Sevildim mi? -2- Şiiri - Erbil Kutlu

Erbil Kutlu
173

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Sevildim mi? -2-

Artık ortaokullu idim. İlkokuldan ve her nekadar renklerini sevsemde, beni boğan o beyaz yakadan kurtulmuştum. Bir an gelir takmamak için onu, koparırdım iliklendiği düğmesini ve spor ceket gibi giyerdim ya; geçmişti ogüzel günler.

Şimdi gri pantolon, larcivert ceket, beyaz gömlek ve larcivert kravat takıyordum. Kendimi büyümüş gibi hissetsemde, her derse ayrı bir öğretmen gelmesine alışmam uzun sürecek gibi gözüyordu. Değişimlere alışmam öyle kolay olmazdı, o zaman bile.

Babamda Tekirdağ’a tayin olmuş, eve sadece hafta sonları geliyordu. Yalnızdım.

Hayatımın 10 yılına damgasını vuracak olan “Yalan Rüzgarı” dizisi başlayalı 1 yıl olmuştu bile ve annem bıkmadan her akşam saat 6 dedimi, TRT2’de onu seyrediyordu.

Evet, bugün ilk günüydü. Okul bahçesinde sıraya girmiştik. Allah’tan öğlenci idimde, katlanabiliyordum bu engameye. Yoksa sabah sabah olsa katlanamaz, bulaşacak bir ilgi alanı bulurdum kendime ve bir öğretmenin gazabına uğrardım mutlaka.

Ve artık sınıfımıza çıkmıştık. Büyüdük ya aklımız sıra, hiç tereddütsüz gidip sınıfın cam kenarından en arka sırasına oturdum. Sırtımda da kalorifer; oh ne güzel kışa üşümeyecektim. Lakin o dönemde güneş, tüm güç ve imkanlarını seferber etmişti ve İstanbulu’u kavurmaya devam ediyordu.

İlk öğretmen derse girmişti, “Merhaba arkadaşlar. Fen bilimleri dersini birlikte işleyeceğiz. Adım Emine Keski.” demişti. Doğrusunu söylemek gerekirse kadına içim hiç ısınmamıştı. Nereden bilebilirdim ki onu hala unutamayacağımı? Hatta bir gün derste “Biliyor musun, ortaokuldayken benimde numaram 98’di? Güzel numaradır bil değerini.” Demesi hala hem gözleride, hemde kulaklarımda...

İlk icraatı, hadi bakalım şöyle bir sağınıza solunuza bakın, tanıyın birbirinizi, kaybetmeyin birbirinizi demişti. Biz ilkokuldan mezun olduğum sınıftan Başak, Saniye; komşu sınıf ve okul kursundan arkadaşlar Güniz, Emel, Burcu, Levent, Deniz çil yavrusu gibi benim oturduğum sıradan itibaren 3 sırayı işgal etmiştik.
Biz Levent ile oturuyorduk. Zaten okul kursunda da çoğu kez beraber otururduk, sınıf maçı dönemlerinde kadroları ben onlara verirdim. Ha bu köstebeklik değil sadece kendime olan güvenimdendi. Zira bu işlemi ben sadece ve sadece maçı ayarlayan olduğumda yapardım ve bu maçlarda övünerek söylüyorum, yenilmek değil yenmek şöyle dursun çok ağır galibiyetlerle kapadık. Bu işlem bir defa uğurlu gelmişti ve bende uğura inandığımdan (ki isteyene karga bile uğur getirir o ayrı) her aldığım maçta bunu tekrarladım ve aldığımız en düşük galibiyet 5 farklı olmuştu.
Önümüzde Başak, Saniye, Deniz; onların önünde Emel, Güniz, Burcu oturuyordu.

Emel ile Burcu benim ilkokul 1.sınıftan arkadaşlarımdı. Fakat 1.sınıf öğretmenimiz ertesi sene tayin olunca bende annemin yoğun uğraşısı sonucu Didemler’in sınıfına yani Başak ile Saniyeler’in sınıfına teşrifine zorlanmıştım. Didem olayı unutmama bayağı yardım etmişti orası ayrı.

Biz öylekukumal kuşu gibi oturduğumuz için, sınıfı incelemeyi merak etmemiştik, zaten zamanla herkesi tanırız diye fikir gütmüştük.

Sadece söylenileni yapıyor görünmek için sağa sola bakınırken, bir anda bir noktada takıldım kaldım. Kafam, gözüm, bedenim ve düşüncelerim ne sağa ne sola milim oynamaz kesilmişti.

Yanları kısa, siyah dalgalı saçları geri taranmış gibi havalı duran, kahve gözlü bir kızda kalmıştım artık. Teneffüstede onu takip etmiştim. Çok güzel gülüyor ve hep etrafınında güleceği şeyler anlatıyordu.

3. derse girmiştik. Dersler blok geçtiği için 2 derste bir teneffüse çıkıyor, 10 dakika bunalım yaşayıp tekrar derse girmeye alışmaya çalışıyordum, ama şu anda gözüm, aklım ve fikrim ondaydı. Hele buraya geldik, bundan sonra eşşeği koysan gider diyordum.

Bu dersin öğretmeni, benim resmi çok sevmeme neden olan Yıldız Çelenar’dı. Tabi her derse ayrı öğretmen girmesi beni yormaya başlamıştı bile daha 2. derste, 2. öğretmende. Yoklama alırken sınıfta çıt yoktu. Bende pür dikkat onu dinliyor ve o kızı gözlüyordum. F. Erbil Kutlu demiş o esnada, ben duymadım. Zaten Erbil den baska bir hitaba lakaplarım hariç halen tepki vermem. Başaklar dürttü burda dedim. Yoklama ilerliyordu. Hala onunismi söylenmemişti veya bana bekledikçe sabırsızlık yükleniyordu. “Sezen Urut” sesini duydum bir an. Ve gözlerimin hareket ettiğini hissettim, çünkü o ayağa kalkıyordu; “Buradayım Hocam” dedi. O an elimde olmadan bir çığlık atmışım bilmeden. Levent, Saniye, Başak, Burcu, Emel, Güniz, Deniz bana sakin ol demelerini, sende ortama hemen uyum sağladın, sakin ol sözlerini dinlerken bana doğru baktı ve gülüyordu. Utandım birden ve sıraya gömdüm kendimi, ama gözlerim hala ondaydı.

Ertesi hafta sınıf öğretmenimiz belli olmuş ve oturma planı belirlenmişti. İşte ilk kez bir duam tutmuştu. Sezen’in ön sırasında oturuyordum. Camdan itibaren 2.blokta en önde ben, ardı sıramda O. Artık derslerde yazı yazarken geri kaldığımda ona bakıyordum. Güzel bir yazısı vardı. Ancak o geri kaldığında bana bakamıyordu. Yazım ancak kriminoloji laboratuarında çözülebilirdi. Ama onu mahrum bırakmamak için elimden tek gelen kaldığı yerden yazdığım son yere kadar olan kısmı okumak oluyordu. Bu nadiren olan bir durumdu, ancak kaleminin ucu kırılacakta veya yanlışını silecekte o zaman. Bense yorulduğum an bırakırdım yazıyı ve yazıyormuş numarası veya siliyormuş numarası yapardım. Dinlenincede tabiki Sezen’e bakarak devam ederdim yazıya. Bunu sırf onun yüzüne bakabilmek adına yaptığımıda düşünebiliriz veya iç güdüsel bir yakınlaşma arzusu olarakta...

Bir gün çok güzel muhabbet ediyorduk. Yalan Rüzgarından bıktım artık ya tam çizgi filmlerin saatinde başlıyor dedim. Doğru konuş diyerek, Reebok kalem kutusunu hafifçe başıma vurdu. Hoşuma gitmişti, ilgisinin üzerimde olduğu hissi beni mutlu ediyordu. N’aptın ben şimdi dedim. O da; ben şimdi sana çizgi film seyrettiririm, otur ders çalış dedi ve kravatımı sıkarak bozmuştu. İçimden tek geçen şey ah seni sevdiğimi bir söyleyebilsem, ama seni kaybederim diye korkuyorum oldu. Hiç üşenmedim ve kravatı çözüp bağlamaya başladım. Üçgen olmuştu, ama önü arkasından kısa oluyordu her seferinde. Çöz bağla, çöz bağla sınıf öğretmeni girdi sınıfa. Lan bu ne hal dedi. kravat bozuldu bağlıyorum öğretmenim. Nasıl bozuldu o kravat durduk yere, sıkarken oldu öğretmenim. Nasıl sıkarken oldu, boğuşuyordun dimi it dedi ve suratım sağdan sola doğru ani bir dönüş yaparken gözümün önünden bir pencere geçtiğini gördüm. Kimle boğuşuyordun, boğuşmuyordum öğretmenim; pat bir tane daha. Ve Erbil ses verdi; Boğuşmadım Hocam. Pat.
Ya aynı noktayada 3 defada da tutturulabilir mi? Ve o günden sonra asla öğretmenim demedim...

Yanağım yanıyordu, gözlerim yanıyordu, sinirliydim, ama hiç biri kalbimdeki ateş kadar canımı acıtmıyordu. Çıt yoktu sınıfta. Sezen, bir ara neden kravatını benim bozduğumu söylemedin dedi. “Bir üç tanede sen mi yeseydin? ” dedim. Elimin üstüne 3 defa sağol dercesine vurdu. Artık tek hissettiğim, kalbimin tüm vücuduma kendini hissettirircesine sert ve hızlı çarpışı idi.

Ölsem güzeldi ya, keşke ölseydim o zaman. Olmadı. Çekecek cezam varmış!

Bir pazartesi günü okula gittiğimde hayatımın kahroluşunu yaşadım. O güzel günler, aylar bitmişti. Hatta Cuma günü bayrak töreninden sonra çektirdiğimiz fotograf bir anı olarak bana kalacakmış, iyiki çektirmişim.

Babası tayin olmuş ve taşınmışlar başka bir yere. İsim isim selam göndermiş. İçlerinde geçen tek erkektim, yıkılmıştım...

(DEVAM EDECEK)

Erbil Kutlu
Kayıt Tarihi : 20.3.2007 21:44:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Erbil Kutlu