Sevmek Çiçeklenmektir Şiiri - İhsan Arı

İhsan Arı
58

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Sevmek Çiçeklenmektir

SEVMEK ÇİÇEKLENMEKTİR

Takvimi tanımayan gözleriyle çok ötelerdeki dünlerine baktı kara adam. Çocuğa yakın bir bebek oturuşuydu geçmişteki duruşu. Delikanlı bir mısra gezindi içinin havalandırmasında. Cama vurarak aşka çağıran damladan harflerdi arabesk bir ezginin etrafında gezinen. Bu şarkıyı ne çok söylediğini anımsadı. Damlanın cama vuruşunu hiç tanımadı. Yaşamını kitaplardaki yazılara göre bölmelere ayırdı. Camdan kulübeler yaptı ya da köpükten. Bebekliğini, çocukluğunu, delikanlılığını, orta yaşlılığını, babalığını koydu her yerine.
Cam kulübelere bağırdı. Yalnızlar bir adım ileri! Hepsi aynıydı. Deli poyraz yalamasıydı. Yağmurlar camdan kulübelere yağmamıştı. İliğine kadar ıslanmıştı. Çamaşırsızdı.

Sevmek ağlamış bebek oturuşudur
Damlaların camlara vuruşu
Yalnızlığın rüzgârla savruluşudur sevmek

İçinde harf batağı derin bir deniz hissetti ya da derin bir denizde içini. Ne fark eder diyemedi. Demezdi zaten. Çiçeği, böceği, çocuğu, ölmüşü, öleceği hep fark ederdi. Bir deli sevişmeydi bu fark ediş.
Zamanın kanayarak yırtılan bekâretinden şimdiler fışkırıyordu zaman dışı. Ölümle yaşam arasında seğiren, kasılan, titreyen, halsiz, hayalsiz ve gölgesiz kaldığı yerdi ömür dışı.
Kafesini delen harfler, pir-analara dönüşerek sıyırıyordu içindeki şiir cesetlerini. Kalın kara çizgiler oluşuyordu el, ayak değmemiş iç evleklerinde. Pulluğun sağında, ayna tarafında koşumsuz bir doru at, dizginlediği öfkesiyle kükrüyordu. İyi. At murada yorulur dedi içini süren görünmeze. Yetmedi mi? Köslü toprağına çevirdin içimi. İçi işlenmeli insanın dedi görünmez. Hamda, gende ekin yeşermez. Şiir mi fidelenir ham gönülde?
Doru at yangın kanatlarını savurdu. Kayalardaki bütün kaklıkları kurutarak uçtu. Pulluğun aynasına sağ gözü çanak kör bir avrat oturdu. Kartal pençesi elleriyle yarılmış, kabarmış iç bedenine harfler sokuyordu. Adam genelevden taşan bir uzun havayı dinliyordu. Şiire benziyordu.

Sevmek içindeki şiiri dinlemektir
Satıra oturmayan sözlere gücenmek
Yine de harfleri incitmemektir sevmek

Kör kadının içine gömdüğü şiir tohumları kendini yardıkça içini de yarıyordu yarım adamın. İçinde şiir yeşermeyen insan yarım sayılır diyordu görünmez. Çünkü diyordu bir hasreti göstererek, tohumdan çiçeğe tamamlanmaktır insanlık.
Tamlık çiçeği yaşayıp tekrar tohum olmaktır oğul. Düşünme. El atına benzer düşüncenin çiçekleri. Düşünme sevmeyi, sevgiyi, sevilmeyi. Sev… Sevmek, çiçeği düşünmek değil çiçeklenmektir. Şarabın hayali sarhoş etmez insanı. Üzümü anlamak mıdır şarabı tanımak? Üzümden şaraba, harften şiire acılanmaktır insan olmak. İnsan olmak, sevgi olmaktır oğul. Görünmez, görünmezliğe karışırken harfler çiçek açıyordu.

Sevmek sevgiyi anlamaya çalışmak değil
Sevmek sitemde anlam aramak değil
Sevgiye teslim olup anlayış olmaktır sevmek

Şefkat kanatlı anlayış atları havalanıyordu Havva’nın memleketine. Memleket ki türküye benziyordu, uzun, boz, kırık, hava, Havva, er, kan ve uğur. İncecik yerlerinden, incecik sızılar sızıyordu daha deniz görmemiş kavlak burunlu kara delikanlının. Kanı deliydi belli de yüzkarası değildi yüzünün karası.
Kayaların ve dağların kuzey yamaçlarını gösteriyordu gözlerindeki işaret bebekleri anasına. Aha diyordu ana, bak kuzey budur. Işığın yosmalaşmadığı ressam mekânı… Öykümün harflerini oralara serpmiş olmalı döl döken mavilik tanrısı. Dur diyordu annesine. Annesini, an-ne ve sine olarak tuhaf hecelere bölüyordu. Bütün sesleri mavilere boyayacağım AN deyip duruyor sonra dağlara dönüp küçücüklüğünü görüyor ve NE diye çığlıklar kusuyordu.
Kartallar korkup çalılara düşüyordu. Gölgeleri gövdelerine karışmış canavar çalılar kartalları yutuyordu. Kartalların taze yumurtaları erken çatlıyor, küçücük yavrular daha uçmayı öğrenmeden yuvadan uçuyorlardı. Kanatlarıyla kara çocuğun şiire boyadığı mavilerin içine kelebekler döküyorlardı.
Kanyon kuyusundan usturadan keskin bir çığlık yükseliyordu. Yusuf’unkine benzemiyordu. Dişi bir keskinlikti geceyi ve her yeri delişi, dilişi.
Korkusunu bölmek için küçücük elini ağzına götüren kara çocuk kesilmiş dilini avuçluyordu. Mushaf torbasından Kuran’ı çıkarıp mor dilini koyuyor ve büzüyordu. Seni seviyorum anne diyemediğine ve bir daha diyemeyeceğine üzülüyordu. Kuran’ın yapraklarını mıntısıyla tek tek kesip kartallar yaptı. Mushaf’ın muşambadan cildini yaralı küçücük ayaklarına sardı. Kuran’dan kartallarını kaklıkların çevresinde bir bir hizaya soktu. Dilsiz ağzı ve engelsiz nefesiyle haydi uçun diye bağıracaktı. Ham ve küçücük harfler döküldü kartalların üzerine gözyaşı yavruları olarak. Onca Kuran kartalı mavi kelebek oluverdi kayanın bu yüzü gecenin her yüzünde. Uçtular. Uçtular. Uçtular. Elifle başlayan harfler doluştu dilinin boşluğuna.

Kelebeklerin uçuşunu izlemektir sevmek
Deli yelin kanat yırtan yüzünü gözlemek
Yine de fırtınanın isyanını dinlemektir sevmek

Kanyonun pınar gözlerinden bakıldığında kalem hatası minicik, kara bir noktaydı muşamba ayaklı çocuk. Bakmayın noktaca göründüğüme diyecekti. Hayat cümlesinin daha ilk virgülüyüm. Yer, virgülü çekmez diyecekti. Ana diyecekti. Belki de utanmayı göze alıp anne diye seslenecekti. Anne lütfen sev beni.
Kanyonun keskin yarığından rüzgârı öfke, öfkesi rüzgâr bir dişi, vahşi yel kabardı. Ne gözleri vardı ne kirpikleri. Uçuşan nazlı kelebekler ne kadarsa o kadar elleri vardı. Kelebek suretinde kırklıklar taşıyorlardı. Kırklıklar, kelebeklerin kanatlarını yarı derili kırktılar. Kelebekler artık yaralı köpeğin kurtlarıydılar. Kımıl kımıl yara deşen korkularıydılar.
İçinden, kelebeği kelebek yapan kanatlarıymış diye geçirdi. Vicdanının mahkemesi hemen o an, oracıkta kırk kere tövbeye mahkûm etti kara nokta görünümlü virgül çocuğu.
Kanatlar nasıl uçurur kendini?
Hayır diye haykıramadı. Tövbeleri söylemeyeceğim diye söyleyemedi. Mushaf torbasındaki mor diline el bastı ve yuttu kesik dilini. Anne dedi içindeki kesik diliyle usluca ve usulca.
Küçük kara bir noktaydı şimdi hayat cümlesinin sonunda ve kanyonun kayasında. Atkuyruğundan yapılmış kara bir top gibi bıraktı kendini uçuruma. Gök gürledi. Sağanaktı kırkılmış kelebek kanatları. Sesten, sustan ve karanlıktan hızlıydılar. Rengârenk kelebek kanatları yönsüz kara noktanın her yerini kanatarak yapıştılar. Nar kırmızı bir kanat topuydu şimdi virgülden dönme çocuk.
Öylece asılı kaldı kanat çocuk vadinin V ortayında. Kanatlarını tek tek yolup fırtınalaşmış annesine uzattı. Sana kanatlarımı değil kanımı veriyorum. Kendimi veriyorum. Sana dönüyorum al beni dedi yaralı diliyle.

Sevmek varını yoğunu vermek
Azalmanın hafifliğine ermek
Vermenin vermek olmadığını bilmektir sevmek

İhsan Arı Mayıs 2009 – Altınoluk
ariihsangmail.com www.art-arinim.com

İhsan Arı
Kayıt Tarihi : 17.10.2009 06:20:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İhsan Arı