……………Son kitabımı çıkartırken; yayınevine, kapak tasarımcısı ve fotoğrafcısına, baskı ve ciltciye, matbaaya ve kitap dağıtımcısına, önceden de ödenemeyen borçlarım nedeniyle hatırı sayılır rakamlarda senetler imzalayıp verdim, satıp, kazanıp ödenmek üzere… Altın vuruşum olacak son eserim, öylesine emin, öylesine coşkuluyum, okunacak, satacak son kitabım… Alkolden titreyen ellerim, imza günümde alkışlayan ellerle yeniden buluşacak, doğuşum olacak sil baştan…
……………Evrim yaratmıştım, ilk kitabı yayımlayıp yirmi altı yaşın olgunluğuyla ve aşık usandırıyor çıkmıyordum tüm döviz cinsinden desteli tomarlara karşın ulusal kanallara, gizli bir tatmin ve duyumsanmamış tüm orgazmları yaşarken, gizli cennetimde sadece doğu-güneydoğudan gelen küçük kitabevlerinin açılışına ve imza gününe katılıyordum, henüz tanınmamış kimliğimde… Orada kürt, alevi ve ezilmişliklerinin mezhebinde cendereye sıkıştırılan, bunaldıkça okuyan kesimler ve sorgulayan, yargılayan halk ve halklar vardı, köşeye sıkıştırırlardı imzadan sonraki yöresel akşam yemeklerini tadarken gençler ve çok hoşuma giderdi onların karşısında nakavt olmasını hisseden boksör gibi… Sağlı sollu yumruklar gibi yanağıma, alnıma, kaşıma, gözüme, göğsüme, karnıma, her yerime dokunan, ezilmişten kaynaklı dokusu ipeksi ve altın işlemeli kelimeler vuruyor, kendimi savunmasızlığımda… Nice sonra yerden kalkıyor, kaldığım yerden devam ediyordum, gardımı alıp yeniden savunmaya geçiyordum kelimeler ok gibi fırlarken yüzüme ve günün ilk ışıklarına değin sürüyordu ringdeki kelimelerin vatan kurtaran deyişleri…
…………… Van, en uçtaki imza, söyleşi kentiydi ve göl kenarında gece sohbetlerinin ardından görsel şölene dönüştürülen, karnımızdan önce gözlerinin aylarca doygunluk hissettiği kahvaltı salonlarında günaydınlaşırdık edebiyat dostları ile… Sokağa taşan masalarda garsonların ekmek yetiştirmekte zorlandığı, irili ufaklı sokaklarda ne çok kahvaltı salonları vardı ve tüm Van halkı sanki buralarda kahvaltı yapıyor, evlerde çay demlenmiyor hissi uyanırdı her gidişimde ve kadınların ayıp sayılan, olamadığı ve gidemediğini bilmeme rağmen… Göl kenarındaki Tatvan dönüşte uğrak yerlerimdendi dostlarımın olduğu ve yıllar geçse de hala telefonla iletişim kurduğum ve öğlenleri ünlü Büryan kebabı yenmeliydi yöreye özgün… Severdim de yerken, mutlu olurdum kuyunun içinde o ilik gibi pişen et, çatal değdiğinde dağılıverirdi taze ve pişmişliğinde, oburdum küçüklükten kalan
alışkanlıklarımla ve gece Diyarbakır da konuklanırken final ille de Selim Amca Restaurantın küpte yaptığı terbiyeli işkembe ile olacaktı her konukluğumda diyar kentte… Süregelen günlerin ne çok ve çabuk geçtiğini düşünürdüm evime döndüğümde ve Ergani, Siverek, Muş, Bulanık, Varto, Batman, Cizre, Hekimhan, Doğanşehir, Gölbaşı, Besni, Adıyaman, Nizip, Kahtadaki cebi yoksul, yüreği, sevgileri, dostlukları varsıl insanlar, dostlarım gelirken aklıma, geceden sabaha uzanıyorken uykusuzluklarıma, gömülürdüm yatağımın tenha köşelerine, onların gülüşleri eklenirken yastığıma yatağımın altında saklardım oğlu-kızı dağa çıkmış biçare ihtiyarları…
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta