…………… Sokağınızın başında, sabaha dek bir mum alevi kadar da olsa ışık yanar diye, belki sigaranı yakarsın ve çakmağının alevinden de olsa orada olduğunu bilirim diye bekledim… Biliyordum yoktun, biliyordum gitmiştin, son telefondan sonra iyice inandım olmayacağına, ama o doğum günümüz olan, hayatın ucundan, kıyısından da olsa tutunmamızı sağlayan güne özgü gelmek istedim, erteleyemedim, erteleyemezdim, sensiz de o güne anlam katmak, tutsak ve firari sevdamızın yaralarımızı kanatan acısı ve özlemine dair anılar oluşturmak için geldim… Sana geldim, ama sen yoktun…
…………… Empresyonist tavırlarla arşınladım sokağını bir baştan bir başa, sabaha dek ve soluksuzluğuma kaç paket nikotin yükledim sayamadım, üzerinde yürüdüğüm izmaritlerden… Alışveriş yaptığın market, ekmek aldığın fırın, gazete aldığın büfe, lezzetli pizzalarına katacağın sosisleri satan şarküteri, saçlarının ucundan bazen kestirdiğin, bazen fön çektirdiğin eşcinsel kuaför, tadına bakınca tavuktan başka her nesneye benzeyen, ama bir türlü ona benzemeyen dönerci (her marka kontör bile satıyor) , devlet eli ile umut dağıtan sayısal bayii, on sekizinden küçüklerin girmesinin yasak olup, bu yaştan büyüklerin girmeye utandığı internet kafe, albenisiyle gözleri, bir şeyler yerken cüzdanları titreten her gün yenileri açılan şık restaurantlar… Sokağın ve yakınındakilerin ev sahipliği yaptığı tüm bu dükkanların bulunduğu yerleri soğuk; elmacık kemiklerimi serin ürpertiyle yalarken ve bir ışık görebilecek miyim? varsıyımları beynimi yoğunlaştırırken, bildiğim halde sonucu, sabaha dek arşınladım sokağını…
…………..Vurgun yedim her adımda, attıkça adımlarımı bilinmez dehlizlerde kayboldum, geri dönmek bir önceki adımı yakalamak, orda kalmak istedim bilinmezliğin girdabında çok fazla kaybolmamak için, dönemiyordum… Bir güç sürüklüyor, sırtımdan ayaklarıma bayır aşağı koşar gibi tekliyor, sonsuz ve sürekli… Karanlığa, ıssızlığa, sessizliğe gömüldüm bir an, gözlerimi açamıyordum sokağının karanlıklarında ve sen yokken ben kör, ben sağır, ben acizdim, hiç bir şeydim… Belki gelişinle aydınlanacak, gözlerim görecekti kaybolmuşluğunda yokluğunu bile bile… Kendime gelir ve bir şeyler anımsar gibi olduğumda sabahçı büfeyi farkettim, bilmediğim en ucuz şarabı gazete kağıdına sardırırken yaktığım sigaranın ateşi burnumun ucundan öteyi göstermiyordu ve eşlik etsin diye nikotine çekmeye başladım koca şişeden yudum yudum yudum anımsamazlığımda… Sızmışlığımda…
……………Telefon sesi ile irkildiğimde evinin karşısındaki parkta sızmışlığıma uyandım, alo evet iyi idim ve işe gidiyordum, yalan söylerken sana, ama her an gelirim diye de uzaklardaydın, bir haftadan önce gelmezdin… Midem; kazınmadan öte, dev greyderler metro tüneli kazıyor, içinden tüm aç, fakir, yoksul, çıplak, serseri, sayısız insan tünelin ucunda göremedikleri ışığı ekmek sanarak, birbirlerini ezerek, koşuyorlardı büyüttükleri yoksulluklarına… Bilmem ki bu kentin neresinde ve sevdiğim sıcak çorba bulabilirim yokluğunda ve sen rehberlik etmezken, kapını kırsam, girsem, biliyorum dolabında mutlaka yiyecek bir şeyler vardır, her zaman tedbirlisindir ama gücüm yetmez ki kapıya omuz atmaya ve komşuların duyarsa ne derler, ne yaparlar diye düşünürken sesli sesli… Yaşlı bir amca sabahın bu saatinde nereye gider diye düşünürken sesli bir selam verdi ikimizin olduğu, karşılaştığımız sokakta ve beni yıllar öncesinin Afyonkarahisarına götürdü orda ki bir amcanın aynı selamı verişinde…
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.