Sevmek korkusu... Şiiri - Ömer Faruk Girgin

Ömer Faruk Girgin
115

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Sevmek korkusu...

Gözleri o kadar iriydi ki aynı anda birçok mevsimi gözbebeklerinde taşıyabilirdi ama o gün, durgun ve sade bir sesle bana hiç unutamayacağım son cümlesini söylerken ben onun gözlerinde mevsimini yitirmiş bir alacakaranlıkla, o alacakaranlıkta koşan siyah ceylanlar gördüm.

- Benden ne istiyorsun, senden korkuyorum!

Cümlesi bittiğinde gece ve ceylanlar kayboldu, mevsimler belirdi yeniden ve bir gülümseme.

Niye bir kadın çok sevebileceği bir erkekten korkabilirdi acaba?

Bulduğum her cevap bir başka soru sordurdu bana.

Bir kadın sevebileceği bir erkeği hayatına almayı belki isteyebilirdi ama diğer bir kadına dayanamayacağı için böyle ağır bir acıya tahammül edemeyebilirdi..

Ama niye sevgi böyle bir yok oluşa ya da yok edişe yol açacak bir korku yaratıyordu.

Sevgi insanı acıdan koruyamıyor muydu?

Bazı sevgileri koruyordu belki ama bazen o sevgi bir kuşkuyla, bir güvensizlikle, öfkelendirici bir aldırmazlıkla yaralandığında, bu yara ne kadar küçük olursa olsun, oradan acı sızmaya başlıyor, içeri sızan her damla acıyla o yara büyüyor ve yeni acıların girebilmesi için sevginin kırılgan kabuğunda daha büyük çatlaklar yaratabiliyordu.

Sanki sevgi sonsuz bir korkuyla kuşatılmış gibiydi.

İlk yara oluşana kadar inanılmaz güçlüydü, her türlü acıya karşı dayanıklıydı, hayatın bütün kederini ve zorluklarını dışarıda tutabiliyordu.

Ama o ilk yara açıldıktan sonra, o sevgi ne kadar büyükse o kadar dayanıksız oluyordu.

Belki öncesi yaşanmış bir öykünün çığlıkları vardı kadında.

Belki büyük kırılganlığı sevginin büyüklüğü yaratmasından korkuyordu..

Sevginin içi acıyla, korkuyla doluyordu.

Onları birbirinden ayırmak neredeyse imkansızlaşıyordu.

Bir zaman, belki o eski günlere, bütün acılara karşı dayanıklı olan o sevginin yaşandığı günlere yeniden dönebilirim diye bekliyordu.

Ama korkuyordu.

Sonunda dönemeyeceğine karar veriyordu.

Bundan kurtulabilmek için sevgiyi, erkeği ve kendisini öldürmek zorundaydı.

Ve bu zor işti.

Öldürmek bile yeterli değildi.

Bir sevgi acı vermeye başladığında, dokuz başlı masal ejderhalarına dönüyor, her yanından zehir ve ateş püskürüyordu.

Bir vuruşta onu öldürmek mümkün olmuyordu.

Önce onu parçalamak, kurtulma isteğiyle bilenmiş öfkenin keskin kılıcıyla, ateş fışkırtan ejderhayı budamak gerekiyordu.

Ve parçalamaya başlıyordu kendini.

Aslında sevgi parçalanıyordu, acı parçalanıyordu, korku parçalanıyordu.

Kılıcın her vuruşunda ümit veren bir ferahlama yaşanıyor ama ilerde bir aşkı parçalamanın hesabını soracak gizli bir keder de derinlere pençelerini geçiriyordu.

O lekesiz günlerin, neşeli sabahların, ortak ve mahrem şakaların her an biraz daha uzaklaştığını hissediyordu, uzaklaşmanın getirdiği rahatlamayla birlikte bir daha dönüşü olamayacağını bildiği unutuşa yaklaşmanın sarsıcı hüznü kadını kuşatıyordu.

En çok yaşamak istediğinden en hızlı adımlarla kaçıyordu.

Ejderha yavaş yavaş ölüyor, korku ve acı küçük parçalara bölünerek azalıyordu.

İçinde bir boşluk doğuyor, oraya bir başka sevgiyi yerleştirmeye hazırlanıyordu.

Terk edilmeye hazırlanılan bildik bir evi andırıyordu ruhu.

Tanıdık bütün eşyalar beyaz örtülere sarılıyor, perdeler indiriliyor, sesler mahzun bir uğultuyla boşlukta yankılanıyordu.

Biraz sonra bu evden çıkıp gideceğini biliyordu.

Ona acı çektirmiş ama çok da sevindirmiş bir evi terk ediyordu.

Son anları belki de en hüzünlü olanlarıydı.

Üstleri örtülmüş ama altlarında ne olduğu hala bilinen parçalar darmadağınık duruyordu.

Korkudan kurtuluyordu artık.

Kurtulmanın bütün kederini hissederek...

Ve şimdi o iri gözbebeklerinden, ne zaman korkudan söz etse bir alacakaranlıkta koşan siyah ceylanlar geçeceğini biliyordum.

Siyah ceylanlar orada hep koşuyordu…

Ömer Faruk Girgin
Kayıt Tarihi : 29.5.2004 18:05:00
Ömer Faruk Girgin