yeni yıl geliyor
hediyeliklerle dolu reklamlar
kim nerede program yapacak
nerelere seyahat edilebilir
yanıp sönmeye erkenden başlamış vitrinlerde ışıklar
evlerin cam önlerinde göz kırpıyor
..
ABIHAYAT'LILAR - 3 -
BAHAR bekar kızımız, duyurulur erkekler
Yüreği umut dolu, hayattan çok şey bekler
Güzellikse güzellik, mutlu olmak dilekler
Abıhayat kız evi, nazlıdır abıhayat
..
ABIHAYAT’LILAR – 6 -
METİN_35 (Metin İzmir) olmalı, güvenli ve neşeli,
Tam karizma bir resim, gözlüğü var köşeli
İzmir de alem yapsak, kadehli ve şişeli
Kordonda bir muhabbet, konumuz Abıhayat
..
Hayat istemeden, bazen taammüden gidenlerin bıraktığı yokluğun üzerine kurulmaya mahkûm olduğunda, kunt bir ağacın yarılmasını anımsatan sesi işitirsin. Ve o çatlamayı bir daha hiç unutmazsın.
Bu dünyadaki her şeyin ondan kalanlarla ilişkilidir artık. Kurumuş sonbahar güllerine, seher vakti menevişlenen bulutlara, miskin denize bakıp artık olmayan birine sayıklarsın. Açık kalan pencerelerden içeri sızıp saçlarına konan ak bir kuştüyünü, eve yeni geleni kıskandığı için küsen mandalina ağacının tek mahcup meyvesini, rahim, tohum ve toprak arasındaki sağlam ilişkiyi, arzulamanın en sade halini sadece ona anlatmak istediğini bilirsin. Yokluğun neden olduğu ‘büyük boşluk’ bazen böylesine saf ve çaresizdir. Şu yaşadığımız modern ve vahşi dünyanın tekinsiz çukurunda ‘onu’ neden ve nasıl kaybedeceğini de bilemezsin. Bir bomba, hedefini şaşırmış bir kurşun, ihmal edilmiş bir uyarı ya da zamanı, hatıraları, geleceği aniden paramparça eden bir öfke kıvılcımı...
Onları düşünüyorum bugünlerde. Tanrı’nın çağrısını beklemeden ölü taklidi yapanları. İnsanları O’nu kullanarak ölüme davet eden ‘savaş çığırtkanlarını’, ‘haysiyet’ sayıklamalarını utanmadan dilini bilmedikleri ölü bedenlerin üzerine kusanları, kanla lekelenen hafızalarını kireç taşıyla gömenleri. Acılarını kaybettikleri yerde aramayı unutmuşlar sanki.
Barış gününde bile savaşsız duramayan insanlığın aslında hiç değişmeyen aktörlerine bakınca tanıdık bir bezginlik kuşatıyor uğultulu zihnimi. Yeniye, değişime, ruhu bu kısırdöngünden çıkaracak olan ilahi güce olan umudunu hepten yitiren bir meczup misali yumuşak halımın üzerine yüzükoyun uzanıp eksik kalan yaşamların arzularını tamamlıyorum. Arada bağdaş kurup kimbilir hangi rüzgârların, nehirlerin, okyanusların yonttuğu taşlarımı boyarken kulağıma anlaşılmaz gelen mırıltılar işitiyorum. Ne de olsa başka coğrafyaların diliyle konuşuyorlar. Vaktiyle altını çizdiğim eski cümlelerle, dilin ölüme, savaşa, kötülüğe direnen gücünden bahsediyorum. Çoktan unutulmuş ‘kimsesiz’ şiirler okuyorum onlara. Neruda, usul bir güz ninnisi fısıldıyor kulağımıza; “Saat yedi buçuğuydu güzün/ Ve ben bekliyordum/ Kimi beklediğim önemli değil./ Günler, saatler, dakkalar/ Bıktılar benle olmaktan/ Çekip gittiler azar azar/ Kaldım ortada tek başıma... Kalakaldım tek başıma/ Yalnız bir at gibi/ Otların üstünde ne gece, ne gündüz/ Sadece kışın tuzu.. Öyle kimsesiz kaldım ki/ Öyle bomboş/ yapraklar ağladılar bana/ Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi/ Düştüler son yapraklar...” Şiir çekirdeğinde sakladığı saf hüzne rağmen nasıl da okşayarak iyileştiriyor.
