Aldı,
Oturttu ahşap sandalyesinde...
Önümüzde bacağımızdan kısa cilasız bir masa.
Sanki bizden daha fazla çile bağı, lav sahanı...
Kaç kez devirdi kim bilir üzerine konulan şarapları
Kaç muhabbetin alâsını üstünde taşıdı...
varlığın üryan vukusunda
ateş ile suyun vakasında
bu kulpsuz dünyanın sahasında
kendine kimlik arama...
haz ile şakımayan bülbülden
kanat çırpmayan yürekten
Aşk...
Dedi ki;
aşk doldurur sekrolur hayat
hem lütuftadır kalp hem azab
kurutur demletir nefes içtirir
kavurur yüreğin çöle döndürür
Gözyaşımla doldurdum tasımı,
tasım elek imiş bilemedim
Gönül dergahımda yangınlar
mum alevi imiş göremedim
Can dedim cananda sarhoş
şarap yalan imiş diyemedim.
Elini Uzatsan...
Sen bana elini uzatsan,
omzun çukurunda uykum oluşur.
Çifte amber kokusu yayılır geceden.
vaad edilmiş bir ülke
Bağrımda aşikar bir şehir
Şanımdan daha kırmızı kalmalıyım
Yadıma düşen yarime gül kokmalı
Tüm evrene yayılmalıyım.
Ama çaresiz ve cesaretsizim
Medeniyetine sığmayan
Meğer duldasında saklanmışız ağaçların
Kayın zeminlerin altında
içimizde yürek ateşiyle
koca kentin tuğlaları arasında...
Meğer birimiz diğerimize haram kesilmiş
dinden çıksa, dilden akar vebalimiz
Söğüt dalı gibi incelmesinden bahsediyorum
bir çınarın yıkılan gövdesinden...
Çam sakızı, köklerine sinmiş
kozalaklar hanidir ayrı meşrebinden...
Her teslimiyette bir kubbe
her direniş aksi sedâ..!
Zülüf ayrılır şakağın boynu bükülür
Salınır dalları toprağından sökülür
İşitilmez feryâdımın yetim sadâsı
Nârından al cânım, kül sıvası dökülür.
Yâr! Saçlarımın karası od ile ak olur
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!