Olgun Ekinci - Sevgiliye Mektuplar KİML ...

Olgun Ekinci
271

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

…………… Sabahın hangi zaman diliminde olduğumu anlamaya çalışırken duvar, tavan, içerideki eşyalar üzerime geliyor birer birer ve çoğalarak… Duvar yıkılıyor üzerime yorganı çekmeye çalışıyorum korunmak için, nafile yorgan gecenin hangi saatinde yerlerde bilemiyorum, tavan çöküyor beynimin kılcal damarlarını titreterek ve eşyalar devriliyor yerlere…

…………… Eve akşam mı geldim ve hangi odadayım kestiremezken, bir an hangi evde nerede olduğumu bulmaya çalışıyorum nafile… Yıllarca her akşam bir oteline esrikliğimle konuk olduğum Güneydoğuda odaklanıyorum bir an ve yok yok diyorum kendimle konuşmalarımda, akşam en son kadehi istediğimde şef garsonun servisi kapattıkları söylemine sinirlenerek bardağı yere atıp kırdığımı hatırlıyorum, sonra iki kişinin kolunda dışarı çıkartılışım ve yediğim ilk darbeden sonra hiçbir şey hatırlamayışım… Hesabı ben mi? başkası mı ödedi diye düşünürken başkasının o saatte o meyhanede olmadığı, bir başınalığım düşüyor geceden esir alan uğultu korosundaki beynime… Gerek görülmedi, hesap tamamdı, kovulmak ve tek yumruk hesap olarak dönmüştü adını bilmediğim, nereden oraya geldiğimi anımsamadığım meyhaneye ve bu odaya gelirken hangi yollardan geçmiştim, ne ile gelmiştim? Siyah keten pantolonumu dolabın kapağı üzerinde olduğunu görüp, kalkmak isterken sendeleyip ama yine de doğrulup ceplerini karıştırıyor, arabamın anahtarına ulaşıyorum… Kim getirmişti beni arabamla ve kim çıkarıp yatırmıştı?

…………… Vivaldinin Dört Mevsim i geliyor kulaklarıma, kim dinliyor diye düşünürken feryatlar yükseliyor çoğalıyor gitgide artan temposu yükselen bir ritimle… İşine gitmekte olan tüp dağıtım kamyonetini süren entel bir şoför sonuna kadar açmış Müslüm babanın Tanrı İstemezse Yaprak Düşmezmiş adlı ünü yurt dışına yayılan şarkısını... Sigarasının ayyaşlığında… Okula giden yarı uykulu çocukları görünce yavaşlayacağına olanca gücüyle kornaya yükleniyor, çocukların uykusu ile gece vardiyasından dönüp henüz yatanların uykusu arasında çok bilinmeyenli sentezler oluşturarak ve arkasında savrulan dağılan boş tüplerin sesi titretirken mahalleyi doymadığı şarkıyı başa almaya çalışıyor hünerli elleri ile… Nazım Hikmetin hangi yıl yazdığını düşünüyor bulamıyorum o an Memleketimden İnsan Manzaralarını ve ülkenin her yeri, her karesi manzara olmuşken ve bu manzarayı yaratan, üreten, resimleyen, içinde olan yurdumun insanları varken tarihte ne ola ki… Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadı değil miyiz? Tufanları gösteren tarihlerin yadı değil miyiz?

…………… Tarhana çorbası olsa şimdi biraz, dumanı tüterken içip toksinlerini az da olsa atabildiğini düşünmek bir an rahatlatıyor, ardından da kıvrandırıyor… Günlerdir sıcak bir tas çorba içmediğim geliyor aklıma, acıkıyorum tarhana kokulu düşler ülkesine uzanmak isterken ve şu anda çıkıp nerede sıcak çorba bulabilirim diye düşünürken kimliksizliğim geliyor aklıma… Kimim ben, ne iş yaparım, çorba içtikten sonra nereye gideceğim… Sahi bilmediğim işime gidemezsem ararlar mı beni telefon gelir mi? Sorarlar mı bilmediğim işime bugün neden gitmediğimi, nerede olduğumu, hasta olup ta gidemediğimi mi düşünürler diye sorgularken telefonun arama sesini en üst seviyeye getiriyorum ki rahatça duyayım nerede çalıştığımı öğreneyim diye… Pencerenin yanından güneş ışığının tamamının vurduğu balkona çıkmak isterken korkuyor, ürküyor vazgeçiyorum… Şimdi hangi kentin havasını bile soluduğumu bilmezken ne işim vardı balkonda ve ne işim vardı odasını bilmediğim duvarları, boyası yabancı olan bu evde… Kimdim, neydim diye sınırlarımı zorluyorken telefon sesiyle irkiliyor hemen açıyor, sonra yere çarpıyorum gelen mehter marşının sağır eden gürültüsünde… Bazı kareler oluşmaya başlıyorken resim yırtılıyor, parçalanıyor, yok oluyor yeniden ve yine kaybolmuşluğumda…

Tamamını Oku