………Sığındığım, saklandığım her kadının göğsünde seni arıyorum, sıcaklığına ulaşmaya çalışıyor, üşüyorum sevgili… Üşüdüğüm her ten soğuk, sisli gece, buzullarla kaplı labirent, çıkmaz bir sokak, üşüyorum sokakların kirliliğinde, çocukluğuma kaybolmak istiyor tükeniyor, sana ağlıyorum yabanıl göğüslerin çıkmazında…
………En çok yağmuru severdik sevgili ama bir kez yağmadı üzerimize, denk bile gelmedi yağmur bulutlarının gölgesi saçlarımıza… Ilık bir duş, kulaç attığımız pisin ya da deniz suyu dışında neden hiç ıslanamadık sevgili? Yağmur SİNEM’Dİ Konya ovasında ayak parmaklarımızdan saç tellerimize kadar sırılsıklam kurutmuştu bizi… Hep başka iklimlerin yağmurunda ıslandık, yüreğimize ulaşan her damlada gözbebeklerimiz çiseliyor, hep sana yağıyor, sana ağlıyordum sevgili…
………Ve her yağmur öncesi çığlık atmak ister ama sus olur avazım çıkmazdı, çünkü her damlada nice yapraklar yere düşerdi… Suya, sele kapılan yaprak / yapraklar gördüğümde gözlerimi kapar, sana gelirdim, el ele sele kapılır, dalından düşen bir çift yaprak olur savrulurduk sevgili… Öyle savruk, öyle hoyrat olurduk ki dur durak bilmeden kilometrelerce akar akardık gece sevişmelerinin şehveti dinginlediği ana kadar…
………Tutunamadığımız kentlerden bize ait olmayan biyolojik ailelere dönüş sancılarını gözümde, içimde, yüreğimde çoğaltarak nasıl yol aldığımı bir ben yine bir ben bilirdim sevgili, sen korunaklı ve çok sevdiğin evine hangi sancılarla varırdın ben bilmezdim… Her dinlence yerinde sigaramın ilk dumanını çekerken gördüğüm kadınlar sen olurdun, sen olan kadınlar gözlerimdeki tükenmez hüzünlerimi göğsüne yaslar, teselli ederdi, nice sonra düştüğüm düşten düşsüz uyanırdım otobüslerin hareket saati anons edilirken ve ben yanlış yollara saparken… Saptığım her yanlış yolda yalnız kadınların göğsünde ağlarken bulurdum kendimi ve her yanlış, yalnız, yalan kadında ağlar, ağlardım sevgili ama sen bilmezdin…
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,