……… Son isteği ezanın mikrofonsuz okunması olan idam mahkûmuna yüreğindeki tüm ezanları susturmak, dinlememektir bir daha annelik… Seçmeli olan din dersine çevresine utancından asi ve küçük oğlunu yazdırmak, ilkyaz gençliğinde ateist olacağını bile bile ve her kıldığı namazda oğlu reddetse de dua etmek, içten içe koşulsuz kabullenmektir annelik…
……… Etimesgut topçu okulunda yedek subay sınavı öncesi ‘’sıkı giyin oğlum soğuktur Ankara’’ diyen anneyi dinlemeyip donarken sabahın seherinde, yıllar sonra perilerin o muhteşem ve gizemli bacalarının diyarında askerlik resimlerini albümde sevgiliye sunmak her resimdeki anıyı sevecenlikle paylaşmaktır annelik… Yeni başlamıştı o dönem renkli resimler ama şimdiki gibi hep ve nedensiz siyah beyaz olanları sevmiştim… Siyah severdin sen, beyazını sevmiştim en çok saçlarımın ben...
……… Ve annelik teknolojisiz, pazar arabasız yıllarda – siyah ve sağlık düşmanı poşetler hayatımıza girmemişken – beyaz renkli Pazar filesi eve dönerken ağır file-fileleri oğluna taşıtmaya kıyamamak, yıllar sonra valizini taşıyan sevgiliye ‘’niye benim valizimi sen taşıyorsun? ‘’ demektir Anadolu’daki bir dinlenme tesisinde annelik… Yüreğimde ağır, ruhumda hafif, tenimde ruh ikizimdin yorulmadığım, gururuma ekleyip onurla ömür boyu taşıyacağım, tek bir güne sığdıramayıp, günlere uzattığım, günleri uzattığım…
………Tekirdağ’ın deniz kokulu, yosun yansıyan ikindilerine kiraz festivalinin karıştığı anların akşamında mangalda pişen orkinoslara rakının eşlik ettiği, martıların uykuya çekilip esrikliğin özlem artırdığı saatlerde anneye yazılan iki satır mektubu ertesi gün postaya vermeden öpmek,koklamak ama ucunu yakamamaktan dolayı hüzünlerin anıdır o özlem dolu mektuplar… Ağlama annem derdim, bilirdim gizli gizli ağlayacağını, özleyeceğini ve içimi dağlardı anneme yollarken çünkü ucunu yakıp, yürek ekleyip yollayacağım sevgilim, sevdiğim yoktu, platonik aşklar dünyamda… Sana yazdıklarım teknolojinin puştluğundan ucu yanık değil, bil ki, bilirsin ki, biliyorsun ki, içim, yüreğim yanık yazıyorum sevgili… Her okuduğunda sarmak, sarmalamak istersin, çocuk gibi, oğlun gibi, evladın gibi, eski zamanlardan annem gibi…
......... Aşk dolu sözlerin küçük harflerini kullanırdım, büyük harfleri herkes duyar, utanırım, rezil olurum diye, aşkın yanlış tanımlanıp ayıp sayıldığı yıllarda mahallenin fırlama çocuğuydum, ne var ki yansıma ve yanılsamalar beni de etkilemişti… Bu yüzdendi ilkokul öğretmenime gizli aşkım, bu yüzdendi mahallenin evli ve güzel kadınlarına çocuksu gizli aşkım… Annem gibi bakar, annem gibi kokar, annem gibi severlerdi, şımartırdım kendimi sevgi arsızlığında… Seni hiç yazmadım, kendime sakladım, annemi kıskandığım, annemi özlediğim gibi… Hiç gitmemecesine ikinizde hep bende gizlisiniz…
……… Pürüzlü, kasisli yollar yangın yerine çevirirdi gözlerimi ve Adıyaman- Malatya arası buzlanmayı fark etmeyerek şarampole takla atarken çok ağlayacağını düşündüm annemin, bir kemer nasıl hayata bağlamıştı o an beni? Akdeniz’in sahil kentine doğru ilerlerken rampa aşağı son anda fark ettiğim tır ve ani frenle sana belli etmemeye çalıştığım heyecanla bu kez beraber tutunmuştuk hayata, aylar sonra farları yanmayan traktörü son anda fark edip yine tutunduğumuz gibi, Anadolu’nun o ücra köyüne yaklaşırken… Yokluğunda annem, varlığında sen, peki hiçliğinde hayata nasıl tutunulur sevgili? Onca pürüz ve onca kasisli yolların karlı puslu, buzlu, kaygan, ölümcül yollarında hayata nasıl tutunulur sevgili? Korkunçluğu değil garipliğinde her şey ölümün, bu yüzden tahta tekerli at arabası terkisinde tıngır mıngır bir yolcuyum parke yollarda... Biz adına tutunmak için hayata.
19.04.2010 – Pozantı - Adana
Olgun EkinciKayıt Tarihi : 27.4.2010 13:22:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!