......... Sarı liranın tedavülde ve değerli olduğu zamandan beri saklıyorum postacının getirdiği mektupları... T’si telaffuz edilmeyen telefon denen aygıtın bilinmediği zamanlardı ve forslu olurdu kıyafeti ve şapkasıyla postacı... Aşk, acı, sevinç ve hüzünleri hep bir arada taşır ve yorulmazdı onca bilinmez yükün altında...
......... En çok bizim sokağa girdiğinde sevinirdim alacağım zarfların üzerindeki pulları merak ederek... Halide Edip, H. Rahmi Gürpınar, Ömer Seyfettin, Tevfik Fikret’i önce mektupların üzerindeki pullardan sonra okulda Türkçe derslerinden tanıdım ama sen yoktun ben onları tanırken ve yine de özlüyordum seni bir gün mutlaka tanıyacağımı varsayarak... Hep özenle çıkarır ve saklardım herkesten, çocuk aklımla sarı lira sanıp ve bir gün sana pullarımı sunup ‘beğendiğini al’ demek içindi ama sen bilmiyordun ve yoktun dünyamda...
......... Van Gogh’un ‘’Saint-Remy Üzerindeki Yıldızlı Gece’’ tablosunu pul üzerinde gördüğümde kolay yapılacak resim diye düşünüp yıllar sonra sahte ressamların türediği yıllarda mektuplar yazardım yedi tepeli kentten Çukurova’daki doğduğum kentte... Öyle emindim ki annem benim yazdıklarımı, ben annemin yolladıklarını daha açarken koklamaya başlardık anne-oğul kokusunu ve iki damla yaş süzüldüğünü hissederdim bir annenin yoksul gözlerinden... Gül açmaz ve bülbül ötmezdi senden mektup gelmediği ve sen kokan satırlara ulaşamadığımdan çünkü sen hala yoktun ve ben çırılçıplak düşler kurardım soğuk gecelerden dağ ateşi sıcaklığına uzanan...
......... Taksim’deki bir filatelistten Somoza diktatörlüğünü deviren Sandinista gerillalarının pullarını aldığımda Nikaragua’daki oğullarını devrimde yitiren annelerin gözyaşı düştü usuma ve ‘yavuklu yerine çıplak mavzere sarıldık ey halkım unutma bizi’ dizeleri çınladı kulağımda dünya halklarının kardeşliğinde... Sarı liralı dönemden üniversite yıllarıma binlerce pul biriktirdim ve bu zengin koleksiyonumu kimseye göstermedim, çünkü seyrettiğim o siyah-beyaz filmlerde başroldeki jön genç kıza pul koleksiyonunu göstermeyi teklif ettiğinde başına kötü şeyler geliyor, bilmiyordum anlamını... Saftım ya, masumdum, ama öyle gariban edebiyatına sığınıp Anadolu çocuğuydum edebiyatı yapmadım asla, Anadolu çocuğu olup kentimize gelen şair-yazar-türkücü insanları yakmaz, saygı duyar ağırlarız ve ağırlıyoruz...
işleri düşünmekten
Kalabalığın içinde kalabalıktan biri
Gecenin içinde bir yıldız, yitip gitmiş çocukluk gibi
Sevgilimsin,ak dişlerini öpüyorum, aralarında bir mısra gizli
Dün geceki tamamlanmamış sevişmeden
Geçmişin en güzel kareleri belki de mektuplardı. Postacının yolunu gözlediğimiz anlar, okumadan önce kokusunu içimize çektiğimiz kağıtlar, el yazısının kaligrafik özelliğinde düşlere daldığımız mektuplar. Harika işlemişsiniz Olgun bey, tebrikler...
Eski bir Türk filmi seyreder gibi.Çok hoş, çok harikaydı.Nerelere alıp gitti beni.İzninizle temanıza denk düşen bir şiirimle selamlıyorum,güzel dizelerinizi.Selam ve saygılar.
Alo Deme!
Hava ayaz
Hava soğuk
Özlem serpiştiriyor aşka
Yanarım derdime
Ah çeker yanarım
Dokunsan ağlayacak
Kırılgan olmuş yüreğim
Bu günlerde
Sanki bir hoş
Sanki bir başka
Haber göndermiş
Numaranı vermiş,
Telefonlaşalım demişsin
Alo deme istemem
Azdırır özlemimi sesin
İki satır yaz yeter
Siner belki
Kokun ve nefesin
Yoksun ki madem yanımda
Koynumda,
Mektubun olsun isterim..
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta