Yaşamak intihardır, bunu zaman içinde öğrenir buna rağmen geri kalmayız.
Yaşayamayacağımız yüzlerce binlerce şey olacaktır, bununda farkındayızdır.
Güzellikle kötülüğün yan yana olduğunu, tercihlerimizle içinden birini seçtiğimizi, güzelin kusurları olabileceğini de asla düşünmeyi ve yaşamayı istemeyiz. Oysa biliriz ki gerçek budur. Ömrümüzden geçen her gün aynı
zamanda yükümüzdür, bunlara yaşadıklarımızın sonuçları da katılır. Bazen kaldırılamayacak kadar ağırlaşır ve çoğu zaman bütün bu olan biteni kabullenmek zorunda kalırız, / insan bir kendini yanlış anlamaz /
Bu bilinen bir gerçek olduğu halde isimlendirilmemiş olarak kenarda durmaktadır.
Hayatın acılarını çok yaşayanlar, çokça gözyaşı dökerler. Bir süre sonra gözyaşı dökmenin bir çare olmadığını anlarlar. Kaçıp gitmenin, göç etmeninde faydasız olduğunu bilirler, fakat ağlamak sıradanlaşmaz hiçbir zaman, özünden parça gibi kabul edilir. Ve çoğu zaman; “ boşa ağlıyorsun, seni asla anlamayacaklar, denir. bende buna ağlıyorum” söylenmez, ama bilinir. Kaçılacak bir yerin olmadığı aslında insanın iyi kötü ne varsa içinde taşıdığı, gittiği her yerede bunları götürdüğü gerçeği sürekli olduğu yerde durur.
Yitirdiklerimizin farkına geç varıyoruz. Bunu sürekli deneyimlerimizle görüp, yaptığımız hataları gördükçe halen yapmakta olduklarımızın ve olacaklarımızın peşinden koştuğumuz gerçeğini değiştiremiyoruz. Saf halimiz olan çocukluğa ve beklide rahim öncesi duruma dönme isteği, bizi oluşturan anne ve baba özüne yeniden dönmek istiyoruz. Biz biz olamıyoruz. Bedenen ve ruhen anne ve babamızın kopyası olmaktan öte bir geçişte yok.
Bunun bazen o kadar içinden çıkılmaz bir hal olduğunu görüyoruz ki. Anne ve babamızın türettiği değil de, kendi özgür irademizle kendimizin istediği şekilde oluşup bunun üzerine kendi ruhumuzu yerleştirmeyi düşünüyoruz. Biliyoruz ki her doğan anne ve babasıdır. Kendi olamayacaktır. Bu tuhaf tekrarı biz yaşadık canımız acıdı. Bu acıların anlaşılması için, doğuştan bizi sevecekleri büyük ihtimal olan sonraki katkılarımıza aşılayacağız, acımızı
onlara yaşatarak paylaşacağız. Derdimiz acıları hafifletmektir. Biliyoruz ki paylaşıldıkça azalacak acılar. Biliriz ki aynıdır acılar ortaktır.
Bizi biz edenlerin geçmişte yaşadığımız acı ve tatlı bir çok olay olduğunu biliyoruz. Bu keşif zamanla gelip duruyor karşımızda, yüzleştiğimiz anda veya kendimizi toparlayıp atağa geçtiğimizde, yazılmış olan kaderimizi değiştirilebilir buluruz. Bunu ateşleyecek, başlatacak tetikleyecek bir şey hep hayallerimizde bulunur. Kimi zaman para, kimi zaman aşk, kimi
Zaman bir sevgili, kimi zamanda bir gezi sonrası başkalaşmaya ve kabuğumuzdan çıkıp bizden öte biri olmaya başlarız. Bu “umut” her zaman içimizde saklıdır. Yeri ve zamanı geldiğinde kendini açığa koymaktan da geri durmaz. Mesele sadece başarıp başaramayacağımıza kalır.
Bir gün bir yol gösterici olay ya da kişi zamanı yararak karşımıza çıkar. Onu izleyip, dinleyip eylemlerinde ve anlatımlarındakileri özümseyerek yeni keşifler yaparız. O eskimiştir, tecrübe bilgiye dönüşmüştür. Acıları az çekmenin yollarını göstermektedir. Ona hayranlık duyduğumuz kadar sahiplenmeyi de isteriz. Sevdiğimiz kadar nefrette ederiz. Onca acıyı
Çekmeden evvel çare olarak neden erken gelmediğine içeririz. Sanki tüm suçlusu odur çektiklerimizin. Böylece içimizin yükünden bir kısmı çoktan atmış oluruz. Her şey ona İhtiyacımız kalmadığı zamana kadar sürecektir. Onu ötelemek,ezmek, göndermek yada kendimizden uzaklaştırmakla kazandığımızı onda bütün gücü ve kudreti kendimize aldığımızı
zannederiz, oysa her geçen gün ona benzeriz. Oluşum tamamlandıktan sonra artık o olduğumuzu görür, önce bir dehşete kapılır, ardından o gittikten sonra ona benzer “yalnız” olmanın ağırlığını içimizde o kadar hissederiz ki. Artık kendimize karşı dürüst olmamız gerektiğini anlarız.Çünkü biliriz ki aslında o iletişmek için bizden almıştır. Almaya ihtiyacı yoktur. Asıl biz ondan aldıklarımızla ona karşı olmuşuzdur. “Acı nankörlüğü”nü yaşadığımızda, onu da anladığımızda artık iyice hafifler, yüzümüzü çocuk oyunlarının sıcaklığını yaşayan bir gülümsemeyle donatırız.
Sevmek, ölümle aşkı ötelemektir. Yalın insana akıştır.
Öykü bitmez sonra, yalın yalnızlıkla koşarken ara yollarda varlığımızın bildiklerimizin İşe yaramasını sağlamak için “zamansalinsandadur’ları” yaşarız. Birlerinin içinde bir yerlere kısa sürelerle oturur kendi kendimizi yudumlarız. Olup biten şeyler en çok bizdir çünkü. Ölüm bizim vereceğimiz değil, bizi bekleyendir. Kurtuluş olarak düşünsek de, ruhun egemenliğinden kaçıp gitmek bizi en çok sevindiren şey olacaktır. Binlerce gerçekleştiremediğimiz şey için geri dönmeyi düşünür müyüz, yoksa bu kadarı yeterli ödülümü de aldım, cezamı da diye düşünür, içinden birini seçeriz. Anne babamıza bu haldeyken bile benzer miyiz bilinmez. Ama gideceğimiz yer orasıdır.
Bir gün birileri gelir “ak sakallı ihtiyar “ gibi tutar elimizden ayağa kaldırır, ona uymuyorsak kalkmak istemediğimizdendir. Tercihlerimizin bizi götürdüğü yer, elbetteki bizizdir, ölüm ve yaşamak tanrıysa, onu en iyi yaşatarak anlarız. Anladıkça uzaklaşır, kendimizde çoğalırız.
İyi yolculuklar dilerim.
‘07
Zafer Zengin EtnikaKayıt Tarihi : 23.2.2007 13:29:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Zafer Zengin Etnika](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/02/23/sevi-etkisi-insan-kendini-yanlis-anlamaz.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!