Onuncuköy neresi,neden mi buradayım?
Muhtar olmaya geldim, ilk seçimde adayım!
Çadıryırtan Paşa’ya(*) , karşı geldim göçerek.
Onuncuköye vardım, dokuz köyden geçerek!
Onca yıl aradığım, yermiş meğer burası.
..
bugün yine krizlerdeyim
gitmek arzusu.uzak diyara
veya bir mercan adasına
beni götürecek yegane
canım kadar yakın bana
amcazadem Mozambike
evet! o herzaman ki otomobiliyle
..
Bir zamanlar çocuktuk
Şeytan uçurtmaları ile
Kafa tutardık kuşlara
Ne kadar bağırsak
O kadar çocuk olurduk
Bir zamanlar çocuktuk
..
Daha önceleri, Barış ruhu kokmalı savaş dedim ama, güne daldım, gün derdini doldurdum içine... Kaçakçılığın eline düşmüşlerin anısına biraz ağladıktan sonra, biraz da kendi halime ağlamayı becermiş olayım diye: kaçakçılığın eline düşmüşlüğümüzün görüntüleriydi onlar, biraz ben bu sızıyı, düşüncemin ay ışığı altında, mektuplarıma akıtayım sızısını dedim, yine aynı gün derdi oldu… Güncel konuları izlemeyi düşünüyorum ama: ister kişisel, çevresel, yöresel, bölgesel, küresel… yani evrensel bahaneler şans vermiyor boyutuyla anlatamadım elbette...
Anlatmak değildi belki de, durum halini önce ona buna dokunmadan konu ismiyle toplanmalı, sonra değerlendirip, belki bir dilek, dilekçe, anlatım olacaktı, ama olmuyor ki... var yansın var ortada... ama bu heykel de fena değildi, şu Türk Lokumu hani, ad vermeden önce suratlarını şekillendirmeyi unuttular, severler unutmayı... tam isabet ettirdiler de, Türk demekle biraz fazla suratsızlık ettiler... felsefecilere, konu şekillendirme sanatı da doğuyor, kullanılabilirse eğer... bu sanatı beğendim ben, ama ne çıkarabileceğimi bilemiyorum henüz... böyle konuları karma yapıyorum bilinçli bilinçsiz, bir kelime veya bir cümle beni buna uyandırabilecek diye devam edeceğim kıvranmaya... bir heykel istiyorum suratı Avrupalı, insan gibi insan suratsızlığı, karnı yılan çıyan dolu, kolu bacağı ahtapot...
Bu çalışmaya biraz bocalamalıyım böyle bir taraftan saçılanları, diğer taraftan onları da saçarak ortalığa, sonra toplayarak bir halinden öbürünün de aldığı şeklini ileride yontuya bırakarak... hep açık bırakarak... bu açık bırakmanın hak ve hukuku, sanki felsefeye işlenmeli gibi bir anlaşıyı mı anlamalı, bilmiyorum... yorgunum, çok yorgunum... bu da alabildiğine muhteşem bir konu işte... yıllarımızı mı dolduracak, mezarlarımızı mı, bilmiyorum… üstesinden gelemiyorum bunun... sevenlerimiz sağolsun… Avrupa övgüsü bu sevgi gösterilerine ne diyeyim artık…
Biraz daha düşünce bırakmış olmak için: önce bu içeriği, oraya bıraktığım cümlelerden bir fikir yaratmalıyım... sonra belki düşünmeye dinlenebileceğim yine... kasap yağ derdinde keçi can derdinde halden kurtulamayışımıza aslında çok güzel ışık tutuyorlar, ama bunu daha anlamalıyım... bana öyle geliyor ki, bunu çözmenin kolay olduğuna da imaj mı acaba diye toparlayamıyorum henüz...
..
Kıbleye serdiğim,
Seccadem olur musun..?
Dua; daki elim,
Kokladığım gülüm...
Dalgalı iken durulduğum,
Hayaline vurulduğum,
Gönülden dilediğim,
..
Yol...
Hani bir yere gitmeyen…
Gitmeyen ama götüren…
İnsan da bir yoldur…
Katar katar turnaların, kırlangıçların; heybesinde aşkı taşıyan Yunusların fersah fersah aşındırdığı…
Kendi hürmetine duaya açılan ellerin dualarına “âmin” demek gibidir yolculuk…
..
NE GARİPSİN EY HAYAT! ...
(Mevlit Mavi’ye ithafımdır...)
Ne Garipsin Ey Hayat! Her şey bıçak ucunda,
Biran mutluluk, huzur... Kahır çöker ardından...
Ne insanlar tanırım, ömrü kış uykusunda,
Nasip almayan yoktur, şu feleğin çarkından.
..
Köklerine tutunamamış bir çalı gibi çöl fırtınasında savruluyorum.
Kalıntıları harp malulü bir şehrin yolları tutulmuş, uzaklaşamıyorum bir türlü!
Kağıt parçaları içinde saklanmış şiir bozuntularından muzdaripim.
Her şiir, nefessiz bir kuraklıkta dudaklarımın dudaklarında içtiği serinliğin tehevvürü...
Kırık dökük kelimeler birer kötü diksiyon yırtık yapraklarda, her şiir senin celladın olmalı.
Hükmün ergenekon mahkemesinin hukuk bilmez yargıçlarına yazdırılmalı.
..
Yeni geldim kardaş bizim Artvinden
Toprakla taşından Selam Getirdim
Mevsimi değişmiş gözleri yaşlı
Akan göz yaşından selam getirdim
Şavşatimin Tepeleri hep karlı
İnsanlara Baktım hepsi efkarlı
..
Selamünaleyküm can, iki bin on sene,*
Yedi Ekim Perşembe, zâr destanı yine.*
**
Özürlü çok can varki, sağlıklı daha dün,*
Ya Engelli doğuştan, pek mutsuz O' bugün,*
**
Binden biri Mustafa, Tuncer hüzün çeker,*
..
Şiir besin kaynağımız
Bendi aşar toynağımız
Deryalara vurur iken
Ak sakallı değneğimiz,
Yunus Emre,Dede Korkut
Göktürk'lerde dağımız Kut
..
Gördüm…
Bir işim gereği seyahat ettim.
Gün gündüz, hava da açık
Uzunca bir yol boyu pek çok köyün içinden geçtim
Kahve önleri çardak güzellik
Yollar boyu tarlada bahçede çalışan pek yok
..
Bulutlar geçiyor yine başımın üstünden
Bazen üstlerine oturup onlarla seyahat etmek istiyorum
Acaba ne tarafa,hangi ülkeye doğru gidiyorlar
Gökyüzünden bakınca bizi nasıl görüyorlar
Bizim bildiğimiz anlamda duyuları varmı,
Yoksa hepsi birden,kör ve sağırmı?
..
Kim bizi kabul eder
Topraktan başka
Toprakta doğduk
Yürüdük aşk’a
Kim bizi kabul eder
Durmadan zenginlik
..
Bu bir veda değil
Kaçış hiç değil
Farz edin ki kısa süreli seyahat
Yola çıkmadan önce
Helalleşmek adettendir
Dost dediğin, ahde vefa bilendir
Hoşça kal Dostum!
..
Dinle sevgili!
Dünyada en değerli ve tek varlığım olan,
Canımı avuçlarıma alarak, sana sunmaya geldim
Dinle sevgili,
Dinle ve cevap ver..
Teklifime ne dersin?
..
Açar gül, öter bülbül, bahçe, bağlarımızda,
Tohumlar kök salınca, kutsal toprağımızda,
Ekelim tohumları, hisseye ne düşerse,
Vergilerle yeşerir, çöller Vatanımızda.
Diken solsun, gül açsın çiçekli bahçemizde,
Huzur bulsun inasanlar, bu güzel ülkemizde,
..
ABIHAYAT’LILAR – 4
Yusuf Kenan'a göre, pek kolay bilgisayar
Hünerlidir elleri, anında yapar ayar...
Onun marifetiyle, resimler daim kayar
Abıhayat susuzluk, tokluktur abıhayat
..
Dolandım fuzuli, cismi güzellerin ânlarında...
Hem de İSMİ GÜZELin mekânlarında...
Bu ne arlanmaz bir yürektir heyhat!
Hala istemekte cismi güzelin ânda seyahat!
Doyamazsın bakmaya gözlerine cismi güzelin..
..
Mevsimlerin mucizevî değişimi, hiçbir şeyin aynı kalmadığını kâinatın kudretli melodisiyle kulağıma fısıldarken hep aynı soruyu soruyorum kendime. Bu geçip gidişler, zaman tünelinin görünmeyen ucuna doğru kayıp yok olmalar, ölüm bilincine rağmen varlığın kendini her koşulda taze tutabilmesi, tabiatın soyunması sonra tekrar usulca giyinmesi...; Bu ebedi senfoninin mutlaka efsunlu bir sırrı olmalı. Hayatın acılaşmasını unutturan ahengin kalplerimizde derin bir karşılığı var herhalde. Yoksa nasıl dayanırdık insanı olgunlaştırmasına rağmen parçalayan onca acıya, yoksulluğa, sevgisizliğe, savaşa, haksızlığa...
Kuruyan nehir yatağında her seferinde başka türlü kabaran hayatın genişliğinde kaybolmamak, zamanın dip akıntısında sürüklenmemek için sağlam köklere ihtiyacımız var. Ancak öyle güçlü bir umutla kaybolmuş hatıralarımızı, hayallerimizi diriltebiliyoruz. Oyalanmak için geleceğimize ipotek koyup, amaçlar uyduruyoruz bazen. Okul bitecek, çocuk büyüyecek, ev alınacak, kitap yazılacak, daha çok para kazanıp seyahat edilecek... Yorgun ruhumuzu böyle avutarak hayatımızın akışını kontrol edebileceğimizi sanıyoruz. Hâlbuki o karmaşık görüntüsünün ardında nasıl da basit ve sade bir döngüsü var yaşamın. Doğuyoruz, yaşıyoruz ve ‘sonlu’ bir varlık olmanın bilgisiyle, kısa bir süre misafirlik ettiğimiz bu diyarlardan başka âlemlere kanatlanıyoruz.
Böyledir güz günleri...
..