Kaç yıl.
Kaç yüz yıl.
Kaç bin yıl.
Üşüdüm akşam üstülerinin yetimliğinde.
Köhne kaldırımlara pazarlarken yalnızlıklarımı.
Her çeyrekte paketinden bir eksilen sigaram.
Asra bedeldi saatlerin her dakikası
Kudururken boğazımda ki iflahsız yaram.
Ve yorgunluğumun üstüne çöken her zifir gecede.
Nice hasretler taşıdım can evimin orta yerinde.
Nice acımasızlıklar gördüm.
Nice unutulmuşluklar yaşadım çektiğim işkencede.
Nice kışlar geçti üstümden titrerken duvar diplerinde
Nice anılar biriktirdim geçmişin tozlarından temizleyip.
Yokluğun gem vurulmaz isyanları içimi acıtırken.
Acımasız büyüyen bir mutluluk dokunurdu tenime.
Ürperirdim.
Varlığımı yokluğumla savunurdum.
Öylesine avunurdum.
Öylesine üşürdüm ki,
Üzerimi yalnızlığımın ayazı kuşatırdı.
Ankara’yı kar.
An - kara
Ankara!
Ömrümü çalan şehir.
Beni benden alan şehir.
Her tarafı yalan şehir.
Her köşesi talan şehir.
Ankara bu işte.
Ankara bitirir
Ankara insanı kendi içinde yitirir.
Yakar Ankara,
Ankara yıkar.
Şimdi veda zamanı.
Son yolculuğum bu bir başıma çıktığım.
Hüzünlerle haşır neşir.
Ve önümde gelip duran tahta bir teneşir.
Şimdi size söylenmemiş sözlerimi
Ve her adımı yalnızlık dolu izlerimi bırakıyorum.
Vazgeçiyorum
Bir ömür kanı içime damlayan gönül yaramdan.
Vazgeçiyorum demli çayım, tek dostum sigaramdan.
Şimdi size kimsesizliğimi
Size sessizliğimi hediye ediyorum.
Ve kayarak ellerinizin arasından
Gidiyorum.
Ne dostlarım var uğurlayan
Ne arkadaşlarım ne çocuklarım.
Bir teneşir üstünde tek başıma
Noktalandı işte bütün yolculuklarım.
Bırakın beni olduğum yerde.
Dokunmayın.
Dokunmayın cenazem kalsın teneşirde.
Suyumu bulutlar döker
Ankara yıktı beni
Cesedimi de
Ankara yıkar.
Mustafa ŞekerciKayıt Tarihi : 17.7.2008 00:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
“Şiirlerin beni çok etkiliyor. Onları yazan adamı tanımak istedim” diye yazdığı bir mesajıyla tanışmıştık onunla. Sonra dost olduk., Bazen amca dedim bazen de dayı. Abim oldu en çok. Dert ortağı olduk, sırdaş olduk, haldaş olduk. Adını yazmıştı ilk başta ama unuttum. Bir daha da sormadım hiç neydi diye. Onu Antolojide ki rumuzuyla andım ve hep öyle bildim. ŞEY-KA. İki hecelik bu rumuz kendisi için mutlaka bir şeyler ifade ediyordu. Ama sormadım ona ŞEY-KA nın açılımı yada anlamı ne diye. Ne önemi vardı ki adının ŞEY-KA Ahmet, Mehmet yada Seyit oluşunun. Abimdi işte. Ankara’da Devlet Su İşleri bünyesinde mühendis olarak görev yapıp emekli olduğunu söylemişti. Bir de hastalığını. Kanserdi. Birkaç kere gırtlağından cerrahi operasyon geçirmişti. Radyo terapi görüyordu. Doktoru hastalığını yendin diyormuş. Seviniyordu. Seviniyorduk. Çok uzun yazardı. Anlatır, anlatırdı. Onu dağda ki evime davet etmiştim. Söz vermişti. Gelecekti bu yaz. Yetiştirdiğim domateslerden, salatalıklardan, biberlerden salata yapacak, derede birlikte balık avlayacaktık. “Ama ben geldiğimde seninle konuşamam, sesim çıkmıyor” derdi. Takılırdım bende; “ Allah’tan konuşamıyorsun. Yazdıklarını okumakla başa çıkamıyorum, bir de konuşsaydın nasıl katlanırdım sana” diye. Ve bir gün yazmadı bir daha. Ona yazdıklarıma da cevap vermedi. Aylar sonra bir mesajını gördüm sayfamda. Sevinmiştim abimi, dostumu yeniden yazıyor gördüğüme. Mesajını açtığımda onun yerine torununun yazdıklarını okudum. “Dedem çok hasta ve hastanede yatıyor, sizin adınızı verdi. Ona yaz haklarını helal etsin dedi” diyordu. Cevap yazdım torununa. Yazmaya çalıştım daha doğrusu. Ne diyebilirdim ki? Kanser denen illetin bir geldi mi bir daha gitmediğini kan kanserinden vefat eden kızımdan biliyordum. Ve biliyordum ki ŞEY-KA artık olmayacak. Abim, dert ortağım, sırdaşım olmayacak bir daha. Keşke yanılıyor olaydım. Keşke.. Bir hafta kadar sonra bir kere daha yazdı torunu. “DEDEMİ KAYBETTİK. BAŞIMIZ SAĞ OLSUN” Bu şiiri ŞEY-KA için kaleme aldım. Onun anısına. Mekânı cennet olsun.