çocukça düşlerim vardı benim
ve yüreğimdeki sessiz çığlıkların kâbusu
rüzgara yenik düşmüş uçurtmam
mahallenin çocuklarına kaptırdığım
gökkuşağı misketlerim...
ve her okul sonrası
Gecenin hüznü yine çöktü yüreğime
efkârıma ay şahit
yıldızlarla ağıtlaşıyorken
yine bir oyun sahnesini sergiliyor zaman
rollerimiz hep aynı
ben hüzün oluyorum
Zaman geçer
gün karışır geceye
dalar gözlerim derin bir yalnızlığa
sus pus içinde...
mesele yokluk değil
yoksuz olmak koyar adama...
Hiçliğin ortasında bekledim
İbrahim gibi sustum ateşe
Velakin yangın dışarıda değil, içimdeydi...
Kimseler de bilmedi...
Nemruta isyan diye
Dağlara da çıkmadım.
yağmur yağıyordu
soluksuz bir kente
içimde
bir eylül akşamından kalma
ihtilal rüzgârları
ve sen
Sana her şeyi anlattım;
geceyi hangi kelimelerle sardığımı,
cepte kalan son umutların ne renkte olduğunu,
ve çayın soğumasından daha çabuk üşüyen yanımı söyledim.
gülüşlerimin kırılgan tarafına nişan alanlar
en zayıf, en ince açığımı bilenlerdi...
Sen gelseydin
Veysel bir başka dokunacaktı
sazının teline
Süphanı mesken tutan Siyabend
bir başka savaşacaktı
Xecênin zülfünün teline
bir ayrılık hüznünde
sen düşüyordun aklıma
hani
hep derdin ya
cennet ayaklarımızın altındadır diye
oysa cennetin ta kendisiymişsin! ..



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!