Dilindeki türkülerin burçlarında fallar açıp yalnızlığına.
Gözlerin, buğday çiğiti sürmeler çekiyor bak yüreğime.
Sevdanın tahta köprülerinden geçişini tamamladığında
Konuşsun yüreğin, sevişsin bedenin artık yıldızlarla.
Yaşanan tüm güzelliklerin anısına, gökteki yıldızları yeniden çağırdım gönül soframa. Gözlerinin ütopyasını yeniden keşfedip, yeniden girdim gizemli ülkenin koyaklarına. Sana sunduğum, seninle paylaştığım ne varsa, kutsal bir kadehe doldurup yeniden içtim.
Yaşamın kulpundan her tutuşumda seni keşfedebilme, senin ülkende kalabilme ve senin sularında yüzebilmek için girdim gönlünün masmavi denizlerine. Gücümü kaybettiğim anlarda bakir adalarına çıktım, vahşi ormanlarında yürüdüm ve kuzey paralelinde seni aradım. Hasretinin kucağına kendimi her atmak isteyişimde fırtınalar çevreledi bedenimi ve rüzgârlarına direnebilmek için aşkını aradım.
Yıllarca süren bir kaçışın büyülü lâbirentlerinde kalabilmek, o gizemli derinliklerde yüreğinin incilerine ulaşabilmek ne zormuş bebeğim. Doğan her günün, batan her güneşin ışıltılarında hiç çözülemiyecek bir muammanın kalıplarını taşımak, bir dilenci gibi sana el açmakla eşdeğermiş.
Sevdalar her devirde aynı maskeyi taksa da yüzüne, aşk pınarlarının suyu hep aynı durulukta akmakta güzelim. Sevginin coğrafyalarında koşuşturmaların, sığındığın mabetlerin kapısını gizemli bitkilerle örtse de seni ve sevgiyi aramalarım hiç bitmedi benim. Zehirli bir kaktüsten damlayan kan gibi, şiirin irininde seni solumalarım hiç, ama hiç bitmeyecek bunu bil.
Kendini kaçışlara vurduğun anlarda, kilometrelerin arzulara belendiği saatlerde, öfkemin alaca karanlık kuşaklarında aşk'a kayıtsız durabilmek, rotasız gemilerle çıktığın yolculukta, usunu heder eden ayrıntıların kollarında yanıtsız sorularını duymazmıyım sanırsın? Ne kadar dirensen de o dokunmaya korktuğun aşk'a, birgün kollarına atılıvermeyi istemez misin? .
Dilindeki dualar, gizemli yüreğinin yükleri, sanki samyeli yağmurları bebeğim. İçinin bozkırlarında ve açılmasını asla istemediğin mabedinde yüreğini simyacılara açmazsan, kim bilecek, kim çözecek isyana dönüşen yakarışlarını? . Hergün yüreğini çepeçevre saran anlaşılmaz yumaklardan kaçmayı denedikçe, bedeninin gelgitlerini nasıl bitirebilirsin? .
Saçlarını, gözlerini, ellerini ve yüreğini ormanların yangın saatlerinde yıkamak zor değil aslında. Kelimelerin birbirine sürtünmesinden doğan bir kıvılcım gibi, kavın çakmak olduğu, çakmağın da ateşe suskun durduğu anlarda kafdağına tırmanmayı denemelisin. Onlarca başlı bir yılanın kendini soktuğu anlarda durmadan kemirip tırnaklarını cehennem yalnızlıklarını yaşamak senin gerçek profilin değil anlayacağın.
Zaman, hiç verilmemiş haklardan, hiç bitmeyen küskünlüklerden, durmaksızın çoğalan ve maviliğini yitiren denizlerden ibaret aslında. Yanlışların ormanlarında dallarını gür tutmazsan yüreğinde ne bulut dolaşır, ne de güneş açar. Yalnızlığın upuzun çığlıkları dağlara çarpıp geri döndüğünde bulutlarla, gözlerine yaşlar üşüşecek ve kelimelerin gecenin yüreğini delik deşik edecekler. O an, hüzün korkunun soğuk kayalığına çekilecek ve bedeninin alevi çarpacak belki de yüreğime.
Dilindeki türkülerin burçlarında ve yüreğinin dikey limitlerinde fallar açıyorsun yalnızlığına. Gözlerin, hüzünlü bir senfoninin gelgitlerinde buğday çiğiti sürmeler çekiyor yüreğime. Sevdanın tahta köprülerinden ya geçecek, ya da mavi sulara ürpertiyle bakacaksın. Korkularını öpüşlerinle ve aşk'a dokunuşlarınla bitir. Konuşsun yüreğin, sevişsin bedenin artık yıldızlarla.
Kayıt Tarihi : 7.7.2005 14:46:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)