Yine dalmıştım uzaklara. Deniz, bugün bir başka güzeldi sanki.
Kayaların üzerine oturup boylu boyunca çarşaf gibi serilmiş denizi izlemeye koyuldum büyük bir zevkle.
Nasıl bir şey di bu. Günü gününü tutmuyordu.
Bir gün lacivert, bir gün masmavi ve durgun, bazen gri ve hırçın.
‘’Her halini seviyorum senin’’dedim.
Hastalığımın kaçıncı yılıydı. Hatırlamıyorum. Hani insan bir şeyi kaybedeceği zaman daha çok anlar ya değerini; benimki de öyle bir şeydi.
Her doğan gün, bana sunulmuş bir armağan gibi geliyordu. O yüzden doyasıya yaşamaya çalışıyordum hayatı. Sevdiklerime daha çok zaman ayırıyordum. Her geçen gün daha da tutunuyordum yaşama.
Her sabah sahile iniyordum. Onunla arkadaş olmuştum. Denizi izlemeye koyulduğumda tüm dertlerimi, sıkıntılarımı unutuyordum.
Hele o martılar, dalgalar, balıkçılar, her şey yaşama ayrı bir tat katıyordu.
Bir sabah her zamanki görevimi tamamlamak için yine sahile indim.
Bugün her günden farklı takılmak istiyordum. Tam keyif yapacaktım. Kazan simidini çok severdim. Simidimi de alıp sahile doğru yol aldım. Bu benim için bulunmaz bir keyifti.
Hemen bir banka oturdum. Tam simidi yemeye başlayacakken yan bankta oturan bir kız dikkatimi çekti.
O kadar uzaklardaydı ki. Gözyaşlarını akıtıyordu sessiz, sessiz.
İçim burkuldu. Bir insana ancak bu kadar yakışırdı ağlamak. İzlemeye başladım. Yanına gidip sormak, konuşmak istedim. Ama cesaret edemedim.
—Nasıl bir derdi olabilirdi ki, ben hastalıkla uğraşırken bile; hayata sıkıca bağlanmışken, diye düşündüm.
İlle de bir şeyleri kaybetme korkusu olunca mı sıkıca tutunmalıyız yaşama?
Cesaret edemedim gidip yanına sormaya…
O günden sonra her gün görmeye başladım. Bana garip bir şeyler oluyordu. Artık sahile inerken tek amacım onu görmekti.
Kendime bakmaya bile başlamıştım. Daha özenliydim artık. İçim kıpır, kıpırdı.
— Ne yapıyordum ben. Derken ona âşık olmaya başlamıştım. Onun hüzünlü, dalgın hallerine.
Bir sabah kalktım güzelce tıraş oldum. Bugün kesin konuşacaktım onunla. Bir taraftan da kendimi yargılıyordum. Hayatımın son demlerinde nasıl böyle bir şey yapabilirdim. Âşık olma gibi bir lüksüm olamazdı ki benim. Kendimi bir aşk ateşinin içinde bulmuştum bile.
—Yargılamalar boşuna, dedim.
Diğer taraftan da kendi kendime hayat bu, âşık olmak güzel. Bırakında hayattayken aşkı tadayım diyordum.
İki dirhem bir çekirdek düştüm sahil yollarına. Sahile indiğimde onu kayaların üzerinde otururken buldum.
Saçları ipek gibiydi. Dalgalanıyordu rüzgârda nazlı bir edayla. Bende gittim kayaların üzerine oturdum. Tanışma aracım kazan simidi de yardım simidi gibi yanımdaydı.
O yine uzaklara dalmış gitmişti. Yemyeşil buğulu gözleri vardı. Saçlar ise buğday rengi buğday tarlasını anımsatıyordu.
Tüm cesaretimi toplayıp imdat simidimi uzattım,
—Yarısı senin yarısı benim olsun. Yemezsen eğer boğazımda kalacak bende aç kalacağım, sende aç kalacaksın, dedim
Yüzüme dönüp öyle bir bakışı vardı ki nehirler aktı gözlerimin önünden. Çağlayanlar çağladı. Baharın gelişini müjdeleyen sesiyle,
— İlk önce tanışalım değil mi? Adım Deniz.
Bende,
— Benim adım da Selim, dedim.
Kazan simidini yiyip keyfimize baktık. Dereden tepeden konuştuk. Sanki yıllardan beri tanışıyorduk Deniz’le. İkimizde çok mutluyduk.
Kendi kendime,
— Ey kazan simidi sen nelere kadirmişsin can simidi gibi imdadıma yetiştin, dedim.
Bugünden sonra her gün görüşmeye başladık Deniz’le. Hayatım daha da bir anlam kazanmıştı.
Bir sabah kalktığımda karar verdim. Sorunu neymiş soracaktım bende ona anlatacaktım hastalığımı.
Çok mutluyduk ikimizde. Onun yanında tüm sıkıntılarım kederlerim gidiyordu. Yeşil gözleri beni alıp götürüyordu başka diyarlara.
Bugün farklı takılmaya karar vermiştik. Bir pastaneye gitmek istedik. Sıcak bir şeyler içip konuşacaktık.
Şirin mi şirin pembe kareli masa örtüsü, pembe kareli perdeleri olan bir pastane bulduk. Çok güzel sıcak bir ortamdı. Deniz’e çiçekli etek çok yakışmıştı. Artık Deniz’le el ele tutuşmaya başlamıştık.
Çok seviyorduk birbirimizi. Deniz’in gözlerine baktığımda onu kaybetme korkusu sarmaya başlamıştı içimde.
Eğer gerçekleri söylersem
— Bir daha görüşmeyelim, der miydi?
O’na korkuyla sordum,
— Deniz seni dinliyorum, dedim.
Deniz buruk bir gülümsemeyle gözlerime baktı.
— Boş ver Selim, sen yanımdasın ya ne önemi var.
Bende fazla üsteleyip onu sıkıntıya koymak istemedim.
Her geçen gün daha da bağlanmaya başlamıştık birbirimize.
İçim içimi kemiriyordu. Ona dürüst olmadığım için.
Günlerden bir gün Deniz ilginç bir teklifle karşıma gelmişti. Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldum.
Deniz, bana evlenme teklifi etmişti. Dünyanın en mutlu insanı bendim. Kanatlarım olsa uçup gidecektim. Dünyaları bağışlasalar bu kadar mutlu olmazdım.
Denizi aldım kucağıma sevgimi haykırdım ona. Her geçen gün işler daha da sarpa sarıyordu sanki.
Deniz’in gözlerinde hiç hüzün gitmiyordu. Benim de ondan kalır yanım yoktu ki.
İçimde bin savaşımlarla düğün günü gelip çatmıştı.
Deniz o kadar tatlıydı ki. Beyaz gelinlik ona çok yakışmıştı.
Çok güzel bir düğün oldu. Eş, dost arkadaşlar herkes düğünümüzdeydi.
Yuvamızın kapısının önüne geldiğimizde el eley dik. Kapının önünde Deniz ağlamaya başlamıştı.
— Ben sana karşı dürüst olamadım, sana olan sevgimden.
Şaşkınlıkla Deniz’i dinliyordum. O gün Deniz’in benim gibi kanser olduğunu öğrendim.
Bende onunla birlikte ağlamaya başlamıştım.
— Ben de sana karşı dürüst olamadım. Seni kaybetme korkusundan söyleyemedim hasta olduğumu.
Kapının önünde sıkıca sarıldık birbirimize. Biliyordum bu kapının arkasında mutluluk olacak, sevgi dolu yuvamız olacaktı.
HERŞEYİN ÜSTESİNDEN GELECEKTİK YÜREĞİMİZDEKİ SEVGİYLE…
Ayşe AkdoğanKayıt Tarihi : 27.4.2010 21:34:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ayşe Akdoğan](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/04/27/sevgim-dunyadan-buyuk.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!