SİHİRLİ KEMAN
Yine o büyüleyici keman sesi yayılmıştı evin dört bir yanına… Her notasında insanın içine işleyen sihirli dokunuşlar saklıydı sanki. Yine kedimizi alamamış ve aralık kapıdan büyükannemizi izlerken bulmuştuk kendimizi. (fonda keman sesi hayal edin ;)
Müziğin bitmesiyle birlikte bir alkış sesi koptu, o minicik avuçlardan çıkan ses, Zeynep’in küçük yüreğinin heyecanını yansıtmaya yetiyordu.
-Harikasın büyük anne, senin böyle keman çaldığını bilmiyordum. Bana da öğretir misin?
- Tabi öğretirim, dedi büyük anne ve kemanı meraklı gözlerle bakan küçük çocuğa uzattı.
Zeynep’in minik elleri kemanla buluştuğunda, yüzündeki gülümseme görülmeye değerdi. Küçük kız bir yandan o büyülü sesi çıkaran aleti tutmaya çalışıyor bir yandan da sorularına devam ediyordu.
-Keman çalmayı nerde öğrendin büyük anne?
Bu soru yaşlı kadını biraz duraklatmıştı. Bir anda uzaklara dalan gözleri küçük kızın sorusunu tekrarlamasıyla açıldı.
-Keman çalmayı nerde öğrendin büyük anne?
-Köy Enstitüsünde öğrendim bitanem.
-Köy Enstitüsü ne büyük anne, keman kursumu veriliyor orda?
Küçük çocuğa bakan gözlerinde bir tebessüm belirdi yaşlı kadının ve ağzından şu sözler döküldü;
‘Yaşam kursu veriliyor küçüğüm, insanın kendini keşfetmesini, yeteneklerini ortaya çıkarmasını sağlayan yaşam kursu…’
-Nasıl yani, dedi küçük kız.
Yaşlı kadın, anlamsız gözlerle kendisine bakan Zeynep’in elinden kemanı alıp kutusuna koyduktan sonra, küçük kızı kucağına oturttu ve ‘sana bir hikâye anlatmamı ister misin’ diye sordu?
Zeynep heyecanla ‘evet, evet isterim büyük anne’ derken dayanamadık ve hep beraber kapıdan içeri atılarak‘biz de dinlemek istiyoruz büyük anne’ dedik.
-Hadi çocuklar toplanın öyleyse etrafıma, derken büyük annemin yüzünde mutlu bir gülümseme belirmişti. Bizim bu meraklı tavrımızdan hoşnut olduğu her halinden belliydi.
-Bize hangi hikâyeyi anlatacaksın büyük anne, diye sorduğumuzda; yanında duran albüme uzandı ve kapağı kaldırdıktan sonra parlayan gözlerle bize bakarak, ‘Köy Enstitülerinin hikâyesini anlatacağım, tamamlanmamış bir destanın, buruk bir hayalin öyküsü bu…’
Büyük annemin heyecanı sesine yansıyor, sanki geçmişi tekrar tekrar yaşıyordu.
- Büyük bir kurtuluş mücadelesinden zaferle çıkmıştık. Yorgunduk... Ama asıl mücadele yeni başlıyordu. Bu büyük mücadele, cehaletle yapılacak olan mücadeleydi. Türk milletinin geri kalmasına neden olan bazı kurumların yerine, toplum hayatında çağdaş gelişmeyi sağlayacak modern kurumlar oluşturmak ve kalkınmadaki temel atılımları bir an önce gerçekleştirmek gerekiyordu.
-Televizyonlarda kampanyalar düzenleyip yardım toplamadılar mı büyük anne diye atıldı, Zeynep.
Büyük annem ‘o zamanlarda daha televizyon yoktu çocuğum, en azından biz bilmiyorduk’, derken hep bir ağızdan gülüyorduk. Sonra devam etti;
- Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ülkemizde okur-yazar oranı neredeyse yok denecek kadar azdı. Özellikle köylerde durum daha da kötüydü. Köylü yoksuldu, açtı. Hepimiz karın tokluğuna ağanın tarlalarında çalışır o günü kurtarmaya çalışırdık. Gene öyle günlerden birinde köyümüze bir eğitmen geldi. O gün, o eğitmenin kaderimi değiştireceğini hiç bilemezdim…
-woww bir eğitmen mi senin kaderini değiştirdi büyük anne?
-Evet, küçüğüm. O gün eğitmen bizim köye geldiğinde, ailelerimize köy enstitüsü adında enstitüler kurulduğunu ve bu yatılı enstitülülerin bizler için büyük şans olacağını anlatmış. Babamın heyecanla eve gelişi hala dün gibi aklımda: ‘Asiye, Asiye kızım kurtuldun, sen okuyacaksın, büyük adam olacaksın’ diye sarılmıştı bana. Kendine de böyle bir imkân sunulsaydı, hiç kuşkusuz koşarak giderdi.
O gece gözüme uyku girmedi, sağa dönüyordum yok, sola dönüyordum yok. Nasıl bir yerdi bu Köy Enstitüleri, alışabilecek miydim, ailem yanımda olmadan nasıl yaşardım, yeni arkadaşlarım olacak mıydı? Küçücük yüreğim heyecandan yerinden çıkacaktı sanki. O büyük gün gelip çatana kadar heyecanım artarak devam etti. Tren garındaki o vedalaşma sahnesini hiç unutamam. Bir an her şeyden vazgeçip annemin sıcacık kucağında kalmak istediysem de, ‘haydi trene’ diye bağıran siren sesleriyle beraber, o dumanlar çıkaran kara trene bindim.
-Trene yalnız mı bindin, hiç korkmadın mı büyük anne?
-Doğruyu söylemek gerekirse korkuyordum, ne de olsa o zamanlar, ben de senin gibi küçücük bir kız çocuğuydum Zeynepçim. Bazen büyük anneler de korkar, özellikle hiç bilmediği bir gelecek onları beklerken…
Bu kısa sözle aslında büyük annesinin çok şey söylemek istediğini anlamıştı küçük kız, merakı git gide artıyordu.
Tren vagonlarda hızla ilerlerken Köy Enstitülerinin ne olduğunu öğrenmeleri de yaklaşıyordu, ama tam o anda aklına bir soru takıldı ve soruverdi.
-Büyük anne halk çok fakirken bu köy Enstitüleri nasıl kuruldu, kim kurdu bunları, neden seni aldılar?
-Dur dur benim meraklı küçüğüm, teker teker sor ki anlatabileyim, diyerek devam etti. ‘Atatürk ve arkadaşları Cumhuriyet ruhunu ve düşüncesini köylere ulaştıracak, köylüyü bilinçlendirip onu hiç bir kuvvetin istismar edemeyeceği, modern bir kırsal yaşam biçimine kavuşturacak, yeni bir eğitsel devrim hareketini başlatmak istiyorlardı. 1935 yılında CHP Büyük Kurultayı sonucu köylüyü eğitmek, geliştirmek için 'köye ağırlık verme' politikasını benimsediler. Bu politikaların eğitim ayağını yürütmek üzere de Atatürk, eski kurmayı Saffet Arıkan'ı Milli Eğitim Bakanı olarak görevlendirdi. Ve O’na yardımcı olmak üzere İsmail Hakkı Tonguç’u vekaleten, MEB İlköğertim Genel Müdürlüğü'ne atadı.
-İsmail hakkı Tonguç bize resimlerini gösterdiğin Tonguç Baba mı yoksa? Diye söze girdi Ahmet.
-Evet, O Tonguç Baba Ahmetçim. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçilip Celal Bayar kabileyi kurunca, Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel’le beraber bu büyük hikâyeyi yazmamızı sağlayan büyük insanlar onlar, derken büyük annemin gözündeki sevgi ve saygı okunuyordu.
Birden yine daldı uzaklara… Sanırım Onlarla ilk karşılaşmasını hatırladı, ama bir şey söylemedi sustu. Zeynep’in tabiriyle ‘küçük büyük annemin’ treni istasyona varmış olacak ki; büyük annem anlatmaya devam etti.