..
Gök kubbe koynunda biriktirdiği ne varsa hınçla yeryüzüne dökerken, martıların gagaladığı kiremitlerden biri tangır tungur yuvarlanıp asfaltta paramparça oldu. Gün biraz sonra külrengi ağaçlara, kulağında zımbalarla dolaşan köpeklere, telaşlı çocuklara, hayata devam etme sıkıntısıyla kıvranan insanlara rağmen başlayacaktı. Hayat tekdüze, basit ve sıradan gibi görünecekti ama aslında öyle olmayacaktı. Tıpkı sakin bir Çehov hikâyesi gibi usul usul soyunacaktı saatler. Denizin üzerindeki morluklar kendiliğinden dağılacaktı. Bunu anlamayan ‘insan’, zamanı hunharca tüketmenin gururuyla koştururken ‘kımıltısız anları’ ıskalayacaktı. Hep böyle telaşlı ve savurgan olmak için yaratılmış olduğunu sanıyordu çünkü. Hâlbuki yürürken başını usulca çevirip baksa, hiçbir neden yokken hayatın geçiciliğini anlamış gibi bir anlığına duran, sonra aheste adımlarla yürüyen kedinin hınzır bakışlarını fark edebilirdi. Ya da ne bileyim, kadife gibi yumuşacık bir rüzgâr yanağını okşarken, çiçekçinin başını önüne eğip kendi kendine mırıldanışını görse, yanında durup onun çakır gözleriyle bakardı buhurumeryemlere. O vakit hayat yeknesak ritmiyle salınmaktan vazgeçer, insan anlatamadığıyla kısa bir hikâye olur, başka bir hikâyeye karışır ve belki o hâliyle kendini daha çok severdi.
Ben böyle sabahlarda, Ruslar gibi yaşamak yerine hatırlamak isterim. Dünya kasvetli dinginliğiyle benim tasavvur ettiğim gibi bir yer olsa diye iç geçiririm. Öyle olmadığını idrak ettiğimde biraz huysuzlaşırım. Çehov benim gibilere biraz kızar ama anlatmaktan hiç vazgeçmez. Çalışkandır. Biz hayaller ırmağında sürüklenirken, o bir cerrah titizliğinde kullandığı ayrıntıların sihriyle hayata neşter atar ve iyileştirir. Gri kederli gözleri, mahcup gülümsemesiyle yüzlerimize bakar; ve işte hikâye orada, tembelliğimizin, umutsuzluğumuzun, ‘küçük insan’ oluşumuzun ortasında duran soyluluktadır. Gorki’nin deyişiyle, hayattaki ‘küçük şeylerin’ acıklılığını hiç kimse onun kadar açık ve ince bir şekilde anlatamaz.
O ânı anlatsın isterdim...
..
KOÇ – KOÇ
Koç burcu güçlü karakterli ve girişimcidir. Aynı şekilde bir o kadar dışa dönük ve hareketlidir. Bu çok ateşli bir birliktelik olabilir. İlişki çok yoğun bir şekilde yaşanacaktır. Tarafların birbirine üstünlüklerini kabul ettirmeye çalışması önemli bir sorun olabilir. Bu durumda ilişki çok da fazla sürmeyecektir. Eğer her iki taraf da anlayışlı olursa bu ilişki biraz daha uzun sürebilir. Seksüel anlamda uyumludurlar. Beklentileri hemen hem aynıdır. Başlangıçta çok ateşli olabilirler, fakat daha sonraları aşırı kıskanç davranışlarla birbirlerini kısıtlamak isteyebilirler. Bu da çiftlerin birbirlerinden uzaklaşmalarına neden olabilir.
