam bilmeyecek,
aglasam görmeyecek,
beklesem olmayacak.
demek ölmek,
ad-ad, adım-adım gelen,
birden giden,
kalandan alan,
alanda kalan.
Özdemir Asaf
Ve kendi sayfasından...
Sevim Erdoğan Tezel
1954
HAYATI
Sevim Erdoğan Tezel
Bursa'nın Kestel ilçesinde doğdu.
İlk öğrenimini Kestel Cumhuriyet ilkokulunda,
Orta öğrenimini Bursa Elmasbahçeler ortaokulunda tamamladı.
Emekli modacı.
Bir ekonomist kız,
bir turizmci erkek
iki evlat
ve iki erkek, iki kız, dört torun sahibi.
Okuyup yazarak, paylaşarak huzur bulanlardan.
...............
Alışkın değildir kum fırtınasına aşina olan çöl yağmura
Seherin sunduğu hüzünlü çiy taneleri yetmeli umut yüzlü sabaha.
Tabut
Sopsoğuk ibretle hazırda bekler,
Güzeli kucaklar yer uykusunda.
Meleşir arkadan ikiz bebekler,
Yavrular nerede der uykusunda.
Gassal kazanında kaynatır suyu,
Ne bir yetim dinler ne de uykuyu,
Gelinlik kefeni örter örtüyü,
Yolculuk dehşetli ter uykusunda,
Bağır bağır bağır duyan yok ki git,
Herkes aynı tabut terazi eşit,
Fetva verir tabut ne olur işit,
Ömer’i ne zaman yer uykusunda.
26.08.06 Bursa
Ömer Ekinci Micingirt
ESERLERİ
Amatör şairlerden oluşan.
2005 in En Güzel Şiirleri Antolojisi
Adlı kitapta çalışmaları yayımlandı.
İçinden Aşk Geçen Kitap adlı karma şairlerden oluşan kitapta
çalışmaları yayımlandı
Şiir Perisi Grubunun 'Şairane' adlı karma şairlerden oluşturulan kitapta
çalışmaları yayımlandı
Cep Sanat adlı Aylık kültür-sanat ve edebiyat dergisinde çalışmaları yayımlanmakta
ISTRANCA RÜZGARI adlı aylık kültür dergisinde
çalışmaları yayımlanmakta.
Trabzon'da yayımlanmakta olan
günlük TAKA gazetesinde çalışmaları yayımlanmakta.
ve halen
www.siir.roots.gen.tr şiirleri yayımlanmakta
www.Antoloji.com şiirleri yayımlanmakta
www.radyogulluk.com şiire hayat veren şairle hayat bulan
net radyosunda
Pazartesi ve Cuma günleri 12 ila 15 arası şiir programı hazırlayıp sunmakta.
BİR GÖNÜL SAVAŞI SONRASI adlı kitabı
Haziran/2007
Gündüz yayınevinden çıkıyor
www.gunduzkitabevi.com.tr
Ağlamayın Arkamdan
kanatlarım ağır ağır düşerken
ümit korku can havliyle pür edep
ölüm korkusu ve kokusu yüzüm sapsarı
elinizi elime dokundurun yavaşça ve yasinle
baş yastıkta nasipse
usul usul sönerken azar azar sessizce
ağlamayın peşimden hem size ne oluyor
vefamı dediniz
hadi ordan
merteklerdir dostlarım
yapa yalnız kalırken
tipi boran olsada namazıma geliniz
mezara olmasa da
ağlamayın sakın ha toprağımı atarken
rahmetliyi severdim yok yok daha dün konuşmuştuk
duyunca çok şaşırdım
istemem ben istemem boş lakırdı
sessiz sessiz derinden bir fatiha sal yeter
lakin yapayalnızım sitemim zorumdandır
günahlar günahlar günahlar
tövbem var gözyaşımla tek hasadım bu işte
gözyaşıma sığındım tövbeyi siper ettim
yaşım var abi yaşım yedi düvele bedel
hem size ne oluyor ağlamayın peşimden
dönün bakın çevreme komşularım ölüler
sizin komşular kimdir vah yaşayan ölüler
yetiş hoca efendi tez yetiş
helallık al ne olur
helal olsun helal olsun helal olsun
istemem çiçekleri susturun alkışları
ben fatiha isterim titreyerek damardan
hem masrafta bedava
kalakaldım baş başa merteklerin altında
aman Allahım aman
siz helvamı yiyorken
ben amelle yüz yüze
ve bir yiğit yetişti semerkand illerinden
kocaman elleriyle sihirli gözleriyle
sardı beni bir neşe esrarlı bakışıyla
derken dilim açıldı kefenim büyülendi
ümidim şaha kalktı suspus oldu endişe
kurtuldum gariplikten her taraf gül bahçesi
susun artık terk edin mezarımı sessizce
ben fatiha isterim okuyun bir solukta
ayrılırken ne olur ağlamayın peşimden
07 09 2006 Bursa
Ömer Ekinci Micingirt
Vasiyet
Mevsimi gelince emri ilahi,
Ne olur dostlarım duaya sarın.
Okunsun yasinler, çalsın ilahi,
Güllerle bezeyin Hızır’a verin.
Bilmem ki vasiyet nedendir erken,
Gençliğe güvenip var hele derken,
Düşündüm ukbayı birden giderken,
Ansızın ölürsem nazara verin.
Ağlaşma istemem sevmem avazı,
Toplansın kurbanlar etsin niyazı,
İstemem mezarda dünyalık sözü,
Her türlü kelamı hazara verin.
Canlarım bakışıp beni ararken,
Ecelin kokusu ruhum sararken,
Azrail ruhumu candan alırken,
Nağme-i ezkârla gül-zara verin.
Uzatın kıbleye sarın upuzun,
Atın kucağına atın sonsuzun,
Gözlerim kapalı son defa süzün,
İbretle seyredin mezara verin.
Uhrevi sarsıntı çıkmaz feryadım,
Şefaat imdadım Kul Ömer adım,
Tövbe-i Nasuhla vuslat muradım,
Yemyeşil ayazda huzura verin.
Ömer Ekinci Micingirt
Şiirlerimdeki duygularımı sana itahaf ediyorum sana...Duy beni...Neden bıraktın ki...Kardeşlerin hası on yaş büyüktün ama ben abla değil sen abisin diyordun...Ansızın gittin deli kız...(((::
Hani söz vermiştin geçen hafta Sultana geleceğim bumuydu...Gelişin...
NUR İÇİNDE YAT SEVİM HEP KALBİMİZDE YAŞAYACAKSIN... GÖNÜLDOSTLARIN SENİ UNUTMAYACAK ...muhsin yener
....
'Son tane
Vuslat... '
Ne güzel demişsin Güzel Ablam öyle ya, 'son tane vuslat'...
Vuslata ermiş bir şairenin ardından söylenecek en güzel söz, yine şiirdir...
Ben de Merhume Sevim Erdoğan TEZEL'in ardından şair Nafiz NAYIR'ın dizeleriyle rahmet diliyorum.
BİR ŞAİR ÖLÜNCE
Bir şair ölünce yıkılır gökler,
Düşer hayâllerin ipek kanadı.
Bir şair ölünce yanar büyükler,
Göklere yükselir çocuk feryâdı.
Bir şair ölünce öksüzdür artık:
Çiçekler, ağaçlar, çocuklar, kuşlar.
Bir şair ölünce bin gönül yıkık,
Geçit vermez olur küçük yokuşlar.
Bir şair ölünce göklerden ona
Kucaklar dolusu rahmet yağacak.
Bir şair ölünce, ey toprak ana
Gözleri mezara, nasıl sığacak?
Bir şair ölünce… Ölünce mi âh!
Kaç yürek duracak kim bilir yarın?
Bir şair ölünce her gün her sabah,
Kim kuracak kalbini çocukların? ...
Nafiz NAYIR (Töre, Haziran 1984)
Makamın Cennet olsun Sevgili Ablam... Geride bıraktıklarına da sabr-ı cemil ihsan etsin Rabb'im...
Ali Şeyh ÖZDEMİR
Bu şiir ile ilgili 40 tane yorum bulunmakta