Bugüne kadar şiir hakkında pek çok şey söylenmiştir. Bunlardan hiçbiri, ne şiiri, herkesin birleşebileceği değişmez bir tanım kalıbına sokabilmiş, ne de şiir gerçeğini gün ışığına çıkarabilmiştir. Yalnız ortak bir nokta vardır ki; şiir duyguları harekete geçiren sanat sözüdür. İnsanların dış dünyasından ziyade, iç dünyalarını yansıtır. Çoğu zaman gizemlidir, duygular kelimelerin arasına gizlenir, insanların sırlarını barındırır. Her biri, ayrı ayrı yönde, gönül teline tatlı bir ürperti verir. Şairler, şiirlerinde kendi derinliklerini yakalayabilme kabiliyetini bulurlar, onlar akıldan ziyade gönle hitap edenlerdir. Şiir; anlamsız ve tutarsız değildir. Düz yazı ile ayrılışı bundandır. “Düz yazı” da anlatımın oluşması için zorunlu olan öğelerin hiçbiri “şiir” için söz konusu değildir. İkisi apayrı boyut ve biçimler üzerine kurulur, şiir musikiye daha yakın bir dille yazılır. Burada önemli olan sözcüğün anlamı değil, cümledeki söyleniş değeridir.
Ahmet Haşim:
“Şiirde, mânâ aramak, yaz geceleri şakıyarak yıldızları ürperten bir kuşu (bülbülü) eti için öldürmektir” der.
Bir sanat olarak şiiri meydana getiren diğer bir özellik de, şiirin ritmidir. Şairi zorlayan da zaten bu ritimdir. Ritim, her şiirde mutlaka olması gereken bir özelliktir, sözün etkisi ve kalıcılığı buna bağlıdır, kulakta hoş bir etki bırakabilmesi için şiirde has bir melodinin oluşması kesinlikle şarttır. Anlatılmak istenen olaylar sembollerle ifade edilir ve her mısra değişik yorumlara açıktır. Genelde şairler şiirlerinde kendi ruh hallerini anlatırlar, iç dünyalarını yansıtmaya çalışırlar.
Şiirde anlatım ne kadar farklı olursa olsun, kendine özgü estetik bir anlayışı sergiler. Sözcükler alışılmış yerlerinde değildir. Şairin işi de bu dur zaten. Alışılmışın dışında sözcükleri yan yana getirmek. Bunu yaparken tabiî ki şiirden uzaklaşmamak gerekir.
Şiirlerde malzeme genellikle sevgidir. Şiirdeki pek çok kelime, sözcüklerdeki tanımların dışında, farklı mecazlarla zenginleştirilir. Onlar insanların karmaşık duygu ve hayal dünyasından çıkar, zaman zaman da hayatımızdan kesitler alır. Dilimizde kilitlenen kelimeleri o açar, kalbi o okur, onun sayesinde gözler doyar sevdaya, onun sayesinde ruh tene doyar, buz kesmiş gönülleri ısıtan da o dur. Bu yüzden bütün güzellikler şairlere ilham kaynağı olmuştur. Kısacası şair hayran olan kişidir.
Yunus Emre:
“Hakk bir gönül vermiş bana, ha demeden hayran olur” der.
Şairler hayran olduklarını dizelere dökerler. Bunun için şiirde, herkes tarafından kabul görmüş hükümleri bulmakta oldukça zorlanırız. Şiire hangi yönden yaklaşılırsa, o yönden bir tanım bulunabilir.
Şiir, günlük konuşmalardan daha çok, sözlerle süsleme sanatıdır ve en güzel tarafı, güzellik anlayışı ile birleşmesidir ve şiirlerde konu genellikle insandır. Bir başka deyişle, insanla ilgili her konuyu işler. Zaten var oluşta doğrudan ya da dolaylı olarak insanla ilgili olmayan bir konu yoktur. Şiirler, şaire ait birikimiyle bir bütündür ve insanlığın malı sayılabilen mahsullerdir. Şiirde belli bir kural yoktur derken, büsbütün de kuralsız değildir. Şair ele aldığı konuyu kendi tercihine bağlı bir güzellikte anlatır. Belki de şair “ben şu konuyu işleyeceğim” bile diyemez; onu çok etkileyen bir uyarıcı, bir başkasının görmediği bir obje, şiirinin meydana gelmesine sebep olabilir. Yani anlık duygular şiirleşebilir.
Şairleri yazmaya yönelten genellikle içinde duyduğu sancılardır. Bu sancılar acıyla yoğrulmuş umutlu, ışıklı mısraları meydana getirir. Bir bakarsın, domur domur çiğ düşmüş, bahar çiçekleri gibi taze ve rengârenk mısralarla karşımıza çıkarlar, bir bakarsın gözyaşı seli olmuş, ya da tren çığlığı gibi tüyler ürpertici, yürek çarptırtıcı dizelerle bize ulaşırlar. Bazen de insanın içine öyle bir duygu seli sızar ki, yüreğe giren bir ok gibidir, işte o anda geçmişe doğru bir kapı açar, sır olan duygularımızı ayan beyan döker ortaya. Çoğunluk kahır kazmasıdır, acılarımızı gömeriz onunla. Aşkın, sevdanın, hasretin, gurbetin tarihini yazdırır durmadan bize.
Kaybettikçe neyin kıymetini biliyoruz ki, işte şiirler bunları öğretir bize. Geri gelmeyişleri, gidenin ardındaki ağıtları, gülün suskunluğunu ve de bir avuç sızıyla karışan özlemleri. Istırabı sevmek bu yüzden şairlere mahsustur. Fuzuli, ıstırapların en büyüğü olan aşk ıstırabını sevip dile getirdiği için ölümsüzleşmiştir. Demek ki, şiirlerde en büyük tema sevgiye dayanmaktadır. Şairlerin de büyük bir istekle yazdıkları bu konu bizim özümüzü dile getirmektedir.
“Varsın seni ömrünce azabın kolu sarsın
Şair, sen övüldükçe ve öldükçe yaşarsın” diyor Faruk Nafiz Çamlıbel.
Kayıt Tarihi : 12.2.2008 23:10:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!