KOÇ – BOĞA veya BOĞA –KOÇ
..
Sene 1983.
O’nu tanıdığımda İstanbul Deri Organize Sanayi Bölgesi’nin henüz 2 aylık Genel Sekreteri idim.
Çerkezköy OSB.nin ve Profilo Grubunun koordinatörü tavsiye etmiş rahmetli Cezmi Öztemir’ e, Cezmi bey TDSD Başkanı ve OSB nin de Başkanı.
Beraberliğimizin daha ilk adımında ne para ne pul konuşulmuş, ama anlaşma hemen sağlanmıştı. Sadece Kazlıçeşme’ den Tuzla’daki İstanbul Deri OSB’ye taşınacak deri ünitelerinin, hırpalanmadan kendilerine zarar gelmeden nasıl nakledileceği hususu konuşmanın tamamını almıştı.
Ertesi sabah Emin hoca erkenden Kazlıçeşme’ deki dernek binasındaydı. Elindeki çantanın içerisinde bir takım kağıtlar,cetvel defter vs. gibi malzemeleri ile.
..
Yaşam
Sonsuzluğun yanında
Kısacık bir an
Telafisi olmayan
Geri dönüşsüz tek yol
Tek başına çıkılan seyahat
Yaşama doğarken ruhumuza üflenen
..
Hüzün rüzgarı estiğinde,
Kendime huzurlu şehir arıyorum.
Mutluluk nefesini solabileyim,
Hüzünlerimi damla damla kanayım,
İşte o an kucağını anıyorum.
Ve sana sarılmak için,
Sana geliyorum.
..
BEN BİLİRİM SEN’İ! ...
Zamanın önüne geçmek ne kadar da zor,
İnsanların kalbi, zihni ne kadar da yorgun,
Güzellikleri görebilmek istemekle olur!
Durdurulamayan ânı gözetmeksizin gezebilmek…
Buram buram tarih kokan İstanbul’da…
..
kurşun gibi ağır,
tüy kadar hafifti hani...
hani düş kadar güzel,
hayat kadar tatlı
ve ölüm kadar hakikatti...
değilmiş...
anladım ki sen gideli
..
Başlamadan yazmaya seyahat defterime,
Selam ederim geride bıraktığım herkese.
Bir tren yolculuğuyla başladı seyahatım.
Manzara güzel koltuklar geniş, yani yerimde rahatım.
Camdan dışarı manzarayı seyret,
Yanında demli çayla iyi bi muhabbet.
Kimbilir nereye götürür anılarda?
..
Bazen olur daralır ruhum
Tek rahatlatacak sensin dünyada
Ve her nerede görsem seni bitecek herşey
Ama hiçbirşey getirmez seni
Yıkılmış umutlarım yokluğunun burcunda
Bazen olur üzülürüm öyle
..
Kâinat dediğimiz âlem, uçsuz bucaksız
Döner durur her dem, bir çocuk misali…şartsız!
Anlamaya, bilmeye çalışmış, nice âkil
Tâ yolun başında şaşmış, bîçare ve zelil
Bilinmez bir hiç idik, Ruhlara üfürüldü
Başlangıç bu olsa gerek, asıl yola girildi
..
İnsanlık var olduğundan beri; sayısız, başarılı komutan, mucit, sanatçı, mimar, filozof ve daha birçok meslek dalından kimseler yetiştirmiştir.
Tarihe geçmiş büyük komutanların yaptıkları büyük ve kanlı savaşlar aslında bir arayışın sonucudur, belki de bilmeyerek aslında bir şeyler aramışlardır, milyonlarca insanın gerçekleştirdiği tarihin akışını değiştiren büyük kavimler göçü, büyük mucitlerin kusursuz icatları, tarihe misafirlik etmiş her bir sanatçının bıraktığı ölümsüz eserler, yaptıkları yüzyılları aşan mimari yapılarla dönemin mimarları ya da insanlığın gelişmesinde gözden kaçamayacak ölçüde öneme sahip diyalektik üstadı filozoflar, hepsi bir arayışın sonucu varmıştır tarihin onları topladığı mahalleye…
Her gelen nesil bir önceki neslin bıraktığı ayak izini takip ederken
Kimi zaman da kendine anlamsız gelen bazı ayrıntıları atlamış
Ve bunun sonucunda yanlış taraflara yönlenmiştir,
Kaderini ararken, insani hatalar yapmış
..
NEYİ,KİMİ,NEDEN,NİÇİN?
Karanlık Gecelerde Düşleriz
Hep Aydınlığı
Gözleri kamaştırdığını bile bile
Mutsuz zamanlarda ararız
Mutluluğu
Mutluluğumuzda fark etmeyiz hiç
..
Alâyiş yürüyüşünde titrek benlik
Sahibini arayan kimlik kepenk kapatmış
Bir muamma asansörü ki
Vaveylâsı dikişli dairelerde saklı
Bir mendil avuçlaması üstünü örten
Kıpırtısız vazoda yalancı çiçekler
Güzelliğin yalanını söylemede
..
Ve İstanbul'dayım
Alışamadım
İETT otobüslerinde
seyahat yapmanın yorgunluğundayım
Bir çay içmek istemiştim,
Türk çayını verdiler.
Kaçak çayı aradım
..
Iğranırdı seheryeli kör kandili bakışlarda;
yalazı bölüşürdük, hüznü akarsûlarda,
el sürerdi kalbime eczâsı kalbinin tenhâda,
eflâtun rüyâlarımın maddî varlığında.
..
Belkemiğinde büyüdü Çınar!
Çınara tebessüm yağdıran bahar akşamları toplanmıştı rüyama
İrkildim, yutkundum ve ağladım geçen zamana
Gökyüzüne doğru kalkan tozlar için değil,
Hayal süpürgesinde geri adım atamadığım için
Her temizlik sayfası bana bu cümleyi yazdırmamıştı
Mezar taşımın cumbasında seyahat etmeyeli
Tefekkür bir güvercin kanadı ve taşıdığı helecan iksiri
Kapanmadı gözler bin bir renge girerken
Bir bekçi geldi ayak ucuma
Topraktaki gözyaşlarımı siliyordu hızlıca
İyiliğin anahtarını düşürdü sandım, kızmadım gençliğime!
Akan her damla bana gurbet hatırası
Sırtımdaki labirent adımlı delikanlı ise cabası
Bir şakayık gördüm kaf dağı penceresinde
Dertli maşukun dilinden anlayan bir beşik ile
Mezar yolculuğu aynı yol üzerindeydi..
Çünkü sonsuzluğa gidenlerin ayak izleri vardı orada
Bir kutlu el kainatın özüne kulak kesilmişti
İplik vardı nurlu ellerinde
Meşaleler altın sıcaklığına batırılmışçasına süzüyordu onu
Potada eritilen benlik, bir soru sormuştu aşk meclisine
Aşk, taştığında dile gelir!
Yanmayan yakamazdı sicim olmuş gözlerin aşkını
Aşk’a engel olacaksa bir iplik
Mesafeler ilerlemez, şiraze dağılırdı
Kâinat cetvelinde bir darağacı uzaklığındaydı
Kalbi bağlayan ip, hayatı eritebilirdi
Bu ip, o eve de girmemeliydi!
Bir meczup kırmıştı artık asasını
İsyan kıvılcımları bal ülkesine misafir olurken
İhtiyar dünya fidye veriyordu genç aynalara
Korsan tavsiyelerin sarmaşık kurduğu göz istikbalinde
Bir sütun daha yıkılmıştı kalp atışıyla..
Gözyaşları, kainatı aşk ile sulamıştı.
Gürsel ÇOPUR
..