................Savruk düşlerimden solgun yaşantıma giren efsanedeki prenses değildin sen. Günler, yıllar süren yüzyıllık savurganlıklar da tekil yalnızlıklar yaşadığım, sofradaki aşım, çorbadaki tuzum, bardaktaki suyum oldun gelişinle ve henüz kutsanmayan gizemimsin tapınaklarımda...
................Eflatun rengi ve kırılgan ve hüzün ve uçurum çiçeği serinliğinde yazarken dizelerimi, hazırlanırken yoksul semt pazarlarında satılan eski giysilerin sokak çocuklarındaki eskiz duruşunun dayanılmaz sancılı tariflenmesine… Dizelerin çarptı yüzüme.. Gök gürültülü sağanakların ardı sıra rengarenk gökkuşağının ebruya dökülen yansımasıydın yüzümde...
............... Virtüözsüz konserlerden solo yaşamlara açılıyordum... Henüz pencere önündeki sarmaşıkların, ıtırlı saksı çiçeklerinin, ortancaların tükenmediği emekçi bir mahallenin sabahlardaki izdüşümlerinden. Ve her sabah kimliksiz, cinsiyetsiz yollardan gidiyordum, geri dönüşü olan, güneşi hep karşımda yansıyan...
................Tahrip gücü yüksek patlayıcılar yüklüyordum geceden usuma, sessiz patlayan... Dip dalgalarım olsun ruh sürgünü sevdalarda firari aşıkların manifestosu, çöl ayazı susuşlarda gecenin gökkuşağı doğsun diye, ruhu dağınık bir aşk yaşarken yankı yankı sessiz infilaklara gebeydim...
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış