Ne gariptir
Toprağın altında
Kalanla vedalaşmak
Bir daha asla
Göremeyecek olmak
Ne tuhaf!
Hayal kırığı batar topuklarıma
Yürüdüğüm yol üzerinde
Artık sevda/sız/lar
Gül dalına düşer
Bir damla düş, ağlar
Rengi sarılık kesmiş
Hayatın sırları var, evrenin sırları var bizzat biz kendimiz dahi bize göre sırrız... Gördüğümüz herşeyin bir başka yönü, boyutu, açısı var...
Hayata tutunmaya çalıştığımız ilk dünyasal mekanımız olan annemizin karnı belkide en özgür olduğumuz yer... Bütün dünyasal ve insansal öğretilerden uzak, kendi kendimize ve kendi halimizde içimizden geldiği gibi yaşadığımız tek mekan orası... Doğduğumuz anda ve yerde başlıyor üzerimizden inançlarını ve buna bağlı ritüelleri geçirmeleri, bizim ülkemizde örneğin, yeni doğan korkuları vardır, lohusa korkusu, al basmasıda derler falan filan, her yörede değişik ama genelde aynı içerikli şeyler yaparlar inançlarını ve bunun ritüellerini gerçekleştiren inanç yönlendiriciler...
Hristiyanlar bilinen en hurafeci insanlardır geçmişten bu yana, malum herkesin neredeyse ezberlediği filmlerde şeytan çıkarma ayinleri vardır mesela, 13. rakam uğursuzluğuna inanmaları, kiliselerin korunan kutsal mekanlar olduğunu düşünmeleri, e tabi hangi dine mensup olursa insan o dinin mekanlaştırılmış ibadethanesini kutsal sayıyor, oysa kutsal diye bir kavram yok, ne mekansal olarak ne de inançsal olarak...
Gündemi kimler nasıl belirliyor değil mi, tartışmak istediğimiz konuyu bile kendimiz seçemiyoruz... Heryerde hep aynı konular ve hep aynı cümlelerle tartışılıyor! Tıkandı kaldı insanlık, küresel bir sapıklığın içinde...
Bir kafeste tutulan kobay fare gibiyiz, silindirin ortasında koşup duruyoruz! ! ! Bir yere gidiyoruz sanıyoruz da,dönüp dönüp durduğumuzu farkedemiyoruz.
Küreselleşme adı altında her birimizi kobaylaştırıyorlar, tüketmek tüketmek ve tüketmek için...
Uzun bir süredir, kendimi tarihi eser gibi hissediyorum...
'sen gittğinden beri yani'
Hani şu vakıflar müdürlüğüne bağlı olup, yıkılması ya da onarılması mümkün olmayan ve kendiliğinden tarihe karışana kadar göya saklanan antika yapılar gibiyim...
Aylardan Kasım...
Kasımpatı kokarken sokaklar, önünden geçtiğim her ağaç dökülen yapraklarıyla selamlarken beni ve birlikte gezindiğim sonbaharı... İçime anlatılmaz duygular çörekleniyor. Adına ne hüzün diyebilirim bunun, ne sevinç... Öyle karmaşık, öyle içsel...
Biraz ağlamaklı, biraz hayranlıkla bakıyorum sarıya çalan doğaya... Öylesi sana ait hissederken kendimi, senden koparılıp atılmış bir yaprak gibiyim şimdi... İçim parçalanıyor... Dudaklarımdan çıkmak için sıraya giriyor kelimeler ve hepsi birden üşüşünce hiçbiri çıkamaz oluyor biranda... düğümlenip kalıyorum işte böyle, ne desem, ne söylesem ya da neyi tutsam içimde bilemeden sürükleniyorum sel suyuna kapılmış kuru bir dal gibi...
yüzlerce gülümseyen surat
çarkın dişlisine takılmış zerafet
en kötü oyununu sergilemiş
ve perde kapanmış nihayet
en çok kendini kandırmış palyaço
Dalgın mışım
Yorgun muşum
Kırgın mışım
Kızgın mışım
Deliy mişim
Huysuz muşum
olduğu gibi kabul edersen sana sunulanları
hayat güllük, aşk gülistanlık, dünya halleri
doğuştan kusurluysan eğer,
bir türlü oturmuyorsa yerine taşlar
ağırıyorsa başın
fedakarlığının sınırı yok sanıyorsan
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!