Sürecektir:
Manis* Hertz Neumann Machines, Planck Wall ki on üzerine tekabül! Ex Excalibur, ilk sevi son akrebe yelkovan kur!
Don’t love in pain! An attach’s sincere; miss, again and again!
Değil mi …
Güneşi gör! güneşi gör! ve kork.. Güneşi gör, sonra kork.
Bir kere …
(Kaçma körlemesine!)
Güneşi gör! vadedeki ışığı …
Sonra kork! !
(korkabilirsen)
1.
‘Cesur olmalı hayata diye’ düşündü, Ted. ‘..Ve’ ‘olunca tam olmalı’. Sonraki aşamalarda; bunun, bilinçsiz düşünülmüşçesine görünen bir etken uslar dizgesinden o günlere ulaştığı kadar kolay olmadığını anladı. Ama bir bakıma, zoru başarmak da buydu zaten… Sırf olmayanı kolay başarmak fakat amacıyla göze alınacak bir şeyde; mantıksal, para ya da ekonomik üstünlüğü kabul etmek kabilinden olacaktı. Bu da, hoşuna gitmedi. Yine de ‘..yola devam’ dedi.
Bir şeye karar vermek ve o şey’in bırakmamak peşini.. bir tür kör atılımlarsa; ‘derecelendirmek denilenin hayatın’ beyin nöronlarıcasına kıvrak kıvrımların -bazı buz pistinde oynaşanların- içinde daldan dala yol almak, macera olmalı ve zevkli de gelmeliydi Ve bu şekilde öne çıkanlar, engellileri maraton’a çevirdikçe; kırpılan mani’ler, kendisi ışıldamaya onların olmalıydı başlayacak
*
Pek bir zeka gerekmez çok arzu ettiğin bir şeye başlamaya: Tek atılımla çok yol alırsın. Üstün görenleriyse özerkliği, yine tek atılım yapmak ister o, ama o hata dolu bir atılımla belki de yaşamı(nı) sonlandırır.. Ve umuda yelken açmaya başlar. Halbuki hiçbir şeyi hesaba katmadan istediği bir şeyin peşinden gidenindir umut zaten nüvesindeki: ‘Ek bir umuda gerek var mı? ’
‘Tanrı da böyle olmalı’ diye düşündü, Ted. ‘..Ve evren, genişledikçe arttırmış zekasını.’
Etine soyrulmamış,* kıyılmamış; kırpılmış sadece koyun Ve kuzuların, koçların günleri yağıyor; kar, lapa lapa. bir arada, aşk ve sevgi böyle fora; sımcacık iklimi dağ membasının, su’dur! Ama ak ve kara’nın birleştiği bir ara köprü ki bir üst küme, kendini oluşturanlarına; olamaz –burada- korku!
2.
Bir gün yalan söyleyen bir arkadaşının gözünü morartan biri olarak daha o ilk gününde ilkokula annesi tarafından sıralara konduğu, pek hiperaktif denemezdi Ted için - annesi gittiğinde ağlamıştı bile- hatta daha çok, tembel gibiydi başkalarına ama aklı gözlemdeydi, gözleri ise pek deli gibi dönmüyordu. O hiperaktif matematik dehası öğrencisi Pirgaip ile bir kere bile doğru dürüst konuşmamıştı. Kendisini fark etmemişti. Belki Ted bile da buna gerek görmemişti. Önemli olmaması bir yana, resimdeki dünya üçüncülüğü bile matematikçinin dikkatini cezp edememişti. Her çeşit insanın bu üstün zekalı matematikçiye –olasılıksal bir potansiyel error’la- benzeyişi ise, ama buydu işte önemli olanı. Bu, gidişatın terör uzantısı yanı idi. Tabi ilkokulun daha ilk günlerinde geçen bu şeyler bilinçli gibi değildi.
‘Daha sonra hiperaktifleşmek’ farklı bir olay olarak sırıtıyor. Sanki Baykonur Uzay Üssü’nde bir bay’ı ağırlamaktalar ki yaşı çocuk kalacak her zaman o konak-konar’ın. Konak bir bakteriyel gibi leke vermeyerek iyi huycul bir misafir Ted, Baykonur’a mı konmuş yeryüzünü düzeltmek için! Ah canım, Pyotr Ilyich misin sen (!)
Amadeus’un Beethoven’la yüzleşebilen tasması mısın yaşamdaki değerleri almak ve bir şeyler için çabalamak uğruna ha? Evet, heyhat! zaman ağır ancak eller hızlı. kalbura çevirdik zamanı! hızla akıttık onu! hızlı akıtınca fakat onu, elleri yavaşlattık ve yine biz yaşamda barışık kaldık… Bu muydu peki istediğin, aşkının gitmesi miydi dilediğin (!) O halde yeniden başla, bu bitmemiş seferlerde.
Aşktaki sevginin dönencelerine benzeyen durumlar, bu gidişatlar. Öyle ki, herkesçe algılanabilesi bir deneysel doğaçlamaya göre: ‘ Amadeus değilsin ki sen canım! Sakın benzemeye çalışma ona ve kızma: kızınca suçluyor, sonra susuyor, susunca hepten dahi oluyorsun. Halbuki, başardıklarının hepsini yalanlarsın böyle bir yalan çaba sonucunda, biliyorsun! Adına ne dersen de, hareketsiz bir deha; bize -bizlere, tüm insanlara- gelir, biz bu yerde varoldukça! Karış karış emekleyip yonttuğun yerin hesabını vermek için yok oluşlara pike geçme! ’
‘ Daha kutsal olabilir sonradan gelen sağırlık ve öyledir, her zaman için en kısmetlisidir kendi ektiğin hasatları biçmek. işler kılmak bir değerler manzumesini; göldeki Gölün Hanımı’nı, belki bir dehayı, harekete geçirmek. Biliyoruz ki de ve öyle değil mi? Beethoven’a, öz benlik parmakları tıngırdattı.’
Baloncuklar çoğalıyordu aklında Ted’in: ‘Çok ananas yediğini sezdirmemek için müzik alanına girdiğini sanmıyorum. Ve/ ama..’ ‘Ay Işığı’na 5000 metre yarıştırsa birinci gelmesi olağandı Beethoven’ın, yani sağlamlığa hız veren, onun ruhu …yoksa bir deha; nerden geldiği bilinmeyen, pek sığ bunun yanında, kuru mu kuru’:
Öyle bir ortam var ki, boyu boyunu her saniye kat kerelerce aşan dalga zirvelerini aşan kulaçlar var her seferinde –belki sonradan oluşma hiperaktifleşmeyle- gösterdiği tek çabalarla! ancak/ çünkü katkısız deha bu olamaz, bu bir çaba! büyük bir emek! anlamlı olmalı mutlaka! !
3.
13 Ağustos günü etine buduna büründüğü o dağa çıkmak istedi. Çok önceleri Çiçek Meydan’lı ipe çekilip kanı da çekilen –ancak bu da başkalarınca; haşa! Papaz’ın Bağı’nda değil, ama saçı sakalı karışmış bazı papalarca - o Vezüv çocuğu Bruno orada mıydı? Yerin dibinden çökelek magmanın püskürerek çıkışındaki gibi anlık bir güneş, biliyordu ki Etna yamaçlarından süzülürken de bu aynı böyledir. Çünkü Etna’yı değil Vezüv’e aşinaydı gözleri fakat babası göstermişti ona uzaktan görünenin yakındakine hiç de benzemeyebileceğini. Tıpkı, buna rağmen merkezi olmayan evrenin merkezini Atatürk buldu: Gri tepeler de açık yeşil …
(Tanrı bilir, depremle beslenmiş, semirmiş, yanaklarından kan damlayan 350 kiloluk domuzu vuran Adapazarlı kuaför, gece görmeden çekmiş tetiği de kepçeyle kaldırabilmişler anca. Bağı bahçesi de varmış ve hatta ürün yetiştiriyormuş da ürününü talan etmiş –hani, programlardan birinde cincik boncuk ince eleyip sık dokumayla Türkiyemin içinde bulduğu adamın birinin içi dolu bir turşucuk; şu Stilistliği kağıt üzerinde gerçekten oldukça yaratıcı itfaiyeci gibi- N’bir iklim ama, ah muamma! Suçsuzdur çünkü, neden saç işiyle iştigal? Niğde’li miydi ne -henüz küçükken annesi ölünce annelik görevi ailesinin ve para kazanma, omuzlarına sırtlanılan zoraki bir sırtlan- küçük köylü kızı Server’e benziyor.
Çanakkale’nin şehitlerinin yattığı yerin üstüne yapılan bir otoparkın mantıksallığı seceresinde ya da eskiden Ankara Hitit Heykeli’nin yıkılmak istenmiş olmasının -ha baleye karşı çıkılma mantalitesinin, olmasının ardındakiler gibi -Gençlik Parkı’ndaki –şaşılır bunu benim dediğim ama- o güzelim Ada Çay Bahçesi’nin kapatılmasının ve ah, yıkılacak olmasının; Robert Smith’in gerçekleri görerek, rimel ve ‘pörtlemiş göz çeperi’ boya bulamacında pek ala bulunabilir bunlar, bu merak edilenler! ! !
Çocuk sesleriyle şenlendirilen The Wall’da da bulunabilir: Anarım seni Gülten Dayıoğlu, ah “dünya çocukların olsa “! ! ne sol, ne sağ, yaşadığımız bu dünya! Borcu varmış çay bahçesinin. Külahıma anlat: Havuzda balıklar yok, ne var ki cennet bir vaha’dan çalınmış bir ‘kovmasınlar lahanayı’; buhar tüten semaveriyle gelen çay eşliğinde karşında yeşiliyle ve insanıyla bir manzara! O insanlar da bizim, şehitlerimiz de, Robert keza: Anlaşmayı denedin mi hiç onlarla? Korkarak, arkasına bakmadan kaçmak, budalalıktır, sorunlarla!)
Böyle şüpheler içinde, böyle şüphelerle barışık tepeye çıktı, Ted. Vezüv veya Etna’yı arasa ne olacaktı ki: Orada pekala Araf ya da Anıtkabir vardı. Kendinden emin olup mücadelesini verirken, bunun gücünü başkasından almak, böyle bir şey olmalıydı. Ne var ki, yine de, kendisi için yaşaması gerektiğinin bilincindeydi. Bazı şeyler için.. –o ‘kayıp bazı’- ve hayatta kalmak. Bunu, öğrenmişti.
-
bazı açıklamalar:
Antoloji’de yazdıklarım için, ilk kez bir denemede uyak olayını –uyaksal simetri veya asimetrik simetri- asgariye indirmeyi denedim. Daha bir klasik anlamıyla öyküsel havasına girdi sanırım, ne kadar olduysa.
Sanırım, uyaklar daha az tutulurken, bu sefer dili daha zengin olmuş.
buradaki ismi Ted, düşüncede tesadüfi çıktı ortaya. Ahmet, Mehmet olarak da adlandırılabilir.
Bruno: Giordano Bruno
Soyrulmamış: papates soymak gibi (türetme)
R.Smith: Cure grubunun solisti
Manis: düzülen maniler anlamınca
13/ 16 ağs ‘05
Akın AkçaKayıt Tarihi : 16.8.2005 06:16:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!