Olgun Ekinci - Sevgiliye Mektuplar SEN ...

Olgun Ekinci
271

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

.........Sevda yüklemek isterdim bulutlara, oysa gece öyle berrak ve mavi olurdu ki kızar, sis bulutları düşlerdim gözlerimi kapayınca… O sis bulutlarında sen kaybolur, yalnızlığıma uyurdum her gece, gece korkunç, sen o karanlıkta şeytanca gülümserken sevdasız bulutlara savrulur, sabaha düşerdim sırılsıklam, savunmasız, çırılçıplak…

………Elvedaların vedasız, sessiz ve ıssız olurdu, gökteki tüm yıldızlar kayar, bana benzeyen o tek ve serseri yıldız kaldığında anlardım gittiğini… Uzak geceler kadar suskun, yakın yıldız kadar ışıldar, melekler gibi gülümser ardından asa’nla kaybolurdun… Seni arardım minik mavi bulutların ardında, sis diyarı ülkelere göç eder izini sürmek isterdim sisler ülkesinin kayıp sokaklarında… Çok uzaklardan görünür kaybolurdun dilini, dinini, ırkını, milliyetini bilmediğim ülkelerin dağlarına savrulur, uçurumlarından ıssız vadilerine düşer, ölmek ister ölemezdim, dua edipte ölme mi derdin? Oysa ne çok isterdin ölmemi ve sen bilirdin her şeyi… Bilirdin ama kendimi saklardım senin bilinmezliğinde aklımı, benliğimi yitirdiğim ülkelerin yitik ve soğuk sokaklarında…

………Vadeli hesap açtırıp dönüşümü garantiye almak istedim bilinmez ülkenin kapitalist bir bankasında, kefil istediler senin adını verdim, sadece sen vardın adını bildiğim… Hayret! Adını duyan ve yetkisi kredi kartı pazarlamasıyla sınırlı müşteri temsilcisi ayağa fırlayarak ‘’hanımefendinin emri olur’’ derken görünmez olan sana ceketini ilikledi… Oysa ben ne zaman yabancı dil öğrendim, sen buralarda nasıl ve ne zamandır tanınıyorsun? Benden bu kadar zaman sakladıklarında uluslar arası arenada nasıl böylesi seviliyor ve güveniliyorsun? Susma, bir şey söyle artık kuşlardan bile sakladığımız çocukluk sırlarımızı üleşirken yaban rüzgârlarında üşütme beni… Üşüt ama bir kez olsun kır kapının zincirini, yemin eden hep ben olur sen hüzünlerine susarken bir kez konuş bir kez ses ver ne olur… Taşlara, putlara, şeytana, gelenek ve törelere, d a y a t ı l a n günlere nasıl ve neden karşı çıktığımı bilirken ses ver, Tanrısızlığımı, ona isyanımı sende susku ve saygıya dönüştürürken fısılda, kuşlar bile bilmez ölümcül sırlarımızın güzelliğini… Hani hiç çıkmamıştın ya yurt dışına, Joan Baezin kendi ülkesinde iki yüz bin kişiye verdiği konseri izlerken yanında kim vardı sevgili?

………Tutsak bir devrimciye bakar gibiydi gözlerin ve ne zaman baksan F tipimi yıkar, pranga mahkumu gibi güneşe dönerek yüzümü, özgürlüğüme kulaç atardım saçlarının orman yüklü cennetinde… Evimiz ülkemizdi, ülkemiz için tek yürektik ama sosyalist bir yaşamın özleminde bize düşen sürgündü, masumiyetimizi kayıp sürgünlerde insan hakkı olan ülkelerin kanadına sığınarak aradık hem vurulduk hem kaybolduk, yok edildik… Bize vatan haini diyenlere inat hemen her an ve gün ülkemize dair emek üretirdik kazanımlarını s a v u n a m a y a n işçi sınıfına rehber olsun diye ama ne işçiler bilirdi haklarını satılmış sendikalarında, ne de ülkemin çağdaş yaşam diye haykırıp sadece kendine çağdaş olan insanları… Çağdaş, aydın, kültürlü, entelektüel ve zekâ seviyesi en yüksek olarak en özel yere koyduğum sevgili, ne bakışlarının kutsallığı ne yürek sesin eksilmedi bende ama ben niye eskidim, eksildim, ezildim? Sanal sosyalistlere inat omuz omuzayken sahte ekmeğe, soğuk çorbaya, sarısı olmayan yumurtaya isyanımda bir parça haklı değil miydim?

Tamamını Oku