Aşağılamak…
Veya
aşağılanmak…
Kişide en büyük sıkıntıları yaratan iki kelime ve de bende…
İşaretlenmeden içimizde hiçbir anlam taşımayan bu kelimeler sahiplenildiği zaman veya üzerine atıldığı zaman benliğimizde derin izler bırakan bu iki kelime…
Bu güne kadar yazdığımız her ikimizin de yazdığı yazılarda bu kelimeler asla işaretlenerek kullanılmamıştır…
En kızgın zamanlarımızda bile birlikteyken veya daha sonraları da asla kullanılmamıştır…
Acılar veya suçlandığımız anlar hep saygı çerçevesinde kalmıştır…
Gittiler, kaldılar derken bile asla birbirimize zarar vermedik, vermek istemedik ve vermeyeceğiz diye yazarken de kasıt buydu…
Bu da sevgiye saygıydı…
Sevmişlerdi bir birlerini…
Severek ayrıldılar…
Severek gittiler…
Severek kaldılar ama asla aşağılayıcı cümleler kullanmadılar dedirttiler hep kendilerine…
Sevmek aşağılanarak dışlanmayı sevmez…
Ve
böyle kaldıkça saygın sevgide kaldılar…
Sevgi ben senin için ölürüm derken bile saygın sevginin limitini zorladılar…
Adı sevmekti…
Adı severek yüceltmekti, yürekte taşınan sevgi tasvirinin…
Özveriydi bu hem de limitleri zorlarcasına unutulmaz sevgiyi yazıyorlardı birbirlerine…
Dar zamanlarda en büyük gücü bu düşünceler veriyordu haklı olan daima saygın kalırdı…
Haklı olan dirençli olurdu. Dik dururdu, dik durdukça da özveri limitlerini zorluyorlardı…
Hadi oradan sende demek bile onlar için arsızlıktı…
Aradıkları tek şey hoşgörüydü…
Farklı yaşanan bir sevgiydi bu, herkesin yaşadığı gibiydi belki de ama saygındılar birbirlerine ve gülüşleri sahte değildi…
İç içe,
İçin için içe, ama sevgiye saygın gülüştü bunlar…
Ve ben seni ilk halinle sevdim derken bu saygınlık vardı diyordu içindeki ses…
Birden içinden geçen cümleyle irkildi…
“Ben bu kaderin içinde kalmayacağım…” dedi… “Kalmayacağım…
Değişmesi lazım,
değiştirmem lazım, bunu yapmaya gücüm yetecek mi” dedi… “Yetecek mi? ”
“Kaç kişi başarmış? Kaç kişi?
Ben hangi güçle başaracağım ki bu kadar inatla üstüne gideceğim? ”
“ Yorgunum… Vazgeçilmez duygularla savaşıyorum, kendimi kendimle ölçüyorum, ben kimim, kimim ben? ”
“Hayatın zorlanmasında ben kim olmalıyım?
Yalnız ben mi, yoksa senle kendimi yan yana hissedip, kendimle baş edebilecek miyim? ”
“Lôdosta dolaşan bir baş, poyrazla donuklaşan bir beden. Ve fırtınada savrulan bir ruhla iç dünyam neyi nereye kadar zorlamalıyım? Bir taraftan hasret kucak açmış içime, bir taraftan gidişinin bıraktığı boşlukla ben…
Kaç ruhsal olayın bedeli omuzlarıma kırbaçla vuruyor,
kaç sen varsın içimde,
kaç yüzlü sensin bu yüreğime yapışan?
Unutmanın formülü yok,
kaçışın sonu yok…
Beklemek ruh bozuyor…
Ben kanatları kopuk bir can,
sevinme hakkı olmayan,
neyin peşinde koşuyorum hâlâ,
sevgi saygınlığı mı bu, dudaklarımı kurutan?
Aynalara bakmaya korkuyorum,
kendimi kendimle ürkütüyorum,
bir sensin,
bir benim…
İkiz görüntü aynada, yüzüm darmadağın…
Dudaklarımın derisi buruşmuş,
dişlerimi sıkıyorum,
ıslık çalma isteğim çıkıyor ortaya…
Vay be demem baskın çıkıyor,
Vay be hayat…
Sanki bir topuz gonk sesi çıkaracak kafamda… Eski savaşçıların kullandığı bir gürz vuruyor sanki başıma…
Vay be hayat demek ne büyük çaresizlik, ne büyük güçsüzlük…
Kendimi kiminle değiştireyim, eskiden olsa düşünmeden sen olurdum…
Şimdi ise,
sevgide saygın kalma dövüşü,
bu…
Bir beni tutamıyorum, bir sana dön gel diyemiyorum…
İki ucundan çekilen bir urganda güç denemesi bu…
Vay be hayat…
Gücüm bitti bile diyemiyorum ki kendimden kopayım…
Hangi kimlik üstün gelecek,
Seni seven ben…
Senden nefret eden ben…
Senden tiksiniyorum diyen ben kimliği mi güçlü…
Dönmem lâzım aslıma…
Ve
seni sevdiğim ilk haline…
İşte o zaman sakinleşiyor ruhum…
İşte o zaman uysallaşıyor…
İşte o zaman munisleşiyor ruhum…
Sevgide…
Saygın sevgide…
Hayata ben istemeden geldim ve ben istemeden de gideceğim her halde…
Hoyrat bakışlarda bu gözler...
Aşağılamadan…
Aşağılanmadan,
varım demek saygın sevgide içime yapışıyor…
Giden de ağlar… Kalan da ağlar… Ben de ağlarım… İnanıyorum ki sen de ağlıyorsun…
Işığın karanlığı delmesi bu ruhun özgür hissedilmesi…
Bir boşluktayım… Seni arıyorum bu boşlukta… Boş boş... Boşu boşuna...
Bir umut ya...
Kör kuyudan çıkacak bir ses değil ya bu...
Kör kuyuda olsam ne yazar...
Baht bu... Ama kader de denir... Oysa bu belki de kayboluş... Kaderde...
Böyle mi olsun istedik... Böyle mi olsun dedim yar...
Yüzümdeki çizgiler sendendir... Yar... Sendendir...
Avuçlarımdaki çizgiler kaderdendir, doğuştandır... Yar...
Ama...
Eskidiler be yar...
Hoyrat bakışlarda bu gözler...
Sadece hayat der yalana...
Akıp giden günlere...
Herşey boş kadere bağlanan,
boş bakışlar dolduruyor yüreği be yar...
Unutmak,
çam ağacının altından kozalak toplamak gibi belimi bükülüyor...
Bir düş denizi bu,
dalgalar puslugri,
bir kum sahili bu,
kum kalelerinin yıkıldığı...
Bir ben bu,
korkulu rüyalar gören...
Kenara köşeye atılmış bir aşk...
Kenara atılmış bir adam...
Aşka umarsız bakan bir kadın...
Ve
geçmişi ile bocalayan bir adam...
Varmış, sanki yokmuş gibi bir yaşam...
Sadece içinde var kalmaya uğraş veren bir can... Ben...
Her şey birikmiş sanki bir yerde...
Yaşanmış hiç bir şey yok sanki...
Hepsi anılar mezarlığında...
Bir düş olsa görüntüsü kalır gözlerde...
Ben seni unutmak üzereyim yar...
Sana ne desem şimdi?
Bir maziydi unutuldu gitti desem olur mu ki?
Kor olmuş içimiz yine alevlendi...
Hoyratında bir bir bakışın,
içinde bu yaşam...
Kim ki adam... İnsan...
Ben adam değil miyim ki... Ya sen...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 21.11.2009 10:20:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)