-O günkü heyecanımı anlatmam mümkün değil. Yurdun dört bir yanından gelen onlarca küçük çocuk… O gün hiç birimiz, yırtık pabuçlarımızla ayak bastığımız o kurak toprakların, bizim gücümüzle yeşereceğini tahmin edemezdi herhalde. Kızılçullu, benim yeni evim, yeni yuvam olacaktı. Gerçi diğer enstitüler gibi Kızılçullu’yu biz inşa etmemiştik, ama yemekhaneleri yatakhaneleri biz düzenlemiştik.
-Enstitüleri siz mi inşa ediyordunuz büyük anne. İnşaatçı mı oldunuz?
-Biz orda asıl kendi hayatımızı inşa ettik çocuklar, taş binaları inşa etmek onun yanında çocuk oyuncağı gibi geliyordu bize. Tabi bu oyunlar bazen ufak tefek kazalara ve tatlı bir yorgunluğa da sebep oluyordu. Ama yaralansak ta, yorulsak ta hepsi bizim yaramız bizim yorgunluğumuzdu. Ağanın tarlasında orak sallarken de yaralanabilirdik, yorulabilirdik pek ala, ama o acı, böyle tatlı gelmezdi inanın.
-Keşke orda olup sana yardım edebilseydim büyük anne, hem daha az yorulurdun diye sarıldı yaşlı kadına, küçük kız.
-Seni kerata bana yardım etmek için mi yoksa enstitüleri merak ettiğin için mi orda olmak isterdin diye gülümsedi büyük annem. Küçük Zeynep de mahcup bir ifadeyle ‘ şey aslında ikisi de’ deyiverdi.
-Keşke Köy Enstitülerini yaşayabilseydiniz, bunu ben de isterdim. Çünkü bana ve arkadaşlarıma çok şey kattı. Bir sürü kız ve erkek kardeşim olmuştu ve her güne öğrendiğimiz halk oyunlarıyla başlar, hep beraber halay çeker, zeybek oynardık. Beraber ektiğimiz topraktan ürünlerimizi toplar ve yaptığımız yemekleri beraber yerdik. Bunları yaparken toprağı ekmeyi, üretmeyi ve yemek yapmayı uygulamalı olarak öğrenirdik. Biçki dikiş birçok şey öğrendik ve ben hala kendi kıyafetlerimi ve size getirdiğim kıyafetleri kendim dikerim.
-Ben okulda öğrendiğim şeyleri sınavdan sonra unutuyorum büyük anne. Biz de yaparak öğrensek, unutmasak kıyamet mi kopar, diye araya girdi Ahmet. Ben de öyle öğrenmek istiyorum, hem sen anlatırken gözlerinin içi gülüyor, demek ki hem eğleniyorsun hem de öğreniyorsun.
-Evet, canım tam da söylediğin gibi. Hem eğleniyorduk hem de öğreniyorduk. Üstelik kendimizi de her yönden geliştiriyorduk. Sanat eğitimleri alıyorduk, tiyatro oynuyorduk, her birimiz bir müzik aleti çalıyorduk.
-Böyle sihirli keman çalmayı da orda mı öğrettiler büyük anne? Ben de gitmek istiyorum, ben de senin gibi keman çalıp insanları büyülemek istiyorum.
-Seni yaramaz gel buraya ben sihirli keman mı çalıyorum diye kucakladı büyük annem Zeynep’i.
O anki kahkahaları bütün evi sarmıştı. Sanırım büyük annemin sihirli keman çaldığını kimse inkâr edemezdi. Ne de olsa hepimizi o odaya çeken o büyüleyici sesti.
Bizim şen kahkahalarımız devam ederken annem elinde bir tepsiyle içeri girdi.
Sıcacık çay ve kurabiye eşliğinde kaldığımız yerden devam edecektik ki, bu hikâyeleri çok kez dinlediği her halinden belli olan annem söze girdi;
-Anne, çocuklara cumartesi toplantılarınızdan bahsetsene, ben küçükken en çok onu dinlemeyi severdim. Düşünmeyi, sorgulamayı, eleştirmeyi öğrenmeniz ve hatta adalete ters düştüğünü düşündüğünüz olaylarda, en baştaki kişileri bile eleştirme cesaretiniz beni hep etkilemiştir.
-Cumartesi toplantıları… Ben de çok severdim kızım. Haftanın değerlendirmesini yaptığımız o gün, hatalı arkadaşlarımızı, öğretmenlerimizi ve hatta müdürlerimizi mevkisine bakılmaksızın eleştirir ve savunma hakkı verirdik. Böylece sorunları kısa zamanda çözerdik. Bizim bu hak, adalet duygularımız, dışarıda bize komünist demelerine yol açmışsa da, biz mezun olana dek böyle bir kelimenin ne olduğunu bile bilmiyorduk. Olmadığımız bir şeyi nasıl bilebilirdik ki…
-Komünist ne büyük anne diye sordu Zeynep, tam büyük annesi cevap verecekken annem yine atıldı.
-Köy Enstitülerinin en sevdiğim özelliklerinden biri de neydi Zeynepçim biliyor musun? Kimse hazıra konmuyordu, bir şey öğrenmek için emek harcaman gerekiyor. Sen de benim minik köy enstitülüm olarak, öğrenmek istiyorsan birkaç kitap karıştırmalısın. Hem sen şanslı bir çocuksun internetin de var, araştırabilirsin. Böylece öğrendiğin bilgiler daha değerli olur.
-Peki, anneciğim, söz… Ben de sizin gibi bol bol kitap okuyacağım ve sizin bilmediklerinizi size anlatacağım diye gülümsedi Zeynep.
-Annen haklı küçük kız, hazıra dağ dayanmaz. Sen bilgiye ulaşma yolunu öğren ki, o çok merak ettiğin enstitülerin bana kazandırdıklarını kazanma şansını yakala.
-Ben de Köy Enstitülerine gidemez miyim anne? Lütfen… Hem artık, metrolar var, uçaklar var. Ne zaman özleseniz gelir görürsünüz beni.
-Köy enstitüleri kapandı akıllım, diye bir şaplak indirdi Ahmet Kardeşinin ensesine yavaşça.
-Hatta büyük annem çok üzülmüş, küçükken dedemle konuşurken duymuştum. ‘Enstitüler kapanmasaydı bu millet şimdi çok büyük yerlerde olurdu’ demişti dedem. Ama İsmet Paşa maalesef enstitülerin kapanmasına engel olamamış ve kapatmış. Enstitüler köylüyü bilinçlendirip nitelik sahibi yapıyormuş. Bu da toprak ağaları ve emperyalist güçlerin işine gelmiyormuş. Çünkü Enstitüde okuyup mezun olduğunda köyüne eğitmen olarak dönenler, öğrendiklerini köylüye öğreterek, onların üretmesini, düşünmesini ve sorgulamasını sağlıyorlarmış.
Zeynep birden:
-Bizim köylümüz de zeki tabi, düşünmeye başlayınca ‘köylü milletin efendisidir’ diyen Atamız aklına geldi değil mi? Diye atladı lafa.
Annemle, büyük annem Zeynep’in bu heyecanını görünce sevindi. Çayından bir yudum alan yaşlı kadının şimdiki sözleri ise, bir tarihin bitişini anlatırkenki burukluğu yansıtıyordu.
-Evet, küçüğüm… Söylediğin gibi köylü düşünmeye başlayınca hakkını arar olmuştu. Cehaletten kararmış köylere, bizlerle beraber aydınlık gidiyordu. Atatürkümüzün gerçekleştirmeyi istediği toprak reformuna adım adım yaklaşılıyordu. Ama bizleri yıldıramayacağını bilen bazı güçler, çeşitli karalamalarla kamuoyu yaratmaya çalıştılar ve maalesef çok geçmeden sonuç aldılar. Köy enstitülerinde kızlarla erkeklerin karma olması nedeniyle çeşitli dedikodular çıkarttılar.
-Şimdiki dizilerde olduğu gibi büyük aşklar mı yaşadınız büyük anne derken Zeynep hayal alemine dalmıştı.
-Bak bak nelerde biliyormuş bizim ufaklık, dedi annem. Ben de bu soruyu sormuştum küçükken, hatta babamla orda mı tanıştığınızı defalarca sorduğumu hatırlıyorum anne değil mi?
-Ben de her defasında babanla enstitüde tanışmadığımızı, ama enstitü ruhunu taşımasının bizim yollarımızın birleşmesinde önemli bir etken olduğunu anlatıyordum sana, derken büyük ananemle dedemin tanışma öyküsünün, bizleri ayrı bir aşk hikâyesinin içine götüreceğini beklerken, büyük annem durdu ve ‘bırakın bizim aşkımız bizimle, fikirlerimiz sizinle yaşasın’ dedi.
Sanırım dedemi kaybetmek onun için sadece bir hayat arkadaşını kaybetmek değil, bir dostu kaybetmekti. Buğulanan gözlerinde acısını hala içinde taşıdığı anlaşılıyordu.
Bu hüzünlü tablo yine o yaşlı kadının albüm sayfasını çevirmesiyle ve ‘nerde kalmıştık’ sözleriyle dağıldı.
-İşte biz böyle karalamalarla savaştık, bilmediğimiz sıfatlarla etiketlendirildik. Ama yılmadık, onlar bizi bezdirmeye çalıştıkça, biz ‘üreteceğiz’ dedik. Onlar yüklendi, biz ‘düşüneceğiz’ dedik. Ama gel zaman, git zaman sayımız azalmaya başladı. Yaşlanıp göçüp gittikçe, enstitüler de, enstitülerin öğretmeye çalıştıkları da bir bir unutulup gitmeye başladı. Ahmetçim sen sınavdan sonra her şeyi unutuyorum diyorsun, unutursun elbette. Ezberlerin ömrü kısadır, önemli olan gerçekten öğrenebilmek. ‘Duydum unuttum, gördüm hatırladım, yaptım öğrendim’. Bu sözü unutma. Siz bu gün okullarda sadece öğretmeninizi duyuyorsunuz. Evinizde tekrarlayınca hatırlıyorsunuz, ama yapmadığınız için öğrenemiyorsunuz.
-Ben de öğrenmek istiyorum büyük anne, bunun için ne yapmam gerekiyor. Dedi Ahmet umutla.
-Düşün ve üret Ahmetçim, gördüğün sorunlar karşısında sadece şikâyet etmekle yetinmeyip çözüm üret böylece bizler gibi olursun. Çünkü artık bizim gibi düşünebilen insanların sayısı çok az. Bir dizi furyası, beyin yıkama programları ve ezberci öğretiler herkesin gözlerini kapattı. Yıllardır süren uzun kış uykusundan uyanamaz olduk. Bir zamanlar Köy Enstitüleri vardı, çok büyük umutları vardı ama tıpkı size anlatmaya çalıştığım hikâye gibi yarım kaldı.
Yaşlı kadın sözlerini tamamlarken bir tarihi yeniden yaşamanın yorgunluğu yüzünden okunuyordu. Albüm kapağını kapattığı sırada Zeynep’in kulağına fısıldadığı o sözler bir gülümseme olmuştu, büyük annemin ton ton yanaklarında…
-Korkma büyük anne, ben Köy Enstitüleri hikâyesini öğrendim ve sihirli kemanı çalmayı öğrendiğimde de tüm dünyaya öğreteceğim Köy Enstitüsü ezgisini. Korkma hikâyen yarım kalmayacak, ilerde ben Milli Eğitim Bakanı olduğumda tamamlayacağım sizin yarım kalan öykünüzü...
1/12/2008
Gül KabacaoğluKayıt Tarihi : 1.12.2008 06:00:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Gül Kabacaoğlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/12/01/sihirli-keman-oyku-denemesi.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)