…………… Sarı kanatlı serçelerin ötüşünü dinlerken, çıkan sesin nasıl bu kadar ahenkli ve iç dünyamı dinlendiren, bestelenmiş gibi ritmli olduklarına anlam veremiyor, sana çeviriyorum yüreğimi ve bu kez anlamlar yüklemeden çam kokulu, göl kenarında bir doğanın atmosferine sarıyorsun beni ıssızlığında, sabahları kuş cıvıltılarının doldurduğu… Başka da hiçbir sesin duyulmadığı ve çamların buram buram iliklerime dolan serinletici buğusu yayılıyor bedenimde durmaksızın, çoğalarak, cıvıl cıvıl…
…………… Elma dallarından çiçeklere, otlara, toprağa, ahenkle ve ritmindeki uyumla uçarken kelebekler, oluşturduğu rengarenk kıvılcımlardan habersiz ne düşündüğünü ve uçmasının özgürlüğünde, nasıl paradokslar oluşturduğunu düşünüyorum…Beni görüyor mu ve nasıl algılıyor, belleğinde hangi şekle uygun görüyor? Diye sorgulayıcı yorgunluğa dalarken insanları doğadaki çeşitli sınıflara ayırıp seni bin bir renkli ve hiç birinin diğerlerine üstünlüğü olmayan kıvamda kelebeklendiriyor, kanatlarına sokak çocuklarının düşlerinde gördükleri uçan balonlar takıyorum… El sallıyor, kanat çırpıyor ve asla sayılamayan yüzlerce noktadan oluşan gözlerinle gülümseyip, az önce sınıflandırdığım insanlara doğru yolculuğa çıkıyorsun, çocukluk düşlerini emanet ederek bana… Çocukluğum, geçici aldığım emaneti kıskanıyor ve onun yanına koyuyorum, şimdi iki çocuk, iki düş, şımarma mevsiminde papatyalar takıyorlar birbirlerinin saçlarına ve bendeki çocuk kıskanıyor başındaki sarılı, beyazlı taçları, en çokta sana yakıştığını düşünüp, annesine sakladığı papatyaları, sağ dizi yerde, sol elini yana açarak, hafifçe eğilip sağ eli ile sana sunuyor kırlardan topladıklarını, bir centilmen oluyor çocukluğum, sen utangaçlığında kabul edip alıyor, lolita kıvamında buseler koyuyorsun çocukluğumun masum yanaklarına…
…………… Vaftiz töreninde ağlayan çocuğa veriyorsun balonlardan birini ve kelebek kanatlarını, saklı kimliksiz bir rahibeye dönüştürürken… Hiç bilmediğin, gitmediğin bir kente doğru havalanıyor, rüzgarın akışına bırakıyorsun özgür yüreğinin üzerindeki ışıltılı kanatlarını çırpmadan, yorulmadan, usul ve sessiz süzmektesin yabancısı olduğun kenti, gökyüzünden kuş uçumu mesafeye inerken… Gecenin gözlerinden, balonlardan birini mum yaparak, yakarak, aydınlatıyorsun rotanı, kent ışıldıyor, sen hiçbir yerini bilmediğin sokakların içinde, kırmızı taneli dut ağacının yaprağında soluklanıyorsun, vişne renkli balonları yüreğin gibi özgürleştirerek…
…………… Tahteravallide denge sağlayan akrobatları, rüyalarında göreceği heyecan ve şaşkın ve ağızları bir karış açık izleyen çocuklara mavili balonları veriyorsun, umutları, düşleri tamamlansın, eksik kalmasın sabah uyanınca hayal dünyaları diye… Pembe balonlar veriyorsun her birinin eline, varoşlardaki semt pazarında içi saman dolu sahte barbie bebekleri, annelerine aldırtamayan, sabah evden çıkarken para istediğinde sunturlu küfür savuran, akşamdan kalma aile reisinin düşman gördüğü karısının hala izlerini taşıdığı mor göz altı izli kadınların ellerini tuttukları sevimli, ürkek, belikli kız çocuklarına… Siyah balon vermek isterken vazgeçiyorsun bana kızarak, bende sana verdiğim papatyalarımda öfkemi saçıp kara kartalın başarısızlıklarından dolayı siyah yok diyorum ve veremiyorsun emekçi kadınların cüzdanına, çantasına göz koyup alıp kaçmak isteyen, artlarında dolaşan kapkaç kılıklı, varoşların, yıkanmayan yorgun, kirli, korkunç, erken yaşlanmış yüzlü gariban çocuklarına…
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta