......... Sen bakma üşüdüğüme, şimdi ben çok uzaklarda ve ulaşamayacağım simitçi fırının susamlı, taş simidini özledim aslında ve o susam taneleridir yokluğunda içimi ısıtan. Görsem ısınmam, yemem, her nesneyi sen saymışlığım ve düşünmüşlüğümde... Yoksun ya işte... Üşüyorum...
......... En çok kaldırım kenarında küçücük ayakları şişmiş çocuklara yanarım ve okşamak istediğim al al yanaklarının soğuktan donmasına aldırmadan ve aslında canı yanmışlıktandır çığırtkanlık yaptıkları simitler... Öyle susar ki içimin çığlıkları, konuştursam nefes alacağım, konuştursam susturmayacağım ‘sen’ diye atan tınıları... Öyle sonsuz ki çığlıksızlıklarım, gıptayla izliyorum simit satan minikleri onların çığırtkan sesinde ve ayazlarda...
......... Veto edilen kanun hükmünde kararname gibi geri dönüyorum kimliği belirsiz soğuk gecelerden sıcak ve hışırtılı müzik yayan küçük dükkânların yoksul ve baharat kokan, nemlenmiş duvarlarını düşleyerek... Ve her defasında veto yemekten usanmadan, nereye ve nasıl gittiğimi bilmeden dönüyor dönüyorum, genzimde hep o nemli kokularla...
......... Turnikeden jetonsuz geçmeyi deniyor, takılıyorum ve kuyruktakilerin sevgi ve sövgü dolu bakışlarına gözlerimin karasıyla, tedavülden kalkmış jetonun antika değeriyle bakışlar fırlatıp ve sürtünmek zorunda kalarak geri dönüyorum... Sussam, bakışlarımla konuşmasam, biliyorum ki bu masum ve her gün yeni bir hakları gasp edilen insanlar, içlerinden Allah Allah nidaları, dışlarından serseri ve sümsük kelimelerle saldıracaklar... Yok, öyle yağma, jetonumuz yoksa da özlem dolu yüreğimize sakladığımız yumuşaklığımızın ardında sert ve kararlı bakışlarımız var ne de olsa...
......... Akşam saat kaçta olur, gece ne zaman başlar umurum olmadı asla, zira gözümün açık olduğu her an sen varsın, seninleyim ve gecede siluetinle kenti bir boydan bir boya kat ederken yorulmayışın, sızlanmayışın, siluetinden değil aslındandır sevgili... O yüzden her gece, sabaha karışsın, uyumayayım isterim, çünkü rüyalarıma sıkça gelmiyorsun, üşüyor ve sıcak simitçi fırınları arıyor, bulamıyor, çıldırıyorum sevgili...
......... Paylaştıkça çoğalan, geceye kısrak gibi narin ve asi uzanan aşktı yaşadığımız ve daha nice yaşayacağımız... Veda zamanlarının dayanılmaz ürpertisini ceplerimde saklayarak zemheri soğuklara kardeş yapıyor, üşümelerimi çoğaltıyorum titrek ve dalgın yürürken kentin caddelerinde... Her adımda üşüyen yerlerime simitçi çocukların çığırtkanlıklarını ekliyor ve çocuk sesli üşümeler çoğaltıyorum yokluğunun mevsimlerinde... Üşürüyorum yokluğunda, mevsimler aynı takvim yaprağında, bir gün sonraya dönmüyor... Gitme sevgili gitme üşürüm... Düşerim takvim yapraklarının sonsuzluğuna, üşenirim yarına... Gitme, gitme...
Şubat – 2008 - Adana
Olgun EkinciKayıt Tarihi : 5.3.2008 10:58:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Olgun Ekinci](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/03/05/sevgiliye-mektuplar-gitme-usurum-gitme-2.